Mültecinin vatanı: Belirsizlik

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
5.05.2018

Sıtkı Karadeniz, Ürdün’deki Filistin mülteci kamplarında yaşayan “mülteci”lerin mekansal, kültürel ve siyasal düzlemde deneyimledikleri gerilim ve fay hatlarını anlamlandırmak üzere yaptığı alan araştırmasında, yaklaşık üç kuşaktır, her kuşaktan diğerine sanki bir mirasmışçasına aktarılan mülteciliğin bu uzun süreçte nasıl evrildiğini, günümüzde farklı kuşak ve tabakalardan insanları nasıl bir hayatla yüzleştirdiğini anlamaya çalışıyor.


Mültecinin vatanı: Belirsizlik
Fransız düşünür Michel Foucault’nun insan bedenlerini tarihsel ve toplumsal bakımdan  “olayların kaydolma yeri” olarak ele alıp ortaya attığı biyosiyaset kavramı, modernleşen toplumlarda sağlık, hıfzıssıhha / hijyen, doğum oranı, yaşam süresi, ırk vs. nüfusun yaşam süreçlerine özgü karakteristik fenomen ve parametrelerin nasıl sürekli devrede tutulduğuna dayanır. Foucault’nun özellikle 1970’lerin ikinci yarısında yürüttüğü biyosiyaset tartışması yeniden ele alan, irdeleyen, yorumlayan İtalyan düşünür Giorgio Agamben ise, biyosiyaseti daha çok modern disiplin toplumlarının ve modern devletin nüfus üzerindeki yönetimselliğinin görünürleşmesi olarak düşünen Foucault’nun analizlerini antik Grek ve Roma imparatorluğu dönemlerine de taşıyarak iktidarın biyosiyasal niteliklerini ortaya koymuştu.
 
Ürdün’deki Filistin mülteci kamplarında yaşayan “mülteci”lerin mekansal, kültürel ve siyasal düzlemde deneyimledikleri gerilim ve fay hatlarını anlamlandırmak üzere yaptığı alan araştırmasında Sıtkı Karadeniz, yaklaşık üç kuşaktır, her kuşaktan diğerine sanki bir mirasmışçasına aktarılan mülteciliğin bu uzun süreçte nasıl evrildiğini,  günümüzde farklı kuşak ve tabakalardan insanları nasıl bir hayatla yüzleştirdiğini anlamaya çalışıyor. Kamp deneyiminin, daha doğrusu mülteci kampının politik bir mekan olarak bu süreç üzerindeki etkilerini, Foucault ve Agamben’in toplama kampları, mülteci kampları, biyosiyaset ve istisna halleri hakkındaki görüşlerini de düzeltici bir çalışma alanı seçen Karadeniz, diğer bir Fransız sosyologun, Pierre Bourdieu’nun habitus ve alan kavramlarını kullanarak mültecilik çalışmalarına ilişkin metodolojik bir arayışa girişiyor.
 
Araştırmasında kamp yaşamının taşıyıcısı konumundaki kamp sakinlerinin toplumsal ilişki ve ağlardaki anlamların üretimi, yaşanması ve sürdürülmesindeki merkezi konumunu göz önüme alan Karadeniz, hermenötik ve fenomenolojik temelde geliştirilen nitel araştırma yöntemlerini kullanarak yaklaşık bir buçuk ay zarfında olabildiğince çok sayıda ve farklılıkta insanla temas kurarak kamp, mültecilik, eve dönüş, vatandaşlık, kimlik, mülkiyet, ekonomi, eğitim, sağlık, seyahat, sanat, spor, aile ve siyaset gibi alanlara ilişkin edindiği verilerden oluşturduğu arşivi çözümlüyor.
 
Kampların ve bir mülteci kampında yaşıyor olmanın en belirgin niteliğinin ‘belirsizlik’ olduğunu söyleyen Karadeniz, Agamben’in ‘hukuki/yasal’ bir pratikten yola çıkarak kampı ‘belirsizlik mıntıkası’ olarak kavramlaştıran yaklaşımını da içeren ama onun kastettiği anlamdan çok daha karmaşık bir durumu işaret eden bir belirsizliği vurguluyor. Bu belirsizlik kampın kentle, mültecinin vatandaşla, Filistinliliğin Ürdünlülükle, yerel egemenin küresel egemenle kurduğu ilişkilerin biçiminde biteviye yinelenip durur. 
 
II. Abdülhamid’in Kudüs siyaseti
 
elahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtarmasından 19. yüzyıla dek uzun yüzyıllar boyunca Kudüs’te Müslüman-gayrımüslim çatışmasının pek yaşanmadığını gözlemleriz. Dini içerikli sürtüşme ve çekişmeler daha çok Hıristiyanlar ile Kudüs’e göçen Yahudiler arasında dini mekanların statüsü çerçevesinde gelişir. II. Abdülhamid’in Kudüs’teki gayrımüslimlerin dini mekanlarına karşı izlediği siyaseti araştıran Erdem Demirkol, günümüzde hâlâ Kudüs’te süren belli başlı çatışmaların hem tarihi arka planına bir ışık sunuyor, hem de Kudüs’teki Osmanlı yönetiminin barışı düzenleyici niteliğine dikkat çekiyor. Kudüs ve İkinci Abdülhamid, Erdem Demirkol, Taşmektep, 2017
 
Freud ile Spinoza mektuplaşırsa...
 
1945 doğumlu Fransız filozof Michel Juffé, mektuplarıyla ünlü ve aralarında yaklaşık 200 yüzyıl olan iki ayrıksı düşünürün, 20’li yaşlarında Yahudilikten aforoz edilmiş Spinoza ile 20. yüzyılda geliştirdiği psikanaliz disipliniyle birçok tartışmaya yol açmış Sigmund Freud’un düşüncelerini bu isimleri birbirleriyle muhayyel bir şekilde mektuplaştırarak karşılaştırıyor. Spinoza’nın Freud’un ‘blinçdışı’, ‘ölüm dürtüsü’, ‘Oidipus kompleksi’ vb. kavramlarını nasıl ele alacağı kadar Freud’un Spinoza’nın şaheseri Ethica’daki duygu ve etkilenme teorisini nasıl değerlendireceği de bu kıyaslamalarda merak edilen konu. Freud - Spinoza Mektuplaşması 1676-1938,Michel Juffé,  Metis, 2018
 
@uzakkoku