Modernleşme gelenekten kopuş değildir

Açık Görüş Kitaplığı / Murat Güzel
1.12.2019

Osmanlı modernleşmesini makro ölçeklerde tahlil için gelenek/modernlik (yatay) ve Doğu/Batı (dikey) mukayeseye dayalı bir perspektif geliştiren Gencer, modernleşmeyi gelenekten kopuştan ziyade geleneğin dönüştürülmesi olarak niteliyor.


Modernleşme gelenekten kopuş değildir

Türkiye’de son 200-250 yıldır birçok alan ve düzeyde konuşulan dini, siyasi, fikri ve toplumsal değişim, süreç ve sorunların, yürütülen tartışmaların tamamını kuşatan merkezi bir sorun/tartışma alanı olarak görebiliriz modernite ve modernleşme süreçlerini ya da Türkiye’de gelişen şekliyle batılılaşma sorununu. Elbette batılılaşma olarak adlandırılan süreç sadece Osmanlı coğrafyasında değil, İslam coğrafyasının hemen tamamında ve farklı biçim ve kılıklarda dünyanın diğer birçok coğrafyasında da özellikle 18. yüzyıldan itibaren etkili olmaya başlayan daha global bir süreçti. Sadece Osmanlı’nın, Rusya’nın ya da Japonya’nın Batılılaşmasından/Avrupalılaşmasından bahsetmek bir bakıma eksikti; çünkü bizatihi süreç Avrupa’yı da Avrupalılaştıran bir süreçti. Sürecin her toplum, kültür ve coğrafyada farklı etkilerinin olduğunu, farklı gelişim örüntüleri sergilediğini söylemekte bir beis yok elbette. Ancak bütün bu farklılıklar içinde bazı önemli yöndeşmelerin, ortaklıkların da var olduğunu görmek gerekiyor. 

Bilinci yaran ikilikler

İslam’da Modernleşme, 1839-1939 kitabıyla bildiğimiz Bedri Gencer, bu kitabında ele aldığı İslam modernleşmesi incelemesini Gelenekten Modernliğe Osmanlı kitabıyla derinleştirmeye çalışıyor. Ona göre “Osmanlı varisi Türkiye’de yaşadığımız, kutsal devlet, anayasa, hukuk ve refah devleti, başkanlık-parlamenter rejim tartışması, meşrûiyet krizi, etnik ayrılıkçılık, askerî darbe, bürokratik oligarşi, hantal memurluk kültürü, rüşvet illeti, hazine kapitalizmi, sivil toplumun zayıflığı, ağalık, genel askerlik, kaht-ı rical, eğitim, mektep-medrese ikiliği, itikadî-ahlakî yozlaşma, Batılılaşma, doğru-yanlış din tartışmaları gibi, neredeyse bütün temel problemlerin, şizofrenilerin kaynağı, Osmanlı modernleşmesidir.” Gencer şizofreni derken bilincimizi yaran, yaralayan ikilikleri kasdettiğini vurguluyor. 

Yeterince makro çalışma yok 

Bugünkü problemlerimizi çözmenin, yaşadığımız dilemmalardan kurtulmanın yoluna Osmanlı modernleşmesine vukufla girebileceğimizi düşünen Gencer, Osmanlı modernleşmesi alanında yapılan çalışmaların da yeterince gelişmediğinden yakınıyor. Niyazi Berkes ile Bernard Lewis’in konuyla ilgili eserlerini “ideolojik-teleolojik Osmanlı modernleşmesi incelemeleri” olarak gören Gencer, Kemal Karpat’ın ise tahlilden çok tahkiye yoluna saptığını belirtiyor. Berkes ile Lewis’in çalışmalarının “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu meşrulaştırmaya yönelik gizli bir ideolojik-teleolojik saikle malûl” olduklarını ifade eden Gencer, Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan bu modernleşme perspektifinde Osmanlı’nın batışı, Türkiye’nin ise çıkışı temsil ettiğine işaret ediyor. Osmanlı modernleşmesinin en önemli analistlerinden Şerif Mardin’in de konuya dair bir monografi yazmadığını, konuyla ilgili çalışmalarının dağınık makaleler halinde bulunduğunu belirleyen Bedri Gencer’e göre Osmanlı modernleşmesine dair sayısız mikro çalışma yapılmışken yeterli derecede makro çalışmalar yoktur. Osmanlı modernleşmesini “ümmü’l mesâil” (meselelerin anası) sayan Gencer, alandaki mikro incelemelerin çokluğuna karşın makro bakışların eksikliğinin büyük resmi daha iyi görmemize imkân tanımadığını da kaydediyor. 

Osmanlı modernleşmesini makro ölçeklerde tahlil için gelenek/modernlik (yatay) ve Doğu/Batı (dikey) mukayeseye dayalı bir perspektif geliştiren Gencer, modernleşmeyi gelenekten kopuştan ziyade geleneğin dönüştürülmesi olarak niteliyor. Ona göre moderni gelenekselden, yeniyi eskiden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Osmanlı modernleşmesini kavrayabilmek için Osmanlı geleneği kadar Batılı modernliğe de vukufiyet gerektiğini kaydeden Gencer, Osmanlı modernleşmesinin sosyolojik olarak nasıl kavranabileceğine ilişkin bir yöntem de öneriyor. 

@uzakkoku

Spinoza ve çağdaş felsefede etki alanı

1492’de Endülüs’te Gırnata şehrinin düşmesi sonrası kilisenin baskıları sebebiyle Hollanda’ya göçmüş Yahudi bir ailenin, bilahare aforoz edilecek oğlu Spinoza’nın siyasal görüşleri kadar kurduğu felsefi sistem de gerek Jacobi ile Hegel gerekse Feurbach ve Marx dolayımıyla çağdaş felsefede halen etki alanını koruyor. Spinoza Daima, Spinoza’nın bilhassa Ethica ile Tractatus-Theologico Politicus eserleri etrafındaki düşünceleri çözümleyen ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 2008 ve 2009 tarihlerinde düzenlenen Spinoza Günleri’nde sunulmuş ve daha sonra iki cilt halinde kitaplaştırılmış bildiriler arasından seçilen dokuz makaleden oluşuyor. 

Spinoza Daima, yay. haz. Cemal Bali Akal, Zoe, 2019

Kurtla kuzuyu barıştıran vezir

1243’teki Kösedağ savaşında alınan yenilgi Türkiye Selçukluları’nı Moğollara tabi kılmıştı. Moğol egemenliği altındaki Selçuklular’da 1260’lı yıllardan itibaren bürokrasi içinde varlığını temayüz ettiren bir devlet adamı Fahreddin Ali. Zehra Odabaşı, kendisi hakkında “kurt ile kuzuya aynı tastan su içirir” sözü darb-ı mesel haline dönüşmüş bu Selçuklu bürokratının sadece hayatını bize aktarmakla kalmıyor; onun Konya, Kayseri, Afyon, Akşehir gibi şehirlerdeki vakıflarını da inceliyor. Onun zengin gelirlerle kurduğu vakıflar sayesinde ayakta kalabilmeyi başarmış birçok eğitim kurumu, cami bugün bile varlığını sürdürüyor. 

Sahib Ata Fahreddin Ali ve Vakıfları, Zehra Odabaşı, Bilge Kültür Sanat, 2019