Modernite ve ahtapot kadınlar

Nisa Nur Çaydan / Yazar
4.09.2020

Kadının normal vasıflarını suni değişimlere sürüklediğimiz vakit, derinliği olmayan kadın erkek münasebetini hizipleştirmiş oluruz. İki ayrı cinsiyeti her koşulda eşitleme anlayışının devamında ise birbirlerini lüzumsuz görme sürecine geçilir. Kadının ruhunun alterosantrik oluşundan kuşku duymak, kuşaktan kuşağa geçen toplumun mutluluğunu çökertir.


Modernite ve ahtapot kadınlar

Dudak çizgimizin etrafında tebessüm gölgesiyle oluşan buruk ifadeler vardır. Tıpkı bunu gibi bir mesele olarak ele alındığında “kadın” kavramının belleklerde bir endişe mevzusu olduğunu görmek de bunlardan biridir. Her şeyden önce altı çizilmesi gereken nokta şudur; erkek ve kadın en temel ve yalın tanımıyla insandır. O halde neden kadın tek başına bir mesele olarak ele alınmaktadır? Tarihten bugüne yeryüzünün tüm noktalarında aynı yaklaşım kendisini göstermiştir. İşte tarihin tüm insanlığın omuzlarına yüklediği bu tereddüt halinden çıkabilmenin tek yolu ancak topluma yeni zihinsel pencereler açarak mümkün olabilir.

Basit bir denklem mi?

Kadın, insanlık madalyonunun bir yüzüdür. Diğer yüzü de elbette ki erkektir. Bu nedenle kadınsız yaşam, erkeğin doğasının bir yüzünün yarım kalması demektir. Aslında mesele hem bu kadar basit fakat bir o kadar girifttir. Zira madalyon örneğinden yola çıkarak kadın ve erkeği aritmetik bir denklem çözer gibi kağıt üzerinde denkleştirmek, hayata meydan okumaktır. Çünkü psikolojik ve fizyolojik tahammülleri birbirinden farklı olan iki cins arasında basit bir denklem kurmak kulağa ne kadar hoş gelse de yaşamın dinamiklerinde ne kadar karşılık bulabilecektir?

İşte bu konuda en iddialı olan ideoloji en büyük hatayı yapmıştır; modernizm. Zira, geleneksel yaşamdaki kadının rolünü çarpık bulan modernizm, meseleyi en basit yanından ele almış, İskender’in Gordion düğümünü çözmesi gibi bu sosyal meseleyi bir kılıç darbesiyle halledeceğini sanmıştır. İşte 21. yüzyılda bu konuda hâlâ kısır döngü içinde aynı konuların tartışılıyor olmasının nedeni budur. Modernizm, kadının sosyal bütün içindeki konumu ile doğal bütün içindeki rolünün farklılığını fark edemeyecek kadar basit bir tavırla meseleye yaklaşmış, kadının sosyal hayattaki imkanlarını genişletirken doğal kodlarını tahrip etmiştir. Şimdi başta kadınlar olmak üzere tüm insanlık, bu kurtarıcıların yol açtığı zararın bedelini nasıl ödeyeceğiz diye kara kara düşünmektedir.

Oysaki kadının sosyal ve doğal rolünü ıskalamadan bir arada ele alan evrensel çapta insan yetiştirme paradigmasıyla gerek kadın gerekse erkeğin, sükunet içinde yaşama sanatını öğrenmesi mümkün olacaktır.

Modernite ve kadın

Modernite en basit tanımıyla hayatın rasyonel bir rehberle çok tatminkar olabileceğinin kabulüdür. Tarihe baktığımızda Kilise, akıl kandilini söndürerek Batı dünyasını asırlarca ızdırap içerisinde bırakmıştır. Bu etki elbette tepkisini bulmuş, Rönesans ile başlayan rasyonel düşünce ve özgürlük anlayışı eski ve yeni çatışmasını başlatmıştır. Bu çelişkinin izleri daha çok kamusal alanda boy göstermiştir. Öyle ki, bu süreçte insanın karşılaştığı en önemli mesele; doğuştan getirdiği kimliklerin gevşetilerek, sonradan edinilmiş kimliklerin ikame edilmesi olmuştur. Somutlaştırırsak; Fransız ihtilali’nde ideal insan tanımı çerçevesinde yapılan “eşitlik ve kardeşlik” vurgusu, teoride kulağa hoş gelse de pratiğe yansıması hiç de öyle olmamıştır. Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi çizgisinde sosyal hayatta erişilen modernitenin ürettiği kültürel havayı soluyan insanların geçmişten kopuş yaşaması kaçınılmazdır. Modernizmin kadınla ilgili büyük iddialarına rağmen, kadınların modern toplumda entelektüel yaşamda varlık gösterememesi, belirli bir kalıba sıkıştırılarak sosyal hayata dahil edilmesi gerçekten acıdır. Modernizmin kadının erkeklerle eşitlenmesi adına giriştiği hamlelerin beklentileri karşılamaması ile kadınlık kimliğinde onursal incinme olmuştur. Modern hayatta kadının içinde bulunduğu durum ve yaşanan gelişmeler sevinç yaratacak şekilde değildir. Kadın bedeninin modern toplumda bir sömürü aracı olarak kullanılmasıyla ruhen ve bedenen oluşan tahribat, kadın kimliğini zedelemiştir. Haddizatında kadın, doğal olarak sahip olduğu asıl gücü de yitirmiştir. Kadının da erkek gibi hür, sosyal vazifelerini yerine getirme bilinci içerisinde olmasından kuşkumuz yoktur. Gelgelelim modernizmin bir türlü sosyal kimlik ile biyolojik kimlik arasında gerekli ayrımı yapamadığı ve bu rolleri birbirine karıştırdığı malumdur. Bu çizgide, sosyal boyutta örneğin Türk kadını ve Fransız kadınını birleştiren ve ayıran noktalar olduğu gibi yine kadınların farklı ideoloji, yaş ve sosyal statüye sahip bireylerden oluştuğu da gözden kaçırmamalıdır.

Aile üzerinden değer yıkımı

Peyami Safa; Kadına vadedilen istikballer hakkında ;“Nereye gideyim?” diye soran kadına her nazariyenin verdiği cevap aynıdır: “Komünizm “işe!”, Faşizm “eve!”, Feminizm “parlementoya!” diyor. Demokrasiler kadının tabiatına uygun ve genişliği nisbetinde müphem, dağınık tekamül yolları gösteriyordu. Yarının kadını, bütün bu ideolojilerin ellerinde başka başka ideallerin kalıplarını almış, birbirine benzemeyen heykellerin müşterek, örneğidir” ifadelerini kullanmıştır.

Modern çağın keskin virajlarından biri olan 19. yüzyılın ikinci yarısında feminist hareketlerin görünürlüğü artmıştır. “Kadınlık” paydası altında kadınları birleştiren noktalar olduğu gibi ayıran noktalar da elbette vardır. Modern hamleler, tahakküm biçimlerini gizleyen ideolojiler olmaktan öte gidememiştir. Her türlü toplumsal değeri alt üst eden bu modern gelişmeler önünde ilk hedef kuşkusuz aile olmuştur. Zira geleneksel toplumu çözerek yeniden biçimlendirmek isteyen modern ideolojiler, kadın üzerinden aileye yürümüş, cemiyetin temel taşı olan, geleneksel değerlerin muhafızı olan aileyi dağıtarak ideolojik tahakkümlerini gerçekleştirmek istemişlerdir.

Güzellik algısı

Antoine Prost  “Kadınlar şimdi eskiden sır gibi sakladıkları bir arzularını fütursuzca beyan edebiliyorlardı: Çekici kalma arzusu. İlk sayısı 1937’de çıkan Marie Claire gibi yeni kadın dergileri, kadınları kocalarını ellerinde tutmak istiyorlarsa görünüşlerini korumaya özendiriliyordu” der. Modern yaşam kadınların önüne hayattaki tek hakiki hedef olarak güzelliği koymaktadır. Peki nedir kadınların önüne konan bu güzellik hedefi? Güzelliği duygusal bir algıdan öte rasyonel ve duyusal algılayan Platon, Immanuel Kant ve ardıllarınca herkes için ortak bir güzellik algısı mümkündür. Farklı bir görüşte ise çoğunluğun beğenisi azınlığın tercihini etkilemez. Kadınlar, bu teorilerin ötesinde, pratikte gerek geleneksel toplum gerekse de modern toplum tarafından beğenilmekle sevilmenin eşitlendiği bir denkleme sıkıştırılarak kendilerine biçilen rolleri yaşamak durumunda bırakılmışlardır. Doğuşumuzdan itibaren idealize edilen güzel kadın figürü, genlerimize işlemiş durumda. Toplumun tümünü kaplayan sosyolojik noktalama ise acaba gerçeğin özünü yansıtmakta mıdır? Ayna metaforuna karşı maddeye ehemmiyet vermediğini, mühim olanın ruh güzelliği olduğunu telaffuz edenler dahi gizliden bu cereyana mahkûm kalmışlardır.

Ahtapot kadınlar

Toplumun dünya görüşü kadın-erkek ilişkisi değiştirilerek temin edilir. Niyet kadınlara verilen imtiyazları eleştirmek değildir. Hakikati sağlamak, sosyal yozlaşmanın tenkidini somutlaşmaktan geçer. Kadınların yetiştirildiği değerlerden kopuşu sosyal hayatta güçlerini kanıtlamak zorunda kaldıkları eylemler, onları kişiliklerini yıpratıcı bunalımlara sürüklemiştir. Kadınların adeta ahtapot gibi her kulvara girmek zorunda bırakılmaları dirençlerini kırarak tükenme noktasına sürükler. Çalışma hayatının getirdiği meşguliyet ile boğuşurken kendileriyle övünme ve yakınma paradoksuyla tanışırlar. İç portrelerinde yan yana getirdiği zıt renkler mantığın eleğinden geçmedikçe bir bunalım kaynağı olmaya devam edecektir. İnsan gücünü aşan zihinsel dönüşümler, toplumun minyatür modeli olan aile kavramını derinden tartarken modernizmin getirdiği monoton bir yaşama pencere açmıştır. “Evin otelleşmesi” kadınları modern söylemin ödenmesi gereken bedelleriyle yüz yüze getirmiştir. Dar manalı kelimelerle bireysel keyfini tatmin ederken, sadakat duygusunu zedelemiştir. Mutluluğu yakalamak için girilen maraton koşusunda kimi zaman bu hayatın hüznüne dalmış kadınlar sosyal hayattaki kazanımlarını doğalarından taviz vererek elde etmek zorunda kalmışlardır. Dik yamaçların birisinde yalnız kalmışların, hürriyetin manasını yeniden sorgulamaları gerektiklerinin kanaatindeyim. Böylesi ruhların kendileriyle mücadele haliyle enerjilerinin emilmesini ne zamana kadar sürdürülebilir kılacağı bir muammadır.

Eşitleme çabası

Kadının normal vasıflarını suni değişimlere sürüklediğimiz vakit, derinliği olmayan kadın erkek münasebetini hizipleştirmiş oluruz. İki ayrı cinsiyeti her koşulda eşitleme anlayışının devamında ise birbirlerini lüzumsuz görme sürecine geçilir. Kadının ruhunun alterosantrik oluşundan kuşku duymak, kuşaktan kuşağa geçen toplumun mutluluğunu çökertir. Yaratılışlarına pesimist bakış açısıyla bakmak yerine salt muntazamlık ile yoğrulmuş beden ve kimlikleriyle barışık kadınları inşa etmeliyiz.

[email protected]