Muhalefetin kıymeti ve kıyameti

M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
21.03.2015

Muhalefetin yetersiz, dağınık, yeterince odaklanamayan, soyut ve sivri söylemi 7 Haziran’da iktidarın işini kolaylaştıracak gibi ama meşru muhalefetin bu tür sorunları Türkiye’de sokak hareketlerinin ve yer altına inme ya da dağa çıkma olgusunun en temel gerekçesi haline geliyor. AK Parti ise, son üç seçimdir yaptığı gibi Türkiye’nin coğrafi ortalamasını yakalamayı başarıyor. İktidarın her bölgeden oy alabilme ve her kesimden vatandaşa bir siyaset sunabilme yeteneği var.


Muhalefetin kıymeti ve kıyameti
Nasreddin Hocaya sormuşlar, “Hocam kıyamet ne zaman kopacak?” diye. “Hanım ölünce küçük kıyamet, ben ölünce büyük kıyamet kopacak” demiş. Hoca aslında kendi kıyametini ifade ederken, hanımının da kıymetini işaret etmiş oluyor.
 
Her seçim öncesi onun en önemli seçim olduğu, ülkenin bu seçimle bir dönüm noktasına gireceği dile getirilir. Gerçekten de öyledir. Seçimler bir bakıma siyasi partilerin kıymetini tartar, ama bir bakıma da onların kıyameti gibidir. Partilerin, “Bu seçimi boş verdik, daha sonraki seçimlere bakacağız” türünden, futbol literatüründen devşirilmiş gerekçeler sunması mümkün değildir. Zira seçimi kaybetmek bir parti için bir tür kıyamettir. Türkiye’de iktidar, son üç genel seçimi oylarını artırarak kazanırken, muhalefet bir tür öğrenilmiş çaresizlik sendromu içinde kaybetmeye devam ediyor. Literatürde arka arkaya dört seçim kazanan partilere hâkim parti deniyor ve görünen o ki, AK Parti çok partili Türk siyasal tarihinin ilk hâkim partisi olmaya doğru gidiyor.
 
AK Parti: Yeni Anayasa
 
Partilerin 7 Haziran genel seçimlerine giderken izlediği politikalar, vaatler ve verdiği görüntülere bakınca, AK Parti’nin iktidar olmasına rağmen en heyecanlı ve hazırlıklı siyasal ortama sahip olduğu söylenebilir. İktidar partisi, bir yandan aday adayı sayısı ve çeşitliliği açısından renkli bir görünüm arz ederken, diğer yandan somut projeler ve tezlerle siyasal gündemi belirleme yeteneğini ortaya koyuyor. Söylem ve eylem gücünü de arkasına alan AK Parti, henüz seçim beyannameleri ortaya çıkmamışken Yeni Anayasa ve başkanlık sistemi vaatleri ile gündemi belirlemeye başladı. Bu vaatler karşısında muhalefetin en büyük zorluğu bunlara aynı şekilde karşılık verememek olacaktır. Zira başkanlık sistemi veya Yeni Anayasa gibi bir yenilik ve inşa süreci içeren somut önerilere karşı çıkarken mevcut Anayasa ve parlamenter sistemi savunmaktan başka yapacak pek bir şey gözükmüyor. Bu da muhalefetin kendisini her zaman statükocu konuma düşüren retrospektif açmaza yeniden hapsolması anlamına geliyor. Hep bir adım önde olan bir partiye karşı geçmişi, en iyi ihtimalle mevcudu savunmak zorunda kalmak normal koşullarda iktidarlara özgü bir trajedi iken, bu Türkiye’de muhalefetin trajedisi haline geliyor.
 
CHP: Eriyen oylar
 
Her şeyden önce seçime odaklanmada sorun yaşadığı izlemini veren ana muhalefet partisi, sınav yaklaştığı halde sürekli mazeretler üretip ders çalışmaktan kaçan bir öğrenci gibi davranıyor. Hem de kıyamet, tarihi belli biçimde önünde dururken... İç tartışmalar AK Parti’de bir çekişme ve krize dönüşmeden birer dinamik gündem halini alırken, CHP’de ise yıpratıcı ve konsantrasyonu bozan bir etki üretiyor. Bir türlü laikçi-Kemalist söylem ile yenilikçi-özgürlükçü söylem arasındaki gerilimi aşamayan ve buradan bir enerji üretemeyen CHP, HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gibi metropollere inmesi ihtimalinden de tedirgin oluyor. Kırsalda Kürt milliyetçiliği üzerinden yürüyen HDP, kentlerde ise daha çok çevre hareketlerine duyarlılık, işçi ve emekçi hakları, kadınların eşit temsili gibi “metro-sol” söylemleriyle CHP’nin şehir merkezlerindeki avantajını eritebilir. Mesela CHP liderinin güçlü olduğu İzmir’de bir partili kadının “Proje üretin” tepkisiyle karşılaşması CHP’nin geriliminin tabana indiğinin bir göstergesidir. Geleneksel olarak güçlü olduğu kent merkezlerinde yılların kredisini başarısız belediyecilik örnekleriyle harcamış olan ana muhalefetin tabanı, sorunu, projesizlik olarak kodluyor. Ancak proje üretmek için öncelikle açık biçimde belirlenmiş hedefler olmalı; nasıl bir Türkiye, nasıl bir gelecek, nasıl bir devlet, toplum ve dünya istiyorsunuz? Klasik sözde söylendiği gibi, hedefsiz gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez.
 
HDP: Zorla çalıştırılan işçi
 
CHP’ye metropol gerginliğini yaşatan HDP ise, çözüm sürecinde iktidar karşısında sahici bir muhatap olamamanın gerginliğini yaşıyor. Barış inşasında zorla çalıştırılan işçi gibi davranırken, asıl yapması gerekeni, barışın her zaman fedakârlıkla mümkün olduğunu, bu yolda varılan uzlaşmaların davayı satmak anlamına gelmediğini tabana anlatmaktan imtina ediyor. Buna Kandil, diaspora ve İmralı arasında sıkışmışlık hali de eklenince HDP’nin siyaseti sürekli bir şantaj ve tehdit dili üzerinden işliyor. Seçime bağımsız adaylarla değil de parti olarak girme kararından sonra “Ben ölürsem, sorumlu bütün dünyadır” patolojisine giren HDP’ye birilerinin bu hali seçmenin ciddiye almayacağını, o ölürse bunun sadece kendi kıyameti olacağını hatırlatması gerekiyor. Zira baraj altında kalmak, meclise girememek bir partinin kendi özel sorunudur; ülkenin değil. Kaldı ki, sahici sorunları olsa bile, köprüden atlama tehdidi savuran kişiye “atla atla” diye tempo tutan bir milletiz biz.
 
Çözüm sürecinin getirisinden istifade etmek, buna mukabil maliyetini iktidarın sırtına yüklemek isteyen HDP’nin gerilimi, bir taraftan da MHP’ye yarıyor. MHP, çözüm sürecine yakışmayan bu şiddet dilini Orta Anadolu’da ve ülkenin batısında avantaja çevirerek süreç karşıtlığı üzerinden bir seçim kampanyası yürütmek istiyor. AK Parti’ye kaptırdığı milliyetçi oyları negatif siyaset diliyle geri alması kısa vadede mümkün olur mu bilinmez, ancak barış karşıtı ve savaş yanlısı görünme riski MHP’yi olumsuz etkiliyor. Ayrıca o da CHP gibi dağınık bir görünüm arz ederken, hedef ve proje sorunu yaşıyor.
 
Bir harf değişikliğine bakar
 
SP ve BBP, saygıdeğer liderlerinin vefatından sonra giderek marjinalleşen, siyaset dışı güç odaklarının manipülasyonuna karşı kırılganlaşan ve en önemli kozu olan ilkeleri, konjonktürel ittifak arayışlarıyla aşınan partiler... Mesela hem BBP hem de eski adıyla BDP ile ittifak görüşmeleri yürüttüğü kulislerde konuşulan SP için olay, bu saatten sonra bir harf değişikliğine kalmış görünüyor; BDP olmazsa BBP olur.
 
Muhalefetin yetersiz, dağınık, yeterince odaklanamayan, soyut ve sivri söylemi 7 Haziran’da iktidarın işini kolaylaştıracak gibi ama meşru muhalefetin bu tür sorunları Türkiye’de sokak hareketlerinin ve yer altına inme ya da dağa çıkma olgusunun en temel gerekçesi haline geliyor. AK Parti ise, son üç seçimdir yaptığı gibi Türkiye’nin coğrafi ortalamasını yakalamayı başarıyor. İktidarın her bölgeden oy alabilme ve her kesimden vatandaşa bir siyaset sunabilme yeteneği var.
 
Karikatüristik figürler
 
Bütün faktörlerin ötesinde iktidar partisinin sürükleyici siyasal aktör üretme yeteneği en büyük etken. Erdoğan, Davutoğlu, Fidan bir şekilde ülke gündemini değil, dünya gündemini etkileyebilen politik kişilikler... Muhalefette ise söylem sorunları yanında ciddi bir aktör kısırlığı da yaşanıyor. Paralel yapının da mekanik örgütlenme biçimi ve müphem hedefleri nedeniyle bu aktör kısırlığına çare olması mümkün değil. İdris Naim ya da İdris Bal gibi karikatüristik figürler veya yemek masaları ve apartman dairelerinde kurulmuş merdiven altı partiler ile yol almaya çalışmaları zaten işi baştan imkânsız hale getirdi ve siyaseti istihbarat kadar okuyamadıklarını gösterdi. Bu yüzden, sahneye sürdükleri iktidar partisinden artma siyasal figürler, magazin köşeleri için bile yeterince sıkıcı haberler olmaktan öteye gidemiyor. Gerçek toplumsal koşullarda, karşılıksız çıkan banknot mesabesinde kalıyor.
 
Tayyip Erdoğan doğal aktör olarak seçmenin bilinçaltında yer ediyor ve bu yönüyle iktidarın en önemli kozu olmaya devam ediyor. Ahmet Davutoğlu da özgün söylemi ve tarzıyla şimdiden siyasal hayatta karşılığı olan bir aktöre dönüştü. Muhalefetin yıllar süren yorgunluğu arttıkça iktidarın enerjisi ve dinamizmi, doğal olarak oy oranı da yükseliyor. Oysa iktidar olmanın yolu, öncelikle iktidar partisinden daha ileri, daha demokrat, daha özgürlükçü, daha örgütlü, daha etkili ve daha “dertli” olmaktan geçiyor. Aksi takdirde, hükümet etmeye alışmış zinde bir iktidar ile onun izinde bir muhalefeti izlemeye devam edeceğiz. Ya da muhalefetin kıymetini veya kıyametini...