Modernlikten geleneğe İslam düşüncesi

Röportaj: Fatih Yılmaz
11.12.2023

Mehmet Akif Çeç: “Gelenekten Modernliğe” şeklindeki alışıldık kalıp, ilerlemeci bir zihnin yansıması. Yani gelenekle modernlik arasında öncelik ve sonralığa dayalı zamansal bir evre farkı ve buna bağlı olarak da tekamül ve üstünlük farkı olduğu yaklaşımını kabul eden bir anlayışı yansıtıyor.”


Modernlikten geleneğe İslam düşüncesi

Açık Görüş okuyucuları Mehmet Akif Çeç'i yazılarından hatırlayacaktır. Burada yazmış olduğu İslam düşüncesi eksenli yazıları hayli ilgi ve dikkat çekti. Ve yazarın geçtiğimiz aylarda "Modernlikten Geleneğe & Paradokstan Paradigmaya" adıyla ilk kitabı çıktı. Mehmet Akif Çeç ile yeni çıkan kitabı üzerine konuştuk.

-YAZMA SERÜVENİNİZDEN VE KİTABIN HİKAYESİNDEN BAHSEDER MİSİNİZ?

Yaklaşık otuz yıldır İslam düşüncesi/İslam entellektüel müktesebatı ve Batı düşüncesi üzerine devam edegelen yoğun okumalar ve entellektüel cehdin ürünü olarak ortaya çıktı bu kitap. Yazmak yerine okumayı ve tefekkürü önceledim hep. Fikirlerimin belli bir olgunluğa ve özgünlüğe ulaştığına kanaat getirinceye değin yazmayı hep erteledim ve öteledim. Dost meclislerinde yaptığımız sohbet ve söyleşilerde düşüncelerimin testini yapmaya; varsa açmazları, boşlukları olabildiğince tespit edip doldurmaya gayret ettim. Elli beş yaşında ilk kitabı eline almış olmak belki gecikmiş, geç kalınmış bir yazı hayatı gibi görünse de, ben doğru bir zamanlama olduğunu düşünüyorum. 20 yıl önce bu meseleleri yazmış olsaydım, bugünkü yazdıklarımla aynı ayarda olmazdı diye düşünüyorum.

- KİTABIN ADI OLDUKÇA DİKKAT ÇEKİCİ, ALIŞILDIK KALIPLARI TERSİNDEN BİR OKUMA SÖZ KONUSU.

-Esasen terslik bizim okumamızda değil alışıldık kalıplarda. Biz kendimizce o tersliği düzeltmiş oluyoruz. Kitap, İslamcılık düşüncesinin yaklaşık iki asırdır tartıştığı, konuştuğu temel meseleleri ve yaşadığımız kafa karışıklıklarını sahih bir epistemolojik perspektifle yeniden ele alma ve İslam medeniyetinin/geleneğinin geleceğine dair bütüncül ve tutarlı bir entelektüel ufuk ortaya koyma gaye ve iddiasıyla ortaya çıktı. Dolayısıyla daha başlıktan itibaren bir tashihle başlamış olması gerekiyordu. "Gelenekten Modernliğe" şeklindeki alışıldık kalıp, ilerlemeci bir zihnin yansıması. Yani gelenekle modernlik arasında öncelik ve sonralığa dayalı zamansal bir evre farkı ve buna bağlı olarak da tekamül ve üstünlük farkı olduğu yaklaşımını kabul eden bir anlayışı yansıtıyor. Buna göre geleneğin geçmişi/eskiyi, modernliğin ise bugünü/yeniyi temsil ettiği varsayılmaktadır. Böylelikle gelenek miadını doldurmuş, son kullanma tarihi geçmiş, demode, ya da daha ılımlı bir yaklaşımla nostaljik bir olgu konumuna düşürülmektedir. Modernlerin ve modernistlerin bu konuda böyle düşünmelerinde kendi dünya görüşleri bakımından fazla yadırganacak bir durum yok. Fakat kendini modernite karşıtı ya da gelenekçi olarak konumlandıran insanların bile bu kalıp ifadeyi yaygın biçimde kullanmaları garipsenecek bir durum açıkçası. Aynı zamanda da zihinlerin ne denli modern virüslerle muallel olduğunun bir göstergesi. Maalesef bu konularda yazılan metinlerin pek çoğunun başlığı ya da üst başlığında hep bu kalıp ifade yer alıyor. Modernlik eleştirisi iddiasıyla ortaya çıkan bir metnin üst başlığının "gelenekten modernliğe" şeklinde başlıyor olması büyük bir paradoks aynı zamanda. Naçizane kitabımıza başlıktan itibaren bu tashihi yaparak ya da doğrusunu/olması gerekeni ortaya koyarak başlamış olduk. Dolayısıyla biz "Modernlikten Geleneğe" başlığını atarken, modernlik ve gelenek arasında bir evre farkı ve buna dayalı tekamül ve üstünlük farkı olduğu iddiasının yanlışlığını ortaya koyarak, geleneğin modernlikle eş zamanlı olarak varlığını sürdürdüğünü, bugün yapmamız gerekenin onu yeniden ihya ve inşa etmek olduğunu, modernliğin vazgeçilmez, karşı konulmaz, dışına çıkılmaz zorunlu bir tarihsel süreç olmadığını aksine modernliğin aşılabilir olduğunu, modernlikten geleneğe geçişin zamansal bir geriye gidiş ya da tersine dönüş olmadığını, fâsid bir paradigmadan sahih bir paradigmaya geçiş anlamına geldiğini vurgulamış olduk.

-GELENEK VURGUSU ÜZERİNDE ÇOK DURUYORSUNUZ. NEDİR GELENEĞİN ÖNEMİ SİZCE?

-Geleneğin İslam düşüncesi açısından merkezi bir konumu var bana göre, yani İslam düşüncesinin üzerine oturduğu/oturacağı zemin orası. Dolayısıyla gelenek kavramını merkeze yerleştirmeden sahih, bütüncül bir düşünce sistemi, teorik çerçeve inşa edemeyiz ve dolayısıyla bir medeniyet tasavvuru ortaya koyamayız. İslam düşüncesinin ve İslam medeniyetinin geleceğini konuşacaksak önce İslam geleneğini konuşmamız gerekecek. Maalesef gelenek, -ki özelde kastımız her zaman İslam geleneği- yanlış değerlendiriliyor. Bir kesim modernistlerin gelenek yaklaşımını baz alarak karşı çıkıyor; onlara göre geçmişle ve tarihle özdeşleştirilen gelenek geçmişe ait tüm mevzu rivayetleri, hurafeleri, israiliyyatı, apokrifayı vs. içine alan bir olgu olarak ele alınıyor. Bir kesim gelenekselci ekolün, tüm kadim gelenekleri içine alan ezoterik, gnostik ezelî hikmet/sofia perennis yaklaşımı üzerinden karşı çıkıyor. Genel olarak da gelenek; örf, adet, töre gibi kavramlarla karıştırılıyor ve eşdeğer görülüyor. Yine gelenekçilik, çoğunlukla muhafazakarlıkla eş anlamlı kabul ediliyor. Aynı şekilde bir kesim tarafından da gelenekçilik, geçmişe ait olan şeylerin tekrarı ve taklidi olarak anlaşılıyor. Oysa bunların hiçbirinin gelenekle alakası yok. Bize göre gelenek; orijinini Kur'an ve sünnetin oluşturduğu aynı paradigmal bütünlük, tutarlılık ve süreklilik içerisinde her dönem icmalarla, içtihadlarla kendini üreten, yenileyen, filtreleyen ve kuşaktan kuşağa topyekun tevatüren tevarüs eden rafine, büyük bir aura, ortak anlamlar dünyası, tüm alt paradigmaları çerçeveleyen bir meta-paradigma ve Kur'an ve sünnetin sahih anlama biçimlerinin toplamı. Dolayısıyla bu aynı zamanda bir medeniyetin entelektüel arka-planı, dünya görüşü, ben-idraki, tümelleri, ana ilkeleri ve sabiteleri anlamına geliyor. Yani bir medeniyet inşa etme iddiasıyla yola çıkacaksanız, geleneğe karşı çıkarak medeniyet inşa edemezsiniz. Ya da bir medeniyet iddiası ile ortaya çıkacaksanız geleneğe yaslanmadan medeniyet inşa edemezsiniz. Geleneğe karşı çıkarak ya da geleneği telaffuz dahi etmeden ortaya atılan medeniyet söylemleri nevzuhurdur, geçersizdir, yok hükmündedir. Bugün gelenek sözcüğünü ağzına dahi almadan, kullandığı her beş sözcükten üçünde medeniyetten söz edenlerin zihinlerinde paradigmal bütünlük, tutarlılık ve sürekliliği olan, sistemli bir medeniyet tasavvuru olabileceğine ihtimal dahi vermem. Bir yenilenmeden söz ederken bile, mutlaka gelenekten söz etmek durumundayız.

-KİTABINIZIN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ AÇISINDAN YERİ VE ÖNEMİ NEDİR SİZE GÖRE?

-İslam düşüncesi denildiğinde, Müslümanların tarih boyunca ortaya koymuş oldukları büyük entelektüel müktesebatı anlıyoruz. Bu yönüyle İslamcılık düşüncesi de İslam düşüncesinin bir parçası. Fakat İslamcılık düşüncesinin daha spesifik bir özelliği var; modernite sonrası ortaya çıkmış olması. Yaklaşık iki asır öncesinden itibaren modernite ile karşılaşan Müslüman intelijansiya, Bakı'da ortaya çıkan resmi bir "üstünlük, terakki, arayı açma ve başarı öyküsü" olarak okudu. O resme bakarak, analoji yoluyla kendi kendine şu yanlış soruyu sordu: "İslam dünyası niçin geri kaldı?" Oysa karşımızdaki resim; tek ilkesi ilkesizlik olan bir uygarlığın kuraldışı, kulvardışı ve ahlak dışı yollarla ortaya koymuş olduğu orantısız bir nicelik farklılaşması ve güç temerküzünden başkası değildi. Soru yanlış olunca iki asırdır bu soruya üretilen cevaplar ve çözüm önerileri de yanlış olmaya mahkumdu. Eğer bunu "arayı açma" olarak değil de "yoldan sapma" olarak okumuş olsalardı o zaman şu doğru soruyu soracaklardı; bu işin doğrusu nasıl olmalıdır? O zaman tıpkı geçmişte gerçekleştirildiği ve başarıldığı gibi, İslam geleneğine yaslanarak, bilimiyle, teknolojisiyle, yaşam tarzıyla bir İslam medeniyetinin nasıl inşa edilebileceği yönünde ciddi bir entelektüel cehd ortaya konulacak ve ortaya çıkacak durum da hem Müslümanlar, hem de tüm insanlık için adil, insani, ahlaki bir medeniyetin inşası demek olacaktı. Maalesef karşılaşılan batı resmi, arayı açma olarak okunduğu için arayı kapamak için aynı yoldan gitmek gerektiğine inanıldı. Burada sentezci ve eklektik bir yol tercih edildi; batının bilimini, tekniğini alalım, kültürünü, ideolojisini, ahlakını almayalım ya da batı bilimine bizim değerlerimizi giydirelim şeklinde. Yani aslında şunu demiş oluyorlar; pozitivist düşünce tarafından üretilen pozitif bilimleri alalım ama pozitivizmi almayalım. Bu tabii olmayacak bir durum, bir açmaz. Böylece, Müslüman kalarak modernleşme ya da İslam kalarak çağdaşlaşma şeklinde formüle edilebilecek bir yol ortaya konuldu. Oysa burada ciddi bir paradoks var, Müslüman kalırsak modernleşemeyiz, modernleşirsek Müslüman kalamayız. Eğer yegane gayemiz Müslüman kalmaksa modernleşme tercihimizi rafa kaldırmak durumundayız. Esasen kitabın alt başlığındaki "Paradokstan Paradigmaya" ifadesinin açılımı da bunu ortaya koymaktadır; yani modernleşme paradoksundan çıkalım ve paradigmaya/sahih İslam geleneğine yaslanalım. Maalesef, iki asırdır Müslüman intelijansiyaya hakim olan görüş bu eklektik, sentezci görüştür. Kitap boyunca öncelikle bu çizgiye itirazlarımızı, eleştirilerimizi ifade ediyoruz. Öte yandan modernistlerin tezlerinin yanlışlığını ve gayr-ı sahihliğini ortaya koymaya gayret ediyoruz. Gelenekçi bir perspektif ortaya koymaya çalışıyor olsak da, kendimizi hem gelenekselci ekolden hem de gelenekçiliği taklitçilik ve tekrarcılık olarak anlayan – ki bu gelenekçilik değil- yaklaşımlardan ayrıştırmaya çalışıyoruz. Düşünce ve yaklaşımlarımızı modern virüslerden arındırılmaya çalışılmış bir zihinle, sahih bir İslam geleneği üzerine temellendirmeye çalışıyoruz. Bu yönüyle de bu kitapta ortaya koymuş olduğumuz düşüncelerin, hem moderniteye ve eklektik, modernist yaklaşımlara getirdiğimiz eleştiriler bakımından, hem de sahih bir İslam geleneği üzerine temellendirmeye çalıştığımız çözüm yaklaşımları bakımından İslam/cılık düşüncesi içerisinde özgün bir yere sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle İslamcılık düşüncesi kapsamında iki asra yaklaşan süreçte hem Türkiye'de hem de İslam aleminde ortaya konulmuş olan iddia, tez, görüş ve önerilerin neler olduğunu biliyoruz ve bu yaklaşımların çoğunluğunun yeterince özgün olduğunu söyleyebilmek oldukça zor. Her ne kadar eleştiriler getiriyor olsak da, kendimizi de İslamcılık düşüncesinin bir parçası sayıyor ve eleştirilerimizin, özeleştiri kapsamında değerlendirilmesini arzu ediyoruz.

-KİTABINIZI KİMLER OKUSUN, KİMLERE TAVSİYE EDİYORSUNUZ?

-Bu kitap, iki asırdır hep yanlış zeminde, yanlış argümanlarla, modernleşmiş zihinlerle tartışmaya çalıştığımız İslam-batı, modernite, gelenek, tecdid-yenilik, değişim, ilerleme, bilim-teknoloji, akılcılık, sekülerleşme gibi temel meselelere sahih bir epistemolojik perspektif ve entelektüel yaklaşım ortaya koyma gayesiyle yazıldı. Dolayısıyla bu kitabın muhatabı, üniversite gençliğinin, akademik ve entelektüel camianın tamamı. Şimdiden bazı okuma gruplarında okunmaya başlandığı bilgisi, selamlarla birlikte bize ulaşmaya başladı. Elden ele dolaşan, tavsiye ve okuma listelerinin başında yer alan, okuma gruplarında müzakere edilen başucu ve referans bir kitap olacağına inanıyorum.