Muhalefet Cumhurbaşkanlığı seçiminde yok!

Ali Aslan/SETA İstanbul Araştırmacı
21.06.2014

Muhalefetin önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi için temel stratejisi, gölge savaşçıyı öne sürerek pusuya yatmak. Bu, pratik olarak muhalefetin seçimlere girmemesi anlamına geliyor. Bu adım, iktidarın seçim yoluyla alt edemeyeceğine kani olan muhalefetin, son dönemde iktidara karşı siyaset dışı mekanizmaları devreye sokma stratejisi ile de büyük oranda uyumlu.


Muhalefet Cumhurbaşkanlığı seçiminde yok!

CHP ve MHP çatı aday olarak İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) eski Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu açıkladı. İhsanoğlu muhalefetin ortaya koyduğu kriterlere uyuyor: muhafazakâr-dindar yönü ağır basan ve “siyasi olmayan” bir figür. Ancak muhalefetin bu tercihi kamuoyunda şaşkınlıkla karşılandı. Bazıları bunun Kemalizm’in ölüm fermanı olduğunu iddia etti. Aslına bakılırsa muhafazakâr-dindar yöne sahip birisinin muhalefet tarafından aday olarak gösterilmesi çok da şaşılacak bir durum değil. Özellikle CHP’nin son yıllarda taktiksel olarak sağa yöneldiği ve muhafazakâr-dindar oyları hedeflediği bilinen bir gerçek. CHP tabanı da bu durumu epey bir kanıksamış gözüküyor. Zaten muhafazakâr-dindar cenahta yönelinilen isimler de, Kemalizm ile esaslı problemleri olmayan ve uluslararası sistemle uyumlu “makbul” dindarlardan seçilmekte. İhsanoğlu da üç aşağı beş yukarı bu profile uyan birisi.

Asıl sorulması gereken, muhalefetin adayda aradığı ikinci özellikle, “siyasi olmama” durumu ile ilgili. Muhalefet ilk defa halkın direkt olarak seçeceği Cumhurbaşkanlığı için neden toplumsal karizması böylesine düşük ve siyasi temsil kabiliyeti zayıf birisini aday gösterdi? Oysa aday belirleme sürecinde hem muhafazakâr-dindar kesime hitap edecek hem de AK Parti’nin adayı ile kıran kırana mücadele edecek düzeyde etkin siyasi figürlerin isimleri tartışılıyordu. “Siyasi olmama” kriteri aynı zamanda çatı adayının, siyasi rekabet gücü düşük birisi olması mı demekti?

Peki, bu muhalefet adına atılmış talihsiz bir adım olabilir mi? Sıkça kendi bindiği dalı kesen muhalefetin, yeni bir skandala imza atmış olması pek şaşırtıcı olmaz. Ancak işler bu sefer biraz farklı gibi. Bu tercihin arkasında CHP-MHP’yi aşan, parti liderlerinin kendi koltuklarını koruma refleksiyle zayıf bir aday gösterdikleri iddialarının ötesinde, ince bir siyasi hesap var. Şöyle ki, adayını Çankaya’ya gönderemeyeceğini iyi bilen muhalefet, seçime bizzat kendisi girmeyip, iktidarın önüne süreceği bir gölge savaşçıyla bu süreçte iktidarın yıpranmasını sağlamak istiyor olabilir. Bu taktik kesinlikle bir teslimiyet göstergesi olarak algılanmamalı, aksine önümüzdeki 2015 genel seçimleri düşünüldüğünde ustaca tasarlanmış bir siyasi stratejinin parçası olarak karşımızda duruyor.   

Kemalizm’i gizlemek

Bu stratejinin temelinde Cumhurbaşkanlığına giden süreçte Kemalizm’i değil, iktidarın ideolojisini, yani muhafazakâr-demokratlığı tartıştırmak hedefi var. Aslında bu strateji Kemal Kılıçdaroğlu’nun birdenbire “yeni” CHP’nin Genel Başkanı olmasıyla birlikte yürürlüğe sokulmuştu. Bu hamleyle post-Kemalist bir siyasi ufka yelken açmış bir toplumda, eski tarz siyasetin pek fazla bir karşılığının olmadığı kabulleniliyordu. Kemalizm’in sürekli olarak siyasi mücadelelerin merkezinde olması ve tartışılması AK Parti iktidarı karşısında muhalefetin elini zayıflatıyordu. Yeni dönemde siyasi rakiplerine Kemalizm’in o bildik “gericilik” ve “bölücülük” suçlamalarıyla saldırmayı bıraktılar. Dolayısıyla ideolojinin kurucu unsurları olan laiklik ve milliyetçiliğe vurgu giderek geri plana itilmeye başlandı. Geniş halk kesimlerini güvenlikleştiren ve elitizm kokan açıklamalardan da mümkün olduğunca uzak duruluyor. Askeri darbe ve muhtıra lafı da pek edilmiyor artık.

Kemalist muhalefetin elinde zamanın ruhuna uygun daha başka ve etkili silahlar var: “otoriterlik,” “kutuplaşma” ve “yolsuzluk” iddiaları ile hükümeti yıpratmak. “Eski” CHP’nin muhafazakâr ve çevredeki insanları kendisine yabancılaştıran siyaset dili, yerini bizzat Erdoğan’ın şahsını ve yakın çevresini hedef alan bir siyaset diline bırakmış durumda. Ölümcül bir darbe için kafa ile gövdenin birbirinden ayrılması gerekiyor. Ayrıca muhalefetin elinde sivil ve gizil darbelere başvurmak, umulmadık siyasi koalisyonlar içinde olmak ve gençleri sokaklara döküp siyaset kurumunu paralize etmek gibi seçenekler de var.

Elbette tüm bunlar Kemalist düşünceden vazgeçildiği ya da Kemalizm’in bir dönüşüm içerisinde olduğu anlamını taşımıyor. Henüz bu kesimde Kemalizm’in yerini doldurabilecek, pozitif bir siyasi düşünce geliştirilebilmiş değil. AK Parti iktidarının sendelemesiyle siyasi alanda ortaya çıkacak boşluk, eldeki hazır malzemeyle, Kemalizm ile doldurulmaya çalışılacaktır. Ayrıca Kemalist kesimin önemli bir kısmında ideolojik yenilenmeye karşı çok güçlü de bir direnç var. Bu yüzden CHP tabanında, zaman zaman “yeni” CHP’nin izlediği stratejiyi ele veren çıkışlara şahit oluyoruz. Ama bu çatlak sesler bir şekilde marjinalize edilerek susturuluyor. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde de aynı stratejiye, yani Kemalizm’in gizlenmesine devam edilecektir.

Bu süreçte Kemalizm’i gizlemesi için bir Kagemuşa, yani bir gölge savaşçı bulunması gerekiyordu. Ve bu şeref “Bozok Yaylası’nın yiğit evladı” Ekmeleddin Bey’e nasip oldu. Muhalefetin önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi için temel stratejisi tam olarak şu: gölge savaşçıyı öne sürerek pusuya yatmak. Bu, pratik olarak muhalefetin seçimlere girmemesi anlamına geliyor. Bu adım, üst üste gelen mağlubiyetlerden sonra iktidarın seçim yoluyla uzaklaştırılamayacağına kani olan muhalefetin, son dönemde iktidara karşı siyaset-dışı mekanizmaları devreye sokması stratejisi ile de büyük oranda uyumlu. Muhalefetin her halükarda kaybedeceğini düşündüğü bir seçime girmemeyi tercih etmesi gayet anlaşılabilir bir durum.

Ancak bu demek değil ki, muhalefet seçimde hiçbir şekilde yer almayacak. Kendi olarak seçime girmese de muhalefet seçimi kazanmaktan daha çok, seçimde iktidarı en azami şekilde yıpratacak bir strateji takip edecektir. Bunun ilk adımı atıldı bile, muhafazakâr-dindar yöne sahip ve siyasi olmayan bir figür muhalefetin çatı adayı olarak gösterildi. İkinci adımda ise, Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarının muhafazakâr-demokrat kimliğini sürekli kamuoyunda tartıştırarak yıpratma stratejisi devreye sokulacaktır. Bir yandan muhafazakâr-dindar bir aday aracılığıyla, Erdoğan’a girdiği tüm seçimlerde zafer kazandıran pozitif milliyetçi-dindar ve yerele vurgu yapan söylemi gasp edilmeye çalışılacaktır. Diğer taraftan AK Parti iktidarının yaslandığı söylemin saflığını bozup, toplumda gruplar üstü bir konum elde etmesinin önüne geçme uğraşı verilecektir.

CHP’nin seçim stratejisi

Hatırlanacağı üzere, 1960’ların sonundan 1980 darbesine kadar olan dönemde sağ-sol çatışması, Kemalizm üzerinde de benzer bir etki yaratmıştı. Hem sağın hem de solun kendine göre yorumladığı Kemalist kimlik, saflığını yitirerek toplumda gruplar üstü ve birleştirici olma özelliğini kaybetmişti. Ve ortaya çıkan siyasi boşluk, toplumun ortadan ikiye bölünmesine ve terör ortamına yol açmıştı. Aynı şekilde, muhafazakâr-dindar cenahta gerçekleşecek bir yarılma, AK Parti’nin toplumsal alanda devam eden iktidarını genişletme ve derinleştirmesine sekte vuracaktır. Sıfır toplamlı bir oyun olan temsili demokratik bir düzende, bu hiç şüphesiz muhalefetin hanesine artı bir kazanç olarak yansıyacaktır.           

İhsanoğlu’nun “siyasi olmama” yönünün vurgulanması da benzer bir işlev görmektedir. “Siyasi olan” doğası gereği toplumsal düzeni sarsan ve parçalayan bir olgudur. Bu açıdan “siyasi olmama” tam olarak birleştirici olmak, yani toplumsal alanda kutuplaştırıcı ve taraf olmamak anlamına gelmektedir. Ancak ne yazık ki siyasi arenaya adım atan hiçbir aktör siyasi olmama lüksüne sahip değildir. Her aktör tikel bir pozisyona sahiptir. Hiçbirisinin siyasi pozisyonu verili olarak evrensel ve tarafsız olamaz. Kendisini evrensellik noktasına taşımak aktörün bilgi ve becerisine bağlıdır. Ancak “bazı siyasi aktörler tarafsız olabilir” gibi yanıltıcı bir propaganda yürütmenin önünde herhangi bir engel de yoktur. Bu noktada, Erdoğan’ın siyasetçi olmasının ötesinde “siyasi olma” karakteri, İhsanoğlu’nun ise “siyasi olmama” yönü öne çıkarılarak, bir süredir ulusal ve uluslararası kamuoyunda Erdoğan’ın şahsına yönelik sürdürülen, “diktatör,” “otoriter” ve “kutuplaştırıcı” olduğu iddiaları gündemde tutulmaya çalışılacaktır. Her ne kadar bir siyasetçinin aynı anda hem “diktatör” hem de “kutuplaştırıcı” olduğunu iddia etmek bir oksimoron olsa da, iktidarı yıpratıcı bu söylemin seçim sürecinde de canlı tutulması muhalefet için elzemdir.

Bu iki cepheden yapacağı ataklarla muhalefet iktidarı yıpratıp, 2015 genel seçimlerine eli güçlü bir şekilde girmeyi hedeflemektedir. İhsanoğlu’nun yenilgisi problem edilmeyecektir, çünkü gölge savaşçıların esas vazifesi rakibi oyalamaktır, onlardan zaten savaş kazanmaları beklenmez. Seçimi kaybetmesi de muhalefetin hanesine bir eksi değer olarak yazılmayacaktır. Muhalefet çok iyi bilmektedir ki, Erdoğan aday olur ve Çankaya’ya çıkarsa, AK Parti 2015 genel seçimlerine Erdoğan’ın liderliğinden yoksun bir şekilde girecektir. Bunun muhalefet için ayrı bir motivasyon kaynağı olduğunu söylemeye gerek yok. Seçimlerden zaferle çıkıp bir koalisyon hükümeti kurmayı başarırlarsa şayet, Erdoğan’ı Çankaya’da yalnızlaştırılarak Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra yaşananları tekrarlamak isteyeceklerdir. Bu durumda, elbette son 10-15 yılda yaşanan köklü sosyolojik değişimlerle belli bir noktaya gelen toplum, Kemalizm’e ve onun taşıyıcısı konumundaki siyasi aktörlere direnecektir. Ancak bu, Kemalizm’in tarihin derinlerinden, ruhlar âleminden aramıza geri dönmüş olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Başka bir ihtimal ise, Erdoğan’ın ortaya çıkacak bu manzaradan çekinerek adaylıktan çekilmesini sağlamak şeklindedir. Bu da muhalefetin, Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmama ve Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişini sekteye uğratma politikalarının başarıya ulaşması anlamına gelecektir.

[email protected]