Mumcu suikastı ve derin devlet izi

ECEVİT KILIÇ Gazeteci
26.01.2013

Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 20 yıl geçti. Cinayetin gerçek failleri hala bulunmadı. Ancak dikkat çekici bir durum var. Mumcu cinayetinden kısa süre önce Özel Harp Dairesi’nde yapısal değişikliklere gidilmiş ve “yeni düşman konsepti”ne geçilmişti. Yeni düşman İslamcılar ve Kürtlerdi.


Mumcu suikastı ve  derin devlet izi

13 Ocak 1993 günü... 51 yıl sürecek ömründen geriye sadece 11 gün kalmışken, kendisini ayakta alkışlayan 500 kurmay subaya bağımsızlığın, Kurtuluş Savaşı’nın önemini ve Mustafa Kemal’in imkânsız savaşını anlatıyordu.

Ve 24 Ocak; Ankara’da, Karlı Sokak 63 numaralı apartmanın önündeki o korkunç patlamadan sonra 25 kitap, binlerce köşe yazısı, onlarca konuşmadan arda kalan her şey karların üzerine dağılıverdi. Aslında Türkiye’nin tarihi bir anlamda faili meçhuller, siyasal suikastlar ve dönem dönem de katliamlar tarihi olarak okunabilir. En kritik zamanlarda mutlaka bunlardan biri yaşandı. Siyasal cinayetlerin peş peşe yaşandığı dönemlerde ise Türkiye darbelere götürüldü. Ancak bu siyasal cinayetler içerisinde bir tanesi çok önemlidir; Uğur Mumcu suikastı. Üzerinden tam 20 yıl geçti. Eğer kategorize etmek gerekiyorsa, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de laik aydın cinayetleri içinde yer alır. Tıpkı Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi gibi. 

Mumcu cinayetini diğerlerinden önemli kılan ise sonuçlarıdır. Birincisi okuması zor olmayan, bir anlamda çıplak gözle görülebilen sonuç. Bu Mumcu’nun laik aydın kimliği ile hem ölümü hem de cenaze töreni ile oluşturulan psikolojik ortam. Öldürüldüğü haberi gelir gelmez daha olayla ilgili hiç kimse gözaltına alınmamışken, soruşturmada tek bir somut adım atılmamışken katiller bulunmuştu: İrtica. Askerlerin de en ön safta yer aldığı ve yüz binlerin katıldığı cenaze törenin favori sloganı da “Türkiye İran olmayacak”tı. Mumcu suikastı Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Çetin Emeç cinayetlerle oluşturulan “İrtica geliyor” korkusunun yaygın hale getirilmesinin final sahnesiydi. Bunlar bilenen ve çok da dile getirilen tezlerdi. Bir de bunun perde arkasına bakalım. İster tesadüf olsun ister bilinçli; Mumcu cinayeti ve cenaze töreninde oluşturulan atmosfer derin devletin merkezi örgütü Özel Harp Dairesi’nin yeni düşman konseptinin de ilan edilmesiydi. O güne kadar klasik Soğuk Savaş konseptine göre şekillenen düşmanları belliydi; komünizm. İşte Mumcu cinayetiyle ve ardından oluşturulan psikolojik ortamla yeni birinci tehdit belirlenmişti; İslamcılar. İkinci tehdit de peşi sıra yaşanan gelişmelerle geldi; Kürtler.

Gelelim ikinci ve önemli sonuca. “Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi” kitabını yazarken yaptığım araştırmalar, Mumcu cinayetinin kısa bir süre öncesinde ve sonrasında derin devlette büyük bir dönüşüm yaşandığını gösterdi. En başta da derin devletin merkezi örgütü olan Özel Harp Dairesi’nde.  İlk önce sivil unsurlar ile resmi birlikler birbirinden ayrıldı. Daha önceki yapıda siviller ve resmi birlikler iç içe çalışıyordu; köy, ilçe, il ve bölgesine göre klasik hücre sistemi vardı. O bölgedeki sivil unsurlar resmi unsurlara bağlı görev yapıyordu. Ve bu sivil unsurlara “Beyaz Kuvvetler” deniliyordu. Özel harp Dairesi’nin en tehlikeli unsurunu oluşturan sivillerin kaydı kod isimlerle yapılıyor, kesinlikle gerçek isimler kullanılmıyordu. Müthiş bir gizlilik var. Sadece aynı birimdeki isimler birbirini tanıyor, o da kod adlarla. Bu siviller her türlü meslek grubundan seçiliyordu; çiftçi, doktor, avukat, öğretmen, hemşire, polis. Bu siviller özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllardaki operasyon ve katliamlarda resmi unsurlar kadar etkin rol aldılar. Bunların Özel Harp Dairesi’ne alınmalarında net olarak ideolojik bir ayrım yoktu. “Vatansever” olmaları temel kriterdi. Mumcu cinayetiyle birlikte sivil unsurlarda ciddi bir yenilenmeye gidildi. Eski unsurlar özellikle de çiftçi, köylü ve benzeri mesleklerden seçilen sivil unsurlar tasfiye edildi. Yerlerini daha kentli, biraz daha sekçin mesleklerden “Beyaz Kuvvetler” aldı. Ve siviller tek birim altında toplandı; Seferberlik Tetkik Kurulu. Yani Özel Harp Dairesi’nin ilk adı. Özel Harp Dairesi bünyesindeki asli unsurlarda yani resmi kuvvetlerde de değişikliğe gidildi. Muhabere Arama Kurtarma Birliği kuruldu. Görevi savaş ve işgal ortamında veya özel görevlerde cephe gerisine sızma, esir ve yaralı kurtarma olarak tanımlandı. Yine işgal ve savaş durumunda sivil unsurların iyi organize olmalarını sağlamak ve silahların sağlıklı dağıtılması da MAK mensuplarının görevleri arasındaydı. Ayrıca hem askeri hem de sivil unsurların sayısında artışa gidildi.

Mumcu cinayetinin hemen ardından bir değişiklik de gömülen silahlarla ilgili yapıldı. 1952 yılından itibaren olası Sovyetler Birliği işgaline karşı ülkenin belli yerlerinde gizli silah ve patlayıcı depoları oluşturuldu. Bunlar çoğunlukla tenha yerlerde yeraltına gömülüydü. Bu silah zulalarının yerini o bölgeyle ilgili görevi bulunan, dairedeki önemli askerler biliyordu. Bir de o bölgede bulunan ve kamplarda eğitimde geçirilen sivil unsurlar. Olası bir Sovyet işgali veya komünist tehlikede Özel Harp Dairesi’ndeki sivil unsurlar, bu silahları çıkartacaktı. Büyük bir gizlilikle yeraltına gömülen bu silahların kayıtları devlette kesinlikle bulunmuyordu. Kaybolmaları durumunda hiçbir yasal işlem yapılamıyordu. 1993’te Türkiye sathına gömülü silah ve mühimmattın toplanma ve depolara alınma kararı alındı. Ve bu işlem 1998 yılına kadar sürdü. Sonrası bilinmiyor; yeni sivil unsurlara göre yeniden silah depoları mı oluşturuldu yoksa yeniden gerek görülmedi mi?

Bu bilgiler ışığından yeniden Uğur Mumcu cinayetine baktığımızda “made in devlet” tezini ileri sürünler pek de haksız sayılmaz. Tam da eşi Güldal Mumcu’nun son dönemde hayli tartışma yaratan “İçimden Geçen Zaman” kitabında aktardığı ve soruşturmayı yürüten savcı Ülkü Coşkun’un “Bu işi devlet yapmıştır” dediği gibi.

[email protected]