Mizah, jeopolitik söylemler ve ‘ölü terörist’

Dr. NECATİ ANAZ Polis Akademisi Öğretim Üyesi
31.01.2015

Paris’te Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan saldırının detayları daha tam olarak bilinmeden saldırının İslami motivasyonla yapıldığının ortaya atılması, bana 1995’te eski asker Timothy McVeigh’in Oklahoma’da FBI binasını bombalaması sonrası gösterilen haberleri hatırlattı.


Mizah, jeopolitik söylemler ve ‘ölü terörist’
Orada da benzer bir şekilde olayın detayları daha bilinmeden, teröristin Ortadoğulu olduğu söyleniyordu, ta ki Timothy’in basit bir trafik suçundan dolayı kendini ele vermesine kadar. Bu da şunu gösteriyor ki terör Batının zihninde ancak barbar bir ideolojiden beslenen bir Doğulu tarafından yapılabilir. Terör, barbarlığın siyasallaşmış halidir ve Batı gibi demokratik toplumlarda bu siyasete yer yoktur. Bu yüzden terörü Batının ontolojik olarak reddettiği düşünülür. Oklahoma olayına benzer durumlarda, eğer failin Doğulu olmadığı kesin biçimde ortaya çıkmışsa, saldırının ya bir meczup işi olduğu ya da nevi şahsına münhasır kriminal bir olay olduğu düşünülür. Yani saldırının kökeninde neköktencilik ne de Hıristiyan dogmatizmi aranır. Diğerdurumda ise terörle Doğu arasında hemen ontolojik bir bağ kurulur. En doğal haliyle, terör Batı zihninde Doğunun kendisini ifade biçimi olarak algılanır.
Batının bu tarzproblemli Doğu algısı aslında yeni değildir. Bu sorunlu algının kodlarının izini Haçlı seferlerinden Napolyon’un Mısır çıkarmasına ve Soğuk Savaştan 11 Eylül’e kadar uzananBatının zihinsel haritasındasürebiliriz. Dahası bu algının temeli yüzyıllardırBatının Doğuyu sistemli bir şekilde tüm detaylarıyla temaşa etmesi, kodlandırması ve bizatihi ordusuyla ve kültürüyle kolonileştirmesine dayanır. Bu algı yukarıda ifade ettiğimiz gibi Batı için varoluşsal bir durumdur. Batı’nın kendisini kodlamak ve konumlandırmak içinkendi ‘öteki’sini anlaması ve algılaması gerekiyordu. Batıda ordularıyla, askerleriyle, tankıyla, tüfeğiyle yapmadı. Akademisyeniyle, edebiyatçısıyla, tarihçisiyle, seyyahıyla, taciriyle, yani tüm ağ ve bağlarıyla bu sorunlu algıyı besledi.  Bu beslenmeyi sürdürmek için Doğu böylece Batı tarafından ilmik ilmik işlendi, yeniden inşa edildi, tanımlandı ve kodlandı. Elbette bu kolektif beslenme bir tesadüf değildi. Zira Doğunun hiçbir coğrafyasında bulunmamış bir Batılının zihninde oluşanDoğu haritası başka türlü nasıl şekillenecekti. Eğer bugün hala bazı Batı üniversitelerinde İslam anlatılırken 1910’da çizilmiş İngiliz haritaları referans olarak alınıyorsa ve bu haritalarda İslam’dan “Muhammedizm” (Muhammed’e tapanlar) olarak bahsediliyorsa Batıda periyodik olarak tekrarlanan İslam’ınpeygamberine yapılan çizgisel saldırının kökleri başka bir yerde aranmamalıdır. Terörün de teröristin de Batıdan olması bu algı üretiminde bir şey değiştirmeyecektir. Birisi çıkıp deseydi ki Carlie Hebdo failleri renkli gözlü, sarı saçlı Kanadalı, kimse inanmazdı. Halkının yüzde sekseninin pasaportu olmayan ABD’de bir teröristin Kanadalı olabileceği inandırıcı gelebilir miydi? Bu bakımdan mesele ne ifade hürriyeti meselesidir ne de kalem özgürlüğü. 
 
 
Carlie Hebdo’yla gündeme yeniden gelen şey aslında Batının problemli Doğu algısının köklerinintarihten ve coğrafyadan kaynaklı olduğu gerçeğidir.Son yıllarda Batıda mantar gibi türeyen ve Müslümanların kutsalını terörle ilişkilendiren karikatür çizimleri de yine bu coğrafi temsile hizmet eder mahiyettendir. Biliyoruz ki, dünya jeopolitiği aslında bir hikâye yazımıdır ve bu küresel jeopolitik hikâyedeesas olan kimin’iyi’, kimin ‘kötü’ ve ‘çirkin’ olduklarının herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek şekilde görselleştirilmesidir. Hemen belirtelim ki bu jeopolitik hikâye yazımı sadece devlet büyüklerinin ve dışişleri personellerinin tekelinde de değildir. Aksine sinema, dergi, gazete, roman veya karikatürlerdünyamıza, kimliğimize ve coğrafyamıza dair jeopolitik algılarımızı besleyen, şekillendiren ve meşrulaştıran en önemli bilgi kaynaklarımızdır. Nasıl ki Soğuk Savaş döneminde Hollywood sineması bize komünistler hakkında sadece bilgi vermemiş aynı zamanda onların kadim düşmanımız olduğunu da zihinlerimize kazımışsa, bugün de Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra yeni düşman olarak İslam yaratılmış ve dünyanın zihnine sadece ‘öteki’ olarak değil ‘tehlikeli öteki’ olarak kodlanmıştır. Bu jeopolitik algı kodlaması o kadar kudretli olabilmektedir ki gerçekte Vietnam’da hezimete uğrayan ABD, Rambo filmiyle muzaffer olmuştur. Türkiye’nin kırk yıllık diplomasinin inşa ettiği pozitif algı bir ‘Gece Yarısı Ekspresi’ (Midnight Express) filmi ile 120 dakikada yerle bir edilebilmiştir. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Afganistan’a ve Irak’a yapacağı saldırıların zeminini hazırlamak ve oluşacak insan kıyımının yaratacağı negatif algıyı değiştirmek ve savaşı meşrulaştırmak için Vaşington’un üst düzey yetkililerinin bazı Hollywood sinema yapımcıları ve oyuncuları ile acil kodla buluşup bir yol haritası çıkarmaları elbette tesadüf değildir. Artık 21. Yüzyılda kimin ordusunun daha güçlü olduğu değil, sonunda kimin hikâyesinin kazandığı daha önemlidir. İşte bu yüzdenbelki şunu söyleyebiliriz ki yüzyılınhikâyesini yazan en ‘cesur şövalye’ dünyanın en büyük medya patronlarından birisi olan Robert Murdoch olacaktır. 
 
Mizah ve öteki
 
Bu anlamda Carlie Hebdo sadece sıradan bir mizah evi değil aynı zamanda ‘biz ve ötekinin’ hikâyesinin yazıldığı bir karakoldur da. Sanılmasın ki mizah güldürüyü ilgilendiren sıradan bir sanat aktivitesidir. Güldürü dünyanın en ciddi işidir. Sıradan bir skeç, karikatür, çizim insanların farklı coğrafyalara dair hayal dünyalarını zenginleştirirken, pekala okura kendi zihin haritasında iyinin ve kötünün konumunu gösteren koordinatlarda içerecektir. Bu yüzdendir ki Ortadoğu’ya dair yüzyıllardır kesintisiz devam eden oryantalist bakış ve ‘öteki’ algısı Charlie Hebdo olayları ile birlikte artık ‘tehlikeli ötekiye’ dönüşmüştür. İslam ve Doğu sadece Batının gelişmemiş ötekisi değil aynı zamanda kontrol edilmesi ve yönetilmesi gereken ‘tehlikeli öteki’ olacaktır. Bu yaratılan öteki algısı sadece kamuoyunun düşüncelerini yönlendirmekle kalmayacak aynı zamanda da Batı devletlerinin ulusal ve uluslararası politikasının kitlelere kolayca anlatımında meşrulaştırıcı bir rol de oynayacaktır. Güldürmesi gereken mizah, politik çizimleriyleDoğunun ve Doğulunun tehlikeli olduğuna dair Batı insanının zihninde oluşan ‘tehlikeli öteki’ imajını besleyen bir güldürü mühimmatına dönüşecektir. 
 
2008’de ABD’deki apartmanın havuzunda boğularak hayatını kaybeden genç akademisyen Mahmut Gökmen’in Darren Purcell ve Melissa Brown ile birlikte kaleme aldığı “Popüler Jeopolitik: Ölü Terörist Ahmet” isimli makale tam da Carlie Hebdo olaylarını anlamada rehber niteliğindedir. Makale bir komedyen ve vantrilok olan Jeff Dunham’ın ölü bir Usame Bin Ladin benzetmesinde ‘Ölü Terörist Ahmet’ karakterinde 2003’te piyasaya sunduğubir şovun söylemsel analizini yapar. Analizi yapılan bu şovun inşa ettiği bakış açısı, Paris olaylarını anlamamızı kolaylaştırdığı ve Batının Doğu coğrafyalarına yaklaşımını özetlediği için burada Dunham’ın şovunun üzerinde kısaca durmakta fayda var kanaatindeyim.
 
Ölü terörist Ahmet
 
Mizah ve Doğulu terör algısını pekiştiren bu şovda Ahmet ismindeki bir kukla geniş alnı, siyah gür kaşları, çıldırmış gibi görünen göz çukurları, sakalı ve yoğun vurgulu Arap aksanlıİngilizcesiyle tam bir orta Doğuluyu andırır. Ahmet karakteri sık sık seyircilere “sessizlik, öldürürüm sizi” ifadesine başvuraraktan izleyenleri hem güldürür hem de yumuşakça ‘İslam, terör, güldürü ve Doğulu’ ifadelerini bir araya getirerek doğrusal bir algı yaratır. Dunham’ın güldürü kuklası Ahmet, şovuna “iyi akşamlar imansızlar” diyerek başlar. Ahmet, konuşmasına kendisinin bir terörist olduğunu hatta “dehşet verici bir terörist” olduğunu söyleyerek devam eder. Ölü terörist Ahmet’e kendi ekibinin teröristlerini nereden bulduğuna dair soruya ise “biz yarınları olmayan bazı ahmakları bulmaya çalışıyoruz” şeklinde cevap verir. Özellikle onları acil intihar hattından topladıklarını söyleyerek seyircileri güldürmeye devam eder. Ölü terörist Ahmet, Usame Bin Ladin tarafından kendisine vaat edilen hurileri de bulamadığından dert yanar.
 
Bu örnekle anlatılmak istenen hiç kuşkusuz çeşitli kalıplaşmış tipler ve laflar üzerinden Müslüman terörist algısının pekiştirilmekte olduğunun yanında mizahın sadece bir güldürü işi olmadığını özellikle Batının ‘öteki’sini inşa etmede mizahın nasıl güçlü bir araçolduğunu göstermesi açısından da önemlidir.
 
Bundan dolayıdır ki Paris’te yaşananlar her ne kadar ifade hürriyetinin sınırlandırılmasına karşı, sansürsüz ve mutlak özgürlüklerin korunmasına dair tartışmaya dönüşmüş olsa da asıl sorun bu değildir.  Paris olaylarını besleyen sorun, doğrusuBatınınDoğuyu kendi ontolojisine tehdit olarak gören kendi zihniyet kodlarıyla henüz yüzleşememiş olmasında yatmaktadır. Güldürü sektörünün bir parçası olan mizah ne Paris’te ne de Danimarka’da komik olmaktan ziyadeBatının yüzyıllardır devam eden sorunlu Doğu temsiline kendince katkı sağlamıştır. Mizah sıradanlığı ve basitliğiyle Müslümanlar ile ‘tehlikeli öteki’ arasındaki bağlantıyı sıradanlaştırmakla birlikte ikisi arasındaki bağı hissettirmeden güçlendirmiş ve bu ikisi arasındaki ilişkinin doğal olduğu kanaatini de güldürüsüyle beslemiştir. Hz. Muhammed profilinde çizilen sakallı karikatür çağdışı ‘öteki’yi sembolize etmekle kalmamış aynı zamanda potansiyel teröristi işaret etmede güçlü sembolik bir rol de üstlenmiştir. Bu yüzden ‘Je suis Charlie’ (Ben Charlie’yim) demek Batıyla Doğu arasında yüzyıllardır devam eden varoluşsal yüzleşmeyi iyi okuyamamış olmak, tarihin ve coğrafyanın yanlış yerinde durmak demektir.