Modern dünyada İNSAN olmak

Ali Osman Sezer / Hukukçu
19.10.2013

Batı merkezli ‘modern değerler sistemi’ patenti ile kutsanan insan hakları bildirileri, bizzat modernizmin ürettiği değerler değil, onun doğrusal ilerlemeci yolunun önündeki engelleri aşabilmeye, önüne çıkabilecek itirazları etkisizleştirmeye matuf devşirilmiş değerlerdir.


Modern dünyada İNSAN olmak

Her canlı her an hayatın, ‘neredesin’ sorusu ile karşı karşıyadır. Bu soru, her canlının hayat göstergesi olan ve üzerinde bulunduğu ‘buradayım’ diyen yaşam biçimini düşündürür. İnsan açısından bu düşünme biçimi bizi ‘her insanın yaşam biçimi onun inancıyla ilişkilidir’ sonucuna götürecektir. Çünkü herkes önündeki seçeneklerden kendisini gerçekleştirebileceği inancına dayalı bir yaşam biçimi edinir. İnsanın diğer canlılardan en önemli farkı ise seçtiği yaşamıyla kendisini seçip ne isterse o olabilmesidir. İnsan istediği her şey olabilir ancak hiçbir şey ve hiç kimse olduğundan farklı görünemez. Bunun aksini iddia etmek ise bu önermenin en önemli kanıtıdır.

Diğer varlıklar özleriyle birlikte yaratılmışken insanın özü kendi seçimine bırakılmıştır. İnsan için özgürlük ve sorumluluğun kaynağı buraya dayanır ve insan biçimsel varlığı ile sınırları olan bir sayfa iken, özüne ilişkin seçeneklerinde bu sayfaya yazabileceklerinin sınırı yoktur. Ancak sınırsız seçenekler karşısında katman katman vazgeçilemezlerle örülü bugünün modern dünyasında, insanın bunca vazgeçilmezle baş edip ne olacağına karar vermesi ve bunu gerçekleştirebilmesi her zamankinden daha zor görünüyor.  

Din kelimesinin anlamlarından birisi de borçluluk bilincine yönelik yaşamdır ve hiçbir yaşam tarzı bu bilinçten ayrı düşmez. Bu yorumla insan, varlığını borçlu saydığı anlama yönelen bir yaşam biçimi edinir ve bu anlam onun vazgeçilmezi(ilahı), varlığının anlamı olarak hakikat algısının kaynağı olur. Ancak bu algıyla oluşan doğruluk ve gerçeklik değerlerinin hakikatle olan ilişkisi bugüne kadar insanların söylemde benzeşseler de pratik olarak uzlaşamadıkları fay hatlarını oluşturuyor. 

İnsan hakları tekeli

Bugün dünya, teoride uzlaşılan değerler üzerinde oluşturulduğu iddia edilen kurumlardan elde edilen gerekçelerle hareket ediyor. Modern dünyanın hakikat algısı bu kurumlara yaslanarak işlevsellik kazanabiliyor. Neyin hak veya haksızlık olduğu bu otoritelerin alacağı kararlara bağlanmış durumda. Tüm dünya hakikate karşı alacağı tavrı bu kurumların inzal edeceği bildirilere bağlamış olarak sorumluluk sınırlarını belirleyip rahatlama ihtiyacına kavuşabiliyor. Bu kurumsal yapıdan ayrışarak tavır almak makbul sayılmayıp yeni icat çıkarma, düzeni bozma olarak aforoz edilmeyle karşılaşıyor. Yapılan iş hakkaniyete uygun da olsa otoritenin izni olmadan böyle bir teşebbüse cüret edilmesi yalnızlığın utancıyla tehdit ediliyor. Güce dayalı otorite bağımlıları ise bu sistemin anormalliğinin görünür hale gelmesiyle, arzularını tatmin edememenin huzursuzluğuyla çıkardıkları homurtularını teganni ile süsleyip gülümseme taklidi yaparak şirin görünmeye çalışıyor. Demokrasi ve insan hakları bildirilerini tıkanmış otoritelerinin önünü açmak için dillerinin ucuna takarak sallayanların zulümler karşısındaki tavrı, Kur’an sayfaları taktıkları mızraklarını hadsizliklerini meşrulaştırma taktiği olarak kullananlara benziyor. Üstelik yapılan bu katliamlara ses çıkaranlara karşı zulüm “şeriatın kestiği parmak acımaz” ilkesine muhalefetten dolayı bir kat daha arttırılarak yasallaştırılabiliyor.

Her canlının bir öğretiye muhtaç olmaksızın neyin zulüm olup olmadığına ilişkin bir yeteneği vardır. Canlılar bunu hiç zorlanmadan duyumsar ve buna fıtri olarak tepki gösterirler. İlginçtir modern dünyanın modern aklı bu duyumsamanın tecellisi olan duyguları işe karıştırmayı hiç sevmez. Çünkü duygular herkesin kendi akletmesinin malzemesi olan kodlardır. Oysa akletme işi bu kodların zihinsel çözümlenmesi ve zihinde var olan kavramlarla ifade edilmesi ile özgün olarak gerçekleşir. Ancak bu özgünlük akıl ve duyguların birlikteliğinden rahatsız olan seküler dünyaların tanrılarını rahatsız eder. Çünkü onlar gerçek ve gerçeküstü olarak ayrıştırdıkları dünyaların rantı üzerinde varlık kazanabilen tanrılardır ve bu iki dünyanın birliğinin kendilerine varlık imkanı bırakmayacağını iyi biliyorlar. Bir olay karşısındaki duygularımız o olayla kurulan bağı ve onun beni ne kadar ilgilendirdiğini gösterir. 

Modernizm ve pozitif akıl

Zulüm karşısında gözyaşı akıtmak o zulme verilebilecek en üst düzey söylemdir. Öyle ki bu söylem hiçbir sözle ifade edilemeyecek kadar güçlüdür ve anlamı yerine getirildiğinde ise zulüm o gözyaşı ile baş edemez. Bu yüzden pozitif akılla yontulan modernizm, duygusallığı ve akleden kalbi hiç sevmez ve en aşağılayıcı silahları ile onunla savaşmayı varlık sebebi sayarak kendini ondan kurtarmayı ihmal edemez. Modern pozitif akıl rakamsal çıkar hesaplamaları yapan ve “milli” çıkarlar paydasında herkesi ayrıştırarak duyarsızlaştıran alanda varlık bulan bir mekanizmadır. Bu sistemin adalet duygusu sömürenlerin sömürdüklerini aralarında anlaştıkları kullara göre paylaşması ilkesine dayanır.  Böyle bir mekanizma duyguları işe karıştırarak insani bağlar kuran akleden bir kalbi asla kabul edemez.

Batı merkezli modern değerler sistemi patenti ile kutsanan insan hakları bildirileri, bizzat modernizmin ürettiği değerler değil, onun doğrusal ilerlemeci yolunun önündeki engelleri aşabilmeye, önüne çıkabilecek itirazları etkisizleştirmeye matuf devşirilmiş değerlerdir. Aslında bu değerler, menfaatperestliğin önünde, onunla çelişen, herkesin bir öğretiye bile gerek kalmaksızın duyumsadığı değerler olarak görünüyor. Ancak bu değerleri bayraklaştırıp propaganda aracı yapanların bu bayrağı süngülerinin ucuna takma geleneği tüm hızıyla devam ediyor. BM kürsüsünden modern dünyanın tek taraflı icat edilmiş işleyişine uymayanlara yönelik azarlamalar, bu işleyişe boyun eğerek yapılan zulümler karşısında, hoşgörülü müzakere masasından zulme uğrayana itidal çağrısına dönüşüveriyor. 

Evrensellik iddiası

Evrensellik vurgusu ile kurumsallaştırılan insani değerler, kurumsal yapılar eliyle yürütülerek duyguların ve akletmenin önü alınmak amacıyla kullanılabiliyor. Artık neyin insan hakkına uygun ve neyin insan hakkının ihlali olduğu bu kurumsal mekanizmaların menfaat kriterleri üzerinden değerlendiriliyor. Bunca aç gözlülük, menfaatperestlik ve sömürüye rağmen gelinen noktada dünyanın hala yaşanılabilir olması ise insani duygularla duyumsayabilen insanların varlığıyla mümkün olabiliyor. 

Pozitif aklın kaygısı, makam ve parada tecellisini bulan güce dayalı şahsi ya da milli çıkarlarken, akleden kalbin kaygısı, insan olabilmeyi gerçekleştirebilmek ve bunu sürdürebilmektir. İnsan olmak gibi bir derdi olmayanın ise ebedi hayatı da gasp edebileceği ümidi ile sahip olduğunu kendisi olmak zannedip onları kendine sarıp sarmalayarak mumyalanmaktan başka bir seçeneği kalmıyor. 

İnsanın sahip olabileceği kendinden başkası değildir. Ancak kendine sahip olamamak, kendini mala mülke ve oradan elde ettiği güce sarıp, onlarsız olamamayı ve bu uğurda her şeyi göze almayı inanç haline getirebiliyor. Öyle ki bu, sahip olduklarını öldükten sonra bile kendisi ile birlikte mumyalayıp yanında götürebileceğine dayalı bir inançtır. Sahip oldukları ile kendini özdeşleştiren bu tutum, sahip olduklarının başına gelenin kendi başına geldiği inancına kapılmaya yol açar. Bugün Suriye ve Mısır’da olanlar ve bunları mübah görmenin anlamı, sahip oldukları araçlarla kendilerini aline etmiş kişilerin bu araçları korumayı kendini koruma inancına dönüştürmesine dayanıyor. Bu öyle güçlü bir inanç ki amacına ulaşabilmek için yüz binlerce kişinin katlini görmezden gelebiliyor. 

Böyle bir hadsizlikle nasıl baş edilebilir; gidenimizin bile geriye göz ucuyla baktığı dünyada. 

[email protected]