Modernlik ve annelik

AYŞE KEŞİR / Yazar
16.02.2013

Modern yaşam kadın için kariyeri tek hedef olarak koyarken, sistemi öyle erkeksi bir bakışla ortaya koyuyor ki, kadın anneliği ve kariyeri arasında seçime zorlanıyor ve bir anlamda erkekleşmeden var olamıyor.


Modernlik ve annelik


Kadim doğruları göz ardı etmeden, yeni yüzyılda yeni şeyler söylemek lazım. Bir ayağımızla köklere sıkı sıkı tutunarak diğer ayağımızla yeryüzünü dolaşıp, yeni şeylerle büyüyüp gelişmek lazım... Sadece mühendislik, tıp değildir yenilikleri bekleyen... Büyümesi güçlenmesi gereken de sadece ekonomi değildir. Sosyal ve beşeri sermayeyi de yeniliklerle güçlendirmeli yeni şeyler söylemeliyiz. Cüzdanımız, evlerimiz, koltuklarımız, arabalarımız ve makamlarımız büyüdükçe büyük adam olamayacağız. İnsanı, insana ait tasavvurları ne kadar güçlendireceğiz? Yeni bir medeniyet projesi ortaya koyabilecek miyiz? Bizi gerçekten büyütecek olan bu sorulara verilen cevaplardır.



İşe aileden başlamak



Yeni şeyler söylemeye aileden başlamak gerek. Güzel ülkemde kadın ve aile konusunda kamplara bölündük maalesef. Kadın hakları söylemi sadece sosyal demokrat, aile söylemi ise sadece muhafazakâr dünyaya mı ait? İşte tam bu algı üzerinden yeni şeyler söylemek lazım. 80 öncesinin dilidir, ideolojileri sembollere sıkıştırıp hapsetmek. Parka, bıyık üzerinden giden söylemin, kadın, aile, başörtüsü... ile devam eden hikâyesidir bu.



Aile olmak, eş veya ebeveyn olmak aslında sadece kadın veya sadece erkeğin görevi olarak tanımlanamaz. Yani, tek başına birinin üzerine yıkılamaz aile olmanın tüm sorumluluğu...



Güçlü bir ailede erkek, kadın, çocuk her bir bireyin ayrı ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı görevler esner veya daralabilir; bu ayrı bir tartışma konusudur... Fakat aslolan, ailenin, birilerinin verici, diğerlerinin ise alıcı olduğu bir kurum olmamasıdır.



Her evlilik aile değildir



Sadece bir evi, duvarları, odaları, bir bütçeyi, ev içi görevleri ya da 24 saati paylaşmak değildir aile olmak... Bulaşığı kimin yıkayacağı, ütüyü kimin yapacağı, çocuğu okula kimin bırakacağının tanımlanması da değildir aile olmak... Eğer insana ait değerleri çekip alırsanız, yukarıda saydıklarım sadece “ev ortaklığı” olur çıkar.



Evliliği sadece kadının kendine bakacak, erkeğin ise ev işlerini çekip çevirecek birini bulması olarak tanımlarsak, en başından başlar yanlış...



İhtiyaç analizimiz değişince aile olmaktan vaz mı geçeceğiz?



Yeni kavramlar ve kodlarla konuşmalıyız artık...



Evlilik ve aile olmayı, nesnel ihtiyaçları karşılama üzerinden tanımlayarak yapıyoruz en büyük hatayı... İçinde empati, insaf, vicdan, sabır, muhabbet, güven, sorumluluk, hasılı “insanlık” yoksa her evlilikle yuva kurulmuyor maalesef...



“Kendimiz için istediğimizi diğeri için de istemedikçe” her evliliği aile yapamayız.

Kişilikleri, yaşları, cinsiyetleri ne olursa olsun, her bir sağlam parçanın oluşturduğu yeni sağlam bütünün adıdır aile... Kadın, erkek ve çocukların görev, sorumluluk eğrisi her zaman aynı değildir kuşkusuz. Hatta zaman ve şartlara göre farklılık, çeşitlilik de gösterebilir.



Çözüm üretemesek de bazen, hatta anlamasak da dinlemek, dert ortağı olmaktır aile olmak...



Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, bir masada yemek yemek, TV kumandası için kapışmak, hasta olana ilacını getirmek, “ayaktayken bir çay da bana koy” diyebilmektir aile olmak... Kardeşinin kıyafetini ödünç almak, küçük sırlarını paylaşmak... “Merak edip beklemesinler” diye gecikeceğini yüksünmeden arayıp haber vermek, bireysel keyifler kadar birlikte yapılanlardan haz almaktır aile olmak... Sorun çözme becerisini birlikte geliştirmek, araya yollar, şehirler girse de ayrı olmamaktır aile olmak.



Haklarımızı kutsarken, görevlerimizi de unutmamaktır aile olmak...



Şiddetin yakıcılığı



Şiddet öyle yakıcı, yok edici bir kelime ki, sadece mağduru değil, yanına konduğu her kelime ve kavramın da yok edip içini boşaltıveriyor.



Aile içi şiddet... Kadına yönelik şiddet... Töre ve namus cinayeti...



Kadın, aile ve töre kavramları neredeyse cinayet ve şiddetle özdeşleşti. Gençler aile kurmaktan korkar oldu, folklorik zenginliğin de ifadesi olan törenin, bizzat kendisi, kadınlarla birlikte cinayete kurban gitti. Kadına yönelik şiddetle mücadele ederken de yani şeyler söylemek lazım. Evde var olan şiddet sadece kadının sorunu değildir, o evde yetişen çocuk ekseninde toplumun yarınlarının da sorunudur.



Tıp bilimi ilerledikçe kadınların doğuma ait kaygıları azalacağı yerde tersi bir oranda artıyor sanki... Yoksa kadınlar, modernizmin mükemmeliyetçiliği iddiasına yenik mi düşüyorlar?



Annelik hakkında farklı ideolojiler, farklı yorumlar yapsa da değişen dünyada sosyolojik olarak anneliği yeniden okuma ihtiyacını görmezden gelemeyiz.  

Annelik tartışmaları ekseninde, kadın sistemler ve rejimler arasında bir seçim yapmaya zorlanıyor aslında. Ya ev kadını bir anne olarak modernizm tarafından ötelenirsiniz ya da çalışan bir anne olarak vicdan azabıyla yaşarsınız.



Kadın hakları mücadelesi verilirken, kadının en doğal hakkı olan anneliği görmezden gelemeyiz. Anneliği, kadının geri kalmışlığına sebep gösterenler, en son ne zaman bir çocukla birlikte bayılıncaya kadar güldüler,  ateşten yanan bir çocuğun başını sabaha kadar beklediler?



Modern yaşam kadın için kariyeri tek hedef olarak koyarken, sistemi öyle erkeksi bir bakışla ortaya koyuyor ki, kadın anneliği ve kariyeri arasında seçime zorlanıyor ve bir anlamda erkekleşmeden var olamıyor. Kadının, kadın ve anne olarak var olacağı sistemler kurgulamayı telaffuz etmek dahi acımasız saldırıların hedefi olmaya yetiyor.



Kadınların hatırı sayılır bir kısmı, evlerine, evladından daha çok mesai harcıyor.  Kadınlar arasında, ev işleriyle bütün gün uğraşmak “titizlik” olarak, iltifat görmez mi? Ben, kadınlarının ev becerileri, mutfaktaki maharetleri için birbirlerine ettikleri iltifat kadar, annelikleri için ettiğini hiç görmedim. Ondandır kadınlar, evlerinin temizlik, konfor ve dekorasyonuyla birbirlerine karşı statü edinirler, annelikleri ile değil...



Annelik konusunda modern yaşamı suçlayanlar, yerleşmiş yanlış “ev kadınlığı” kabullerini de sorgulamalılar artık.



Söz konusu kadın ve annelik olunca “ya” “ya da” demek zorunda değiliz. Tarafların tamamı sorumluluğu ortak paylaşarak “kazan kazan” formülüyle, hem çalışan bir kadın hem de iyi bir anne olmak için kendi özgün yöntemlerimizi geliştirebiliriz.

Kadın, iyi bir planlamayla ve önceliklerini doğru belirleyerek, hem mutlu olduğu işte çalışabilir, hem de (kötü bir ev kadını olma bahasına) iyi ve mutlu bir anne olmayı başarabilir. Yeter ki sistemler, ideolojiler, yerleşmiş kabuller onu sürekli yargılamasın.



Yaşam koçu nineler-dedeler



Aileyi, anne, baba, çocuk üzerinden tanımlayıp, aile ilişkilerinin de haklar zemininde sadece hukuk üzerinden tanımlanmasından mustaribim.

Çekirdek aile, başta kadına ve akabinde çocuğa karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır.



Biz çekirdek aile ile çocuklarımızı ninelerinden ve dedelerinden mahrum ettik.

Bir diploması olmasa da görmüş geçirmiş bir nine, dede hele bir de “arif” ise... Torunlar için bundan daha büyük bir “yaşam koçu” olabilir mi? (Bilerek bugüne ait bir dil kullanıyorum. Önemli bir eksiğimiz de, eskinin eskimeyen değerlerini bugünün dili ile yeni nesillere aktaramayışımız.)



Çocuk huzur ister, ilgi ister, şefkat ister, hepsinden önemlisi de sabır ister. Tahammül ve sabır yılların damıtılmışlığı ile öğrenilir. Bir çocuğun sabrı, hoşgörüyü, görmeden öğrenmesini nasıl bekleriz?



Günümüz şehirli kadını, güzel yemekler, kekler yapıyor, çocuğunun aşı kontrollerini düzenli yaptırıyor, onunla oyun oynuyor, sinemaya gidiyor... Bütün bunlar çocuk büyütmek için yeterli gibi görünse de ne yazık ki nesiller yetiştirmek için kafi gelmiyor.



Dedeler ve özellikle de nineler sözlü kültürün, mirasın aktarılmasında en önemli aktörlerdir. Bir dede çocukluk hatırlarını anlatırken dahi torunlarına büyük bir kültürel mirası devretmektedir. Ninenin torunun kulağına fısıldayacağı ninni, kızından veya oğlundan saklayarak torunuyla paylaşacağı küçük masum sırları çocuğun ‘insanlığına’ ne büyük katkı sağlar. Yağmurun adının ‘rahmet’, büyük sofraların ‘nimet’, israfın ise ‘haram’ olduğu, paylaşınca sevinçlerin çoğalıp acıların gerçekten azaldığı gerçeği, kadim kültürün bir o kadar kadim aktarıcıları ile hayatımıza girebilir. Ne yazık ki bu, anne babanın tek başına inşa edebileceği türden değildir.



Biz çekirdek aile ile çocuklarımızı ninelerinden ve dedelerinden mahrum ettik.

 

Şehirli büyük aileler



Dedeler ve nineleri, torunlarıyla aynı evde yaşatacağımız eski evlerimiz yok ama yeni fikirler geliştirip, şehirli büyük aileler için yeni şehir kültürü oluşturabiliriz. Aynı binada birbirinden farklı metrekarelerdeki daireler, şehrin ve büyük ailenin nimetlerinden faydalanmak isteyenlerin hizmetine sunulabilir. Aynı katta 4+1 ve 1+1 veya 2+1 daireler, aile büyükleri ile birlikte, bir çatı altında ve mahremiyetlerini koruyarak yaşama fırsatı verilebilir.



Yeni dünyada yaşam şartlarımızı hızla yenileyip değişirken, refah düzeyimiz artarken, sosyal sermayemiz de aynı hızla elimizden kayabilir. Ve sosyal sermayenin yeniden inşası ne ekonominin ne de mimarinin inşası gibi kolay olmayacaktır...



Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...



[email protected]