Modern dünyada hatırlama ve unutmanın anlamı

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
25.08.2019

Faruk Karaarslan'ın kitabı, "toplumsal hafıza" kavramının sosyolojik bağlamda mümkün bir inşa çabası olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte Türkiye'de sosyal bilimler geleneğinin birçok kusurunun da bir şekilde açığa çıkartılmasına elverecek bir bakışı bize sunuyor kitap.


Modern dünyada hatırlama ve unutmanın anlamı

Herhangi bir topluma mensup insanların ortak hatırlama ve unutma biçimlerini, tarif etmede kullanılabilecek bir kavram toplumsal hafıza. Yine de en azından Türkiye'de yapılan çeşitli araştırmaların bir eksiği olarak görülebilecek bir husus olarak söylenirse, toplumsal hafızanın ne olduğu, nasıl şekillendiği; gelenek, tarih, ritüel, beden, siyaset vb. kendisine müteallik diğer kavramlarla arasındaki bağların nasıl kurulması gerektiği de yeterince belirgin değil. Bu alanda Türkçede gerek teorik gerekse uygulamalı çalışmaların son derece az olduğu da vurgulanabilir. Var olan teorik metinlerin hemen hemen tamamı tercümedir; kavramın uygulamalı bir biçimde Türkçede en sık kullanıldığı alan olarak da "sözlü tarih araştırmaları" görülebilir. 

Sözlü tarih uygulaması olarak yapılan "toplumsal hafıza" çalışmalarının en önemli kusuru ise bu çalışmaların kahir ekseriyetine egemen bir "hesaplaşma siyaseti"nin gözetilmiş olmasıdır. Bir siyaset olarak hesaplaşmanın kendisinde herhangi bir kusur görmesek de herhangi bir ideolojik formasyonun güdümünde bir takım azınlık gruplarının ya da devlet tarafından zulme uğratıldıklarını düşünen/savlayan kesimlerin bu iddialarını sözümona sosyolojik ve bilimsel bir kisve içinde sunma çabalarına kolayca evrilebilen bu tür sözlü tarih çalışmalarının metodolojik olarak da epey eleştirilecek tarafı vardır. 

Buna karşın, toplumsal hafıza konusunun beşeri bilimlerin tam ortasında ve birçoğunun da merkezi ilgisini doğrudan etkileyebilecek bir pozisyonda olduğunu söylemek gerekir. Bununla birlikte psikolojiden sosyolojiye, tarihten felsefeye, antropolojiden siyaset bilimine, popüler kültürden çeşitli sanatlara ve hatta gündelik hayata kadar hatırlama ve unutmanın eylem analitiğini kuşatan bir çalışmayı geçerlileştirebilecek bir yöntem ya da teorik bir çaba ise pek öyle mümkün görünmemektedir. Bir kavram olarak toplumsal hafızayı sosyolojik boyutlarıyla inşa etmeyi amaçlayan Faruk Karaarslan'ın kitabı belki bu bakımdan Türkçede konuya hasredilmiş ilk teorik girişim olarak görülebilir. 

Dil müşterek fakat…

Kendi hikayemizi beşeri bilimler içerisinden anlatmayı deneyen her uğraşın bir şekilde "toplumsal hafıza" konusuna eğilmesi gerekli. Ancak bunu yaparken bilimsel olduğu kadar siyasal, akli olduğu kadar sezgisel, evrensel sayılabileceği kadar yerel de sayılabilecek bir yöntem çıkmazına girdiği görülebiliyor pekala. Çünkü anlatanına göre değişen hikayeler söz konusu, toplumsal bakımdan anlatımların dili "müşterek" olsa da bu dilin "kullanım biçimleri"nin müşterek olmadığını, olamayacağını görmek gerekiyor. 

Çalışmasında modernite kavramına bağımlı bir şekilde hatırlama ve unutma biçimlerinin toplumsal bakımdan nasıl şekillendirildiğini ele alan Karaarslan, modern dünyada hatırlama ve unutmanın anlamı sorusunu kendisine çıkış noktası ediniyor ve bu soru etrafında toplumsal hafızayı teorik uğraşısının nesnesi kılmaya çalışıyor. Tarihsel bir dönem olarak modernite ile toplumsal arasındaki geçişleri keşfetmeye çalışan Karaarslan'a tarihsel bir tecrübe olarak Türk modernleşme serüveni ve süreci de epey malzeme sunuyor. Eserinin son bölümünü Türkiye'nin modernleşme serüvenine, bu süreçte bize hatırlatılmak ve unutturulmak istenen unsurlara ve dolayısıyla modernleşmenin toplumsal hafızamız üzerindeki etkilerine dair bir mütalaaya yer veren Karaarslan'ın eseri, bu bakımdan sırf  "toplumsal hafıza" kavramının sosyolojik bağlamda mümkün bir inşa çabası olarak değerlendirilebileceği gibi Türkiye'de sosyal bilimler geleneğinin birçok kusurunun da bir şekilde açığa çıkartılmasına elverecek bir bakışı bize sunuyor. 

@uzakkoku

  

Toplumsal Hafıza

Faruk Karaarslan

Ketebe, 2019

‘Kurtuluş tüneli’nden Türkiye’ye

Türkiye'de Boşnak bir gazeteci olarak çalışan Emine Şeçeroviç Kaşlı’nın 1992-1995 yıllarında Bosna Savaşı sürerken, Saraybosna'daki “kurtuluş tüneli”nden annesiyle birlikte Türkiye’ye doğru yola çıkışıyla başlayan mülteciliğinin hikayesini içeriyor kitap. Bu bakımdan savaşın biriktirdiği korkular, endişeler ve hayal kırıklıkları sonucunda bir çocuğun mültecilik nedir bilmeden kendisini mülteci olarak tanımlamasının anlamı üzerine de bir sorgulama olarak değerlendirilebilir. Bu sorgulama beraberinde o çocuğun geldiğinde dilini bile bilmediği bir ülkeyi sevip benimsemesine, çocukken geldiği topraklara dönmek üzere bu ülkeden ayrılırken kendi vatanından ayrılıyormuş gibi hissetmesine de bir açıklama sunuyor.

Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim, Emine Şeçeroviç Kaşlı, Pınar, 2019

Ölümle nasıl yüzleşiriz?

İnsanoğlunun bütün canlılarla birlikte paylaştığı temel bir zafiyet duygusudur bir gün ölecek olduğunu bilmek. Ancak insanların diğer canlılardan farkı, varoluşun muvakkat oluşunun da farkında olmalarıdır. Çünkü ne dünyaya gelirken bunu isteyip istemedikleri onlara sorulmuştur ne de ölürken ayrılmak isteyip istemeyecekleri sorulacaktır. Doğumu ve ölümü varoluşun dış sınırlarını tayin eden hadiseler olmaktan çok dünyada varolmanın boyutları olarak gören bir felsefecinin "Ölümle nasıl yüzleşiriz?" sorusuna dair yaptığı derin bir sorgulamayı içeriyor kitap. Ölüm endişesi ile yaşama sevincini birbirine uyumsuz görmeyen, ölümü insana yapışmış bir kusur olmaktan çok, bir imkan olarak değerlendiren bir felsefeci Dastur. Ölümle Yüzleşmek, Françoise Dastur, çev. Sinan Oruç, Pinhan, 2019