Muhalefeti ‘Suriye batağına’ kim itti?

TAHA ÖZHAN/SETA Başkanı
13.10.2012

CHP içinde Suriye krizi üzerinden ‘Hatay lobisi’ şeklinde tarif edebileceğimiz odak güçlü görünmeye devam edecektir. İşte tam bu noktada CHP-MHP taban geçişkenlikleri ciddi bir siyasal anlama kavuşmaya başlayacaktır.


Muhalefeti ‘Suriye batağına’ kim itti?

Çok fazla geriye gitmeden, Irak işgaliyle beraber zuhur eden eski bir refleks,  Arap isyanlarıyla yeniden medyanın, siyasetin ve belli ölçüde akademinin ana ekseni haline geldi. Mevzu bahis ettiğimiz refleks, Arap isyanlarını ve Türkiye’nin rolünü, yerli bir oryantalizmle, yaşananların büyük ölçüde kurgu olduğu ve ‘bizim’ bitmez tükenmez bir ‘edilgen’ rolümüz olduğunu farz etmektedir. Arap halkları bir isyan dalgası başlatırsa; ya ‘İsrail projesine hizmet ediyorlardır’ ya da ‘ABD ile işbirliği içerisine girecek yönetimler kuruyorlardır’.

Aile-çete devleti

Suriye’de 40 küsur yıldır hüküm süren Baas aile-çete devletinde isyan çıkarsa; ‘ya ABD, İsrail’e direniş eksenini kırmaya çalışıyordur’ ya da ’Türkiye-İran Suriye üzerinden savaşa sokulmak istenmektedir.’ ‘Suriye’den top mermisi bir ilçemize düşüyorsa, ya ‘savaşa sokuluyoruzdur’ ya da ‘tuzağa düşürülüyoruzdur’. Dünyada ve bölgemizde sadece bir kaç ülkenin yaptığı ya da yapabildiği sınır ötesi harekât için neredeyse yıllardır her sene çıkardığımız ve akabinde de kullandığımız tezkereden savaş hissi alamayan barışseverlerimiz; Suriye için tezkere çıkınca ‘savaşa sokulacağımız’ endişesiyle feveran ediyorlar.

Tuzağa düşen kim?

Oldukça ‘temkinli’, ‘dikkatli’ ve genellikle de ‘zeka ürünü’ olduğu farz edilen bu yaklaşım tarzı ve analiz düzeyinin en temel sorunu, ‘savaşa sokulan’ veya ‘tuzağa düşürülen’ aktöre neredeyse hiç bir anlam ve değer atfetmemesidir. Hal böyle olunca bu yaklaşım tarzıyla bir ‘Türkiye veya Türk dış politikası’ tartışması yapmak neredeyse imkânsızdır. Bu düzeyin, meşruiyet ve mecburiyet dünyasını ıskalayarak, ‘savaşa ve barışa’ kategorik olarak karşı çıkmasının varacağı tek yer amorf ve apolitik ‘savaşa hayır’ anlamsızlığıdır. Oldukça çakma bir batılı klişenin artık ritüelleri ile beraber beşinci sınıf nümayiş taklitlerinin ülkemizde arzı endam ettirildiği 'savaşa hayırcı' ekibin aylardır devam eden katliamları sadece bir komplo vicdanıyla bile seyretmiş olmaları; kendilerini ciddiye almamızı imkânsız kılmaktadır. Kaldı ki batılı asıllarının bile çoğu kez nihilist 'savaşa hayır' kampanyalarından kasıtları genelde 'işgale hayır’dır.  Bugüne kadar ‘hayır’ dedikleri savaş da işgal de istisnasız sınırlarının binlerce km ötesinde gerçekleşmiştir. Elbette 'İsrail işgali' münezzeh olmak kaydıyla!

Türkiye’de Baas kalmazsa...

İşin daha hazin yanı ise bir buçuk yıldır yanı başımızda sistematik bir şekilde devam eden katliamları en fazla ‘komplo düzeyinde’ ele almayı becerebilen mezkûr aklın; daha savaşı başlatacak hiç bir adım atmamış ve kuvvetle muhtemel atmayacak olan Türkiye’yi çocuksu bir dille uyarmaya çalışmasıdır. Esad’ın katliamlarına karşı nutku tutulanların; Türkiye’nin muhtemel adımları karşısında kahraman ve en ahlaki pozisyondan konuştuğunu zannetmesi ise ancak acınacak bir durumdur. CHP'nin bu siyasi dile gönüllü yazılmış olması ise felaketle sonuçlanabilir. Laiklik fetişizmi ile Türkiye vasatından uzaklaşan CHP’nin Suriye meselesinde yerlilik krizi yaşaması mukadderdir.

CHP Hatay sokaklarında “sakallı adamlar fenomenine” nasıl neo-28 Şubat ruhuyla sarıldıysa, Esad'ın gidişi ufukta görününce de “post-Esad dönemi risklerine” sarılmak zorunda kalacaktır. Bu kısır döngü ana muhalefet partisinin daha da marjinal uçlara savrulmasının önünü açabilir.

Dün 'Cumhuriyet mitingleri' üzerinden ulusalcı çetenin tuzağı ile büyük bir kitle partisini sosyolojik olarak sadece öteki üreten bir fanatizme boğan CHP aklı; bugün Suriye krizi üzerinden konumlandığı yer siyasi olarak ana muhalefet partisinin "düşmanla aynı safta" görüntüsü vererek derin bir ‘yerli muhbir’ krizine dönüşmesine yol açabilir. İlk krizin bedelini AK Parti'ye karşı defalarca seçim kaybetmekle ödeyen CHP; ikinci krizin bedelini, uzun yıllar yeniden kazanmak için uğraşmak zorunda kalacağı, halk ve devlet nezdinde meşruiyeti kaybederek ödeyebilir.

Post Esad dönemi riskleri...

Suriye krizi başladığı andan itibaren Türkiye içerisinde oldukça marjinal ve radikal bazı kesimlerin doğrudan Esad taraftarı olduğunu biliyoruz. Mezkur kesimler normal şartlar altında ne ideolojik ne de tarihsel olarak bir araya gelmeleri mümkün olmayan operasyonel bir muhalefete tekabül etmekteydi. Benzer şekilde mahcup bir eda ile Suriye rejiminin yanında her türlü bölgesel ve küresel gelişmeyi tavzih etmek üzere İsviçre çakısını andıran  "emperyalizm" söylemi şemsiyesi altında dezenformasyon yapmaktaydılar. Ülke içerisinde fazla bir destek bulamıyorlar, ara ara, özellikle İngiliz, Amerikan ve İsrail basınında çıkan bazı dezenformatif haberlerin yarattığı kafa karışıklıkları üzerine oynamakla yetiniyorlardı. CHP önce Suriye Baas rejimine heyet göndererek dahil olduğu süreçte ana muhalefet partisini Hatay'da Esad resimleri altında yapılan gösterilerin ortasına atıverdi. Bir ana muhalefet partisi için felaket senaryosu olması gereken bu durum, CHP'nin yeni unsurları tarafından hükümetle etkili mücadele aracı olarak sunuldu. CHP bu tavrını tezkereye BDP ile birlikte hayır diyerek en zirve noktasına çıkardı. Bu noktadan sonra, büyük ölçüde, CHP'nin Suriye politikası aynı anda Esad'ın kaderine ve Rusya-İran çizgisine/söylemine eşitlenmiş oldu. CHP, dış politika tartışılırken Erdoğan’ı doğrudan hedef almaya devam ettiği sürece komplolara teslim olmaya devam edecektir. Bu zor duruma bir de Kılıçdaroğlu’nun artık ağzını da bozarak her fırsatta Davutoğlu’na hakaret hatta bazen küfür etmesi CHP’nin ciddiyetini sorgulanır hale getirmiştir.

CHP muhtemelen Suriye krizinin önümüzdeki günlerde derinleşmesinden de Esad'ın gidişinin hızlandığı sonucunu değil, hükümetin 'nasıl yanlış kararlar aldığı' sonuçlarını çıkarmaya eğilimli olacaktır. CHP Hatay sokaklarında "sakallı adamlar fenomenine" nasıl neo-28 Şubat ruhuyla sarıldıysa, Esad'ın gidişi ufukta görününce de "post-Esad dönemi risklerine" sarılmak zorunda kalacaktır. Bu kısır döngü ana muhalefet partisinin daha da marjinal uçlara savrulmasının önünü açabilir. Kılıçdaroğlu’nun ve partinin dış politik sorunlara genel anlamda yaklaşımının artık bir komployu akla getirecek düzeyde ciddiyetten uzaklaştığı görülmektedir. Özellikle son iki haftada sergilenen performans, ana muhalefet partisinin, dilini kantin solculuğu düzeyine gerileten bir hamlığa; reflekslerini dar bir grubun mahalle örgütlenmesi ya da derneğinin hassasiyetlerine; analiz düzeyini ise takibi ve anlaşılması zor bir cehalete sürüklediği görülmektedir. Ana muhalefet partisi eğer kısa zamanda içine düştüğü cendereyi fark edemezse; peşine takılmış olduğu, Türkiye’de kalmayan Baas’ı Suriye’de arayan mezhepçi, komplocu, İran ve Suriye bağlantılı marjinal grupların söylemleriyle geri dönülemez bir noktaya doğru ilerlemeye devam edecektir.  Bu nokta sadece CHP içindeki fay hatlarını derinleştirmekle kalmayacak; aynı zamanda Ege ve Trakya’daki MHP-CHP geçişkenliğinde de hareketlenmelere yol açacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun Suriye krizi üzerinden aldığı pozisyonu bu aşamadan sonra çok radikal bir şekilde değiştirmesini beklemek naiflik olacaktır. Aksine CHP’nin cari söylemine daha sıkı sarılması mukadderdir. CHP, artık Suriye saldırısına rağmen tezkereye karşı çıkmış, ısrarla AK Parti’nin Baas rejimine Alevi olduğu için karşı çıktığını ve mezhepçilik yaptığını dillendiren, hemen her gün Türk haber kanallarının sınırın öte tarafında tercümansız bir şekilde Türkçe konuştuğu Türkmen/Kürt/Arap direnişçilere terörist diyen bir partidir. Ve biraz önce zikrettiğimiz her bir başlığın CHP’nin görece güçlü olduğu coğrafyada ciddi sosyal karşılıkları bulunmaktadır. Eğer mezkur süreç yaşanmaya devam ederse, CHP içerisinde Suriye krizi üzerinden ‘Hatay lobisi’ şeklinde tarif edebileceğimiz odak güçlü görünmeye devam edecektir. Bu ise genel CHP tabanının taşımakta ve anlamakta zorlanacağı bir sorun alanı demektir. İşte tam bu noktada CHP-MHP taban geçişkenlikleri ciddi bir siyasal anlama kavuşmaya başlayacaktır.

BDP ve Kürt yabancılaşması

Benzer bir krizi varoluşsal düzeyde BDP de yaşamaktadır. Uzunca bir zamandır kendi özel gündemi dışında umuma yayılan iyileşme, değişim ve acıları umursamadan siyaset yapmaya çalışan BDP; Suriye krizi üzerinden daha da derin bir çıkmazın içerisine düşmüştür. Esad'a destek gösterilerine katılmakla Suriye krizinde fark edilen PKK, serencamını Kuzey Suriye'de rejimle takas sonucu konjonktürel iktidar kurma iddiasıyla bitirmiştir. Bu ise Suriye isyanını umursamaksızın sadece kendi gündemine odaklanmış Kürtler fotoğrafının çekilmesini sağlamıştır. BDP, Suriye'de belki de en fazla zulme maruz kalmış Kürtleri ahlaki ve meşruiyet sorunlarıyla yüz yüze bırakarak yeni bir yabancılaşma dalgasının önünü açan PYD-PKK hattının Türkiye’deki taşıyıcılığına sorgusuz sualsiz soyunmuş oldu. Geçtiğimiz hafta Suriye Kürtleri arasında artık şiddete varacak şekilde bir kırılmaya yol açan bu çelişki, BDP tarafından neredeyse hiç umursanmamıştır. CHP’ye benzer bir şekilde özellikle Türk solundan gelen isimlerin ‘önderliğinde’ 30 bin insanın bir yıl içinde katledilmesine yol açan Baas rejimini görmek yerine komplo teorilerine sığınmışlardır. 

Şemdinli’ye sıkışan vizyon

BDP açısından mesele sadece tezkere değildir. Suriye isyanı ortaya çıktığı ilk günden bu yana BDP önce kafa karışıklığı içerisinde olduğu sinyalleri vermiş, ardından da uzunca süre ‘Türkiye ile Baas rejimini’ sefil bir anakronizmle kıyaslamaya çalışıp durmuştur. Bu mukayese Kılıçdaroğlu’nun ‘Esad Suriye'de insanları kanla susturuyor Erdoğan’da biber gazıyla’ düzeyinin ötesine geçememiştir. Sadece Esad’ın PKK-PYD’ye bilinçli bir şekilde alan boşaltması sonrasında Suriye tartışmasına dahil olan BDP; ne genel anlamda Suriye krizine dair dişe dokunur bir söylem geliştirebilmiş ne de Suriye Kürtlerinin uzun vadeye yayılan maslahatlarına dair PKK-PYD söylemini aşabilen bir yaklaşım sergileyebilmiştir. Aksine Suriye Kürtlerinin kendisine on yıllardır zulmetmiş bir diktatörden kurtuluş mücadelesine olan sadakat ve saygılarının sorgulanır hale gelmesine katkı vermişlerdir. Kürt bölgesinden çok uzaklarda Baas rejimine karşı başlayan isyanı, canları pahasına devam ettirdikleri mücadeleyi, derin ahlaki sıkıntılar içerisinde, oldukça umursamaz bir şekilde izleyerek, sadece kendi kazanımlarına odaklanmış bencil bir tavrın bütün Kürtlere teşmil edilmesine katkı vermişlerdir. Ayrıca, on yıl önce, Irak işgali sırasında, Türkiye’nin asker tekelindeki Kuzey Irak politikası etnik Türkmen kartına indirgenince en sert eleştirileri yapan BDP ve PKK çevreleri, Barzani’nin benzer bir yanlışı Kürt kartı üzerinden Suriye’de yapma girişimini alkışlamıştır. Aynı şekilde canları pahasına 19 aydır direnen genel Suriye muhalefetinin bir parçası olmaktansa vahim bir hata ile ayrı ve müstakil bir Kürt konseyi (SUKUK) kurulmuş olması da Türkiye’nin on yıl önce aldığı hiç bir eleştiriyi almamıştır. Bu, kısa vadede kazanım, orta ve uzun vadede ise Kürtleri bölgede yabancılaştırmaktan başka hiç bir yere götürmeyecek adımlar, sorgusuz sualsiz BDP’nin Suriye politikasından anladıklarına dönüşmüştür. Başka bir ifade ile Türkiye’de İstanbul’u unutup Şemdinli’ye sıkışan BDP siyasal aklı; Suriye’de Şam’ı unutup Kamışlı’ya sıkışmayı garipsememiştir.

Eğer Suriye üzerinden bir tuzaktan bahsedeceksek; Türkiye’den ziyade, ‘savaşa hayır’ kampı olarak kendilerini takdim edenlerin içine düştükleri Baas tuzağından bahis açmamız gerekmektedir. Ne ahlaki ne de jeopolitik olarak telif edilebilir bir durumları bulunmamaktadır. Suriye krizi ve isyanında Türkiye vasatının çok uzağındaki marjinal bir odağı temsil etmesi gereken bir söylem CHP ve BDP eliyle biraz daha yaygın hale getirilmiştir. Bu müdahaleden mezkur marjinal gruplar zaten teşekkürlerini ileterek özellikle CHP çıpasının farkında olduklarını her seferinde söylemekten çekinmemektedirler. Sorun CHP’nin yaptığı müdahalenin ne kadar farkında olduğundadır? Evet, şimdi yazının başındaki soruyu tekrar sorabiliriz: Muhalefeti ‘Suriye batağına’ kim itti?

[email protected]