Modernlik ve medeniyet tasavvuru

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
4.03.2022

Toplum, proje olarak üretilen bir oluşumla karşılaştığında onu analiz eden bir yaklaşım gösterir. Bu analizin kriterleri ise onu toplum yapan değerler sistemidir ve bu sistemden geçit bulabilen oluşumlar toplumsal değer olarak varlık bulabilir.


Modernlik ve medeniyet tasavvuru

Günümüz dünyasının adeta meşruiyet kavramı olarak öne çıkan 'modern dünya' algısı, ötekileştirip yerine geçtiği kutsal olana karşı ikaz vurgusu da içeriyor. Modernlik, kendisini yeni bir mod ile öne çıkartırken, ayrıştığı değerleri, yeniye ve ilerlemeye engel, gericilikle sembolize ettiği bir muhafazakarlık olarak tarif eder. Temel iddiası ise aklın öncülüğünde insanca bir yaşam ve barışın tesisi iddiasına dayansa da bu böyle olmadı. Aksine iki dünya savaşı bu iddiaya dayalı dizayn edilmiş ortamın tam ortasında gerçekleşti. Geleceğin geçmişten, yeninin eskiden daha iyi olduğu ve olacağı önermesi üzerinde, pozitif aklın rehberliğinde, değerlere bağlılığı yadsıyan ve sürekli yenilikçilik 'mod'unu diri tutan modernlik, meşruiyetini sağlayacağı teolojik araçlara da sahiptir. O, her ne kadar kendisini muhafazakarlık karşısında inşa etse de bu araçları, ötekileştirdiği muhafazakar değerleri gerçekliğinden koparıp simüle ederek kendisine kutsallık ve iktidar devşirmek için kullanır. Bu sadece günümüz dünyasında değil tarihin tüm zamanlarında karşılaştığımız bir durum. Toplumsal yapının 'mod'unu elinde tutan ve toplumu kendine göre belirleme yetkisini ele geçirmiş her sistem bu mod'a uymayan değerler sistemini tehdit olarak algılamış ancak itirazla karşılaştığında bu değerleri en iyi kendisinin temsil ettiği iddiasında bulunmuştur.

Sahipliğin kutsanması

Sınırsız ihtiyaçlar algısı ile sahip olmayı kutsayan anlayışın, aklın rehberliğinde amacına ulaşmak için her yolu mübah görmesi elbette hakikat ve ona dayalı değerler ile sürdürülemez.

Modernliğin ideal toplum tipi kadim değerlerle yaşamsal bağını koparmış, bunun yerine modern misyon yüklü ürünler ve markalarla değer edinme arayışında, değer üretme ve aktarma yeteneğini yitirmiş birey merkezli çekirdek aile tipine dayalı tüketim toplumudur. Bu toplum modern algının ürettiği ihtiyaçlar üzerinde hareket eder.

Modernlik, ürettiği ihtiyaçlar algısında sürekli kendini yenileme/yineleme döngüsünde gerçekleştiren bir sistemdir ve toplumsal değerlerle çatışma halindedir. Bu anlamda modernlik, özgün iktisat algısıyla, sınırsız ihtiyaçlarını sınırlı kaynaklarla gerçekleştirmeye çalışırken kurduğu yeni dille kendini, dolayısı ile ihtiyaçları sınırlayan tüm değerleri muhafazakarlıkla ötekileştirir. Kendini gerçekleştirmeye engel gördüğü değerler yerine, istediğinde her tür değişikliği meşrulaştırabilecek, sahip oldukları ile edindiği güce dayalı hak algısıyla hareket eder. Bu anlamda teoloji, gerekli olan meşruiyet alanları üreten idealize edilmiş dinler, Tanrılar veya ideolojiler üreterek modernizmin meşruiyet ihtiyacını karşılar. Bunu da muhafazakarlık olarak dışladığı değerler sisteminden devşirdiği kavramlara yeni anlamlar yükleyerek yapar.

Carl Schmitt'in "Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Bu kavramlar ilahiyattan devlet kuramına aktarılmışlardır. Her şeye kadir Tanrı, her şeye kadir kanun koyucuya dönüşmüştür" ifadesi modern dünyanın içinden bir yorumla bunu yeterince izah ediyor.

Alain Touren, modernliğin varoluş mekanını "modern toplumun doğabilmesi için ortadan kalkması gereken kutsal düzen" olarak ifade ederken ortadan kalkacak kutsalın yerine geçecek bu sistemin de kutsal olacağını ima eder. Çünkü bir şeyin yerine geçenin mahiyeti öncekiyle benzerdir. Bu konuda çok sayıda örnekler verilebilir. Auguste Comte'un Pozitivizmin İlmihali, modernizmin yerine geçtiği kutsala alternatif olarak kendi kutsallığının ilkelerini ortaya koyan teolojik bir eserdir.

Meşruiyet laboratuvarı

Teoloji her zaman modernliğin ihtiyaçlar hiyararşisinde hümanizmi(her şeyin ölçüsü insandır) kutsayan meşruiyet laboratuvarıdır. Çünkü teolojinin öznesi olan 'the insan' herhangi bir insan değil, Tanrı'yı nesneleştirip onu ve onunla tüketen, her şeyin modunun kendisi olduğu inancına sahip bir varlıktır.

Canlılığın en küçük birimi olan hücrenin, onu muhafaza eden kısmı hücre zarıdır. Hücre zarının işlevi hücrenin vasıflarını sürdürebilmesi için bu yapıya zarar verebilecek, dışarıdan gelen yeni yapılar karşısında kendisine faydalı olanları alıp, zarar verecek olanları almamak, içeride zarar vermeye başlayanları da hücrenin dışına atmaktır. Bu örnekte hücre zarı toplumun karakteristik varlığını sürdürebilmesi için hassasiyetleri görünür kılan muhafazakar değerler sistemine benzerken, modernlik hücrenin genetiğini değiştirmek için hücre zarını cebren delip geçen şırıngaya benziyor. Zaten modernliğin hak algısı da amaca ulaşmak için her yolu mübah görmeyi akli kabul ederek sahip olmakla elde ettiği bir hak algısıdır.

Toplum, proje olarak üretilen bir oluşumla karşılaştığında onu analiz eden bir yaklaşım gösterir. Bu analizin kriterleri ise onu toplum yapan değerler sistemidir ve bu sistemden geçit bulabilen oluşumlar toplumsal değer olarak varlık bulabilir. Hiçbir bilgi bu süreçten geçmeden toplumsal değere dönüşemez. Vahiy de olsa bir mesajın toplumsal değere dönüşebilmesi onun toplumsal yaşamda gerçekleşip içselleştirilmesine bağlıdır. Her toplum kendi değerlerini ancak kendisi üretebilir.

Toplumsal anlamda değer üreten temel yapının aile merkezli olduğu, ancak bunun da modern aile tipi olan çekirdek aileye dönüşmesi ile değer üretme kabiliyetini kaybettiğini görüyoruz. Toplumu güdüleyen bu modern algı, değer üretmeyen, üretim araçları dediğinin de aslında dünyanın ve insanlığın değerlerini tüketilebilir forma dönüştüren tüketim araçlarına sahip, değer ölçüsünün de, daha çok tüketenin daha değerli olduğu bir sistem. Bu sistemin akletme biçimi, duyguları ve akleden kalbi işe karıştırmayan hesapçı bir akıldır.

Modern dünyada sürekli savunmada, ayakta kalmaya çabalayan muhafazakarlık gerçekte neye tekabül ediyor? Muhafazakarlığın ve modernizmin diri tutmaya çalıştığı yapının temelde ne olduğunun açığa çıkartılması bu savunma hattını da belirgin kılacaktır. Burada şunu belirtmek gerekir ki muhafazakarlık, modern çatı altında toplum dışında şekillenmiş teori ve ideolojilere karışı bir ideoloji değil, her toplumun kendi eliyle ürettiği değerler üzerinde kendinden menkul algılarıyla kendisini gerçekleştirdiği canlı bir süreçtir. Bu açıdan modernlik, piyasa olarak belirlediği sosyal ortamı ürettiği mallar üzerinden belirlerken, muhafazakarlık yaşamsal deneyimlere dayalı değer üretme ilişkileriyle gerçekleşmiş bir sosyal ortamdır. Bu yüzden modernlik yaşamsal alanı belirleyebildiği ölçüde gerçekleşebilir ve bunu gerçekleştirmek için her türlü gücü kullanıp toplumu asla kendi algılarıyla kuracağı bir yaşama terk edemez. Huntington'un gücünün zirvesinde ve rakipsiz olduğunu söylediği batı, dünyayı düşüncelerinin, değerlerinin veya dinin üstünlüğüyle değil; ama daha çok örgütlenmiş gücü ve zor kullanmasındaki üstünlüğü sayesinde fethetmiştir diyerek bunu açıkça ifade edebilmektedir. 21. yüzyılın yeni modunu belirlemeye çalıştığı "Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması" adını verdiği çalışması incelendiğinde, gücünün zirvesinde olan Batı modernliğinin bu zirveyi kaybetme korkusuna dayalı, kendisine eklemleyemediğini belirgin bir fay hattı ile ötekileştirip düşman ilan eden bir çatışma projesi olduğunu görüyoruz. Bugün Ukrayna'da ve Ortadoğu'da yaşananlar Batı'ya eklemlenme ve buna olan itirazlar olarak gerçekleşiyor.

Sonuç olarak hak ve hakikat algısı temelinde şekillenen medeniyet havzaları ile kutsal olandan ayrışıp onun yerine geçmekle gerçekleşebilen modernizmin uzlaşması mümkün görünmüyor. Medeniyetler kendini var eden hak merkezli yaşam alanlarını muhafaza eden hukuk ile ortaya çıkarken, modernlik aklın üstünlüğü iddiasıyla sistemleşen hukukun koruduğu menfaat olarak ürettiği hakkı tahkim ediyor. Birbirinden ayrılması ve çatışması mümkün olmayan hak ve aklın birbirinin alternatifi iki kutup üzerinde ayrıştırılması, günümüz dünyasının en büyük çelişkisine dönüşmüş ve insanlık kendi ellerimizle ürettiğimiz, içinden çıkılmaz çelişkilerin fay hatlarına savrulmuştur. Bu bağlam üzerinden Huntington'un, kaçınılmaz olarak sunduğu medeniyetler çatışması tezi aslında modernlik ve medeniyet çatışmasını tetikleyen 21. yüzyılın sömürgecilik projesinden başka bir şey değildir.

[email protected]