Modern Ortadoğu’nun temelleri

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
6.08.2016

Jane Hathaway, Osmanlı hakimiyeti altındaki 400 yıllık uzun dönemi günümüzün modern Ortadoğu’sunun temellerinin atılmasında büyük payı bulunan muazzam bir sosyal, kültürel, politik ve ekonomik değişim dönemi olarak değerlendiriyor.


Modern Ortadoğu’nun temelleri

Günümüzde Ortadoğu olarak bildiğimiz ve Kuzey Afrika’dan İran’a dek uzattığımız coğrafi alanda 1516’dan 1918’e dek hüküm süren bir devlet Osmanlı. Mercidabık ve Ridaniye zaferlerini elde eden Yavuz Selim’den I. Dünya Savaşı sonuna dek bu hükümranlığını 400 yıl boyunca sürdüren Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarını ‘işgal’ ettiği yolunda yaygın ve nereden bakarsanız bakın ‘çarpık’ bir anlayış vardır Avrupalı ve milliyetçi Arap tarihçiler arasında. Bu tarih anlayışının oluşumu ve yaygınlaşmasında elbette 19. ve 20. yüzyıldaki milliyetçi yaklaşımların etkisi büyük. Ancak bu yaklaşımlar tarihsel durumu bütün incelik ve ayrıntılarıyla görmemizi de engelleyen bir perde rolünü üstleniyor çok yerde.

Osmanlı tarihçiliğinde özellikle Mısır ve Yemen konusundaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Jane Hathaway, Osmanlı Hâkimiyetinde Arap Toprakları’nın 300 yılını (1516-1800) anlattığı mükemmel sentez eserinde şu önemli saptamayı dile getiriyor: Osmanlı tarihi ve kurumlarını anlamadan, 1516 ve Birinci Dünya Savaşı arasındaki Arap toprakları tarihini anlayamayacağımızı bugün eskisinden çok daha açık bir şekilde görüyoruz. Hatta yıkılmasının üzerinden 100 yıl geçmiş olsa da Osmanlı Devleti, tarihi ve kurumları anlaşılmadan Ortadoğu olarak tarif edilen bölge ve bu bölgede yaşayan insanların, halkların, etnik ve dinsel azınlıkların gündelik hayatından politik tavırlarına dek birçok özelliklerinin tam anlamıyla çözümlenemeyeceğini bile düşünebiliriz.

Milliyetçi mercek

Elbette milliyetçi anlayışlar hemen hepimizin ‘tarihsel idrak’ine bir şekilde sızmış, onu şu ya da bu biçimde çarpıtmıştır; bu etkinin tamamını sıfırlamamız güçtür. Ama Osmanlı devletinin 400 yüzyıl boyunca hükmettiği coğrafyaya ve bu 400 yıla sadece Arap ve Avrupalı tarihçilerin değil, çoğu Türk tarihçinin de milliyetçi merceklerle baktığı söylenebilir.

Jane Hathaway ise ilk elden, Osmanlı hakimiyetindeki 400 yılın, basitçe işgal diye etiketlenemeyecek kadar uzun bir dönem olduğuna dikkat çekerek Arap topraklarında 19. ve 20. yüzyıllarda yükselen milliyetçi akımların ve kurulan ulus-devletlerin peşi sıra, Osmanlı hâkimiyetini bu topraklardaki uygarlığa hiçbir katkısı olmamış bir işgal dönemi diye niteleyen ve artık zaman aşımına uğramış tarih anlayışıyla birlikte, bu yaklaşımın revize edilmiş daha gelişkin türevlerini de çürütüyor.

Osmanlı hakimiyeti altındaki 400 yıllık uzun dönemi günümüzün modern Ortadoğu’sunun temellerinin atılmasında büyük payı bulunan muazzam bir sosyal, kültürel, politik ve ekonomik değişim dönemi olarak değerlendiriyor Hathaway. Bu 400 yıllık dönem bir ‘işgal dönemi’ değil, bir ‘yerleşim dönemi.’

Arap ve Osmanlı arşivlerini çok üretken bir biçimde kullanan yazar, söz konusu değişimlerin izini sadece politik elit ve siyasal tarih içinde değil, çarşı esnafından aşiretlere, loncalardan vakıflara, köylülerden kadınlara, etnik ve dinsel azınlıklara kadar çok çeşitli toplumsal kesimler ve alanlarda sürüyor.

[email protected]

Osmanlı  Hakimiyetinde Arap Toprakları Jane Hathaway çev. Gül Çağalı Güven İş Bankası, 2016

Çalışmanın mahiyeti ve gücü

Günümüzde “çalışma dünyası”, “çalışma hayatı” gibi deyişlerde de geçtiği üzere “çalışma” genel olarak istihdam karşılığı kullanılan bir kelime. Sözleşmeye dayalı bir işte ücret mukabili iş üretme anlamına geliyor bu dar ve kısıtlı anlam da. John W. Budd, Çalışma Düşüncesi’nde bununla sınırlı kalmayan, daha geniş bir anlam alanı sunarak bizleri bu dar çalışma kavrayışının ötesine götürüyor. Budd, bu kitapta çalışma ile ilgili birbirinden farklı ama elbette birbirinden kopuk olmayan on kavramlaştırmayı kullanarak, gündelik yaşamımızda her an karşı karşıya bulunduğumuz çalışma eyleminin ne denli geniş ve derinlikli bir anlama sahip olabileceğini ve çalışmanın, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir kavram olduğunu göstermektedir.  

Çalışma Düşüncesi, John W. Budd,  çev. Fuat Man, Ayrıntı, 2016

Din, mitoloji, siyaset, felsefe

Arkaik dönemlerdeki Yunanlıların dini, bizim bugün anladığımız anlamda bir din olarak düşünülebilir mi? Yazarın bu soruya cevabı “Hayır”. Vahyedilmiş tektanrıcı dinler ile Yunan çoktanrıcılığı birbirine karıştırılmamalıdır. Vernant’a göre tektanrıcı dinler kilise dolayımıyla kişinin bireysel kurtuluşunu sağlamayı amaçlarken Yunan çoktanrıcılığı antik kentin politik sınırlarında hareket eder. Din, kentlerin kurumları içerisine yerleşerek dünyevi bir yaşama yönelir: Yurttaşları, kurtuluşları başka bir dünyada sağlanacak insanlar olarak değil, varlıkları tamamen bu dünyada olan insanlar olarak görmeyi amaçlar. Vernant’ın kitabı arkaik dönemdeki Yunan dini, mitolojisi, felsefe ve siyasal toplumunu anlamak yolunda klasik bir eser.

Eski Yunan’da Mit ve Din, Jean-Pierre  Vernant, çev. Murat Erşen, Alfa, 2016