Munbiç’in PYD’ye bırakılması topyekün savaş demek

Dr. Bora Bayraktar / Gazeteci-Kültür Üniversitesi
18.03.2017

PYD üzerinden Rakka’ya girilmesi, Munbiç’in PYD’ye bırakılması gibi adımlar bölgede zaten derin kökleri bulunan Kürt-Arap çatışmasını topyekün bir savaşa dönüştürebilir. Bu gerilim Diyala’dan Kerkük’e, Musul’dan Kobani’ye hissediliyor. Bu fay hattı üzerinde gelişebilecek bir düşmanlık Erbil-Bağdat gerilimini de tetikleyebilir. Nüfusu Sünni Arap ağırlıklı olan Rakka’nın Marksist PYD’ye bırakılması, burada yaşanabilecek savaş suçları ve kötü muamele on yıllar sürecek yeni bir etnik savaşın fitilini ateşleyebilir.


Munbiç’in PYD’ye bırakılması topyekün savaş demek

Suriye Savaşı altı yılı geride bırakırken çözüm henüz ufukta görünmüyor. Ülkede pek çok cephede çatışmalar sürüyor. Dera’a, Palmira, İdlib, Şam, Hums gibi pek çok noktada hızı kesilse de savaş devam ediyor. Ancak bunlardan mevcut diplomatik dengeleri sarsma potansiyeline sahip iki çatışma ve anlaşmazlık noktası var: DEAŞ’ın elindeki Rakka ve muhaliflerle bazı El Kaide bağlantılı grupların güç mücadelesinde olduğu İdlib. Türkiye sınırına yakın, PYD’nin yerleştiği Munbiç, küresel güçlerin “Rakka operasyonu” ana başlığındaki bir ayrıntı olarak dursa da Türkiye için asıl mesele gibi görünüyor. Güneyinde bir terör kuşağı istemeyen, bunun için risk alan, zorlu bir askeri harekata girişerek El Bab’a kadar inen ve DEAŞ’ı geriletmeyi başaran Türkiye Munbiç’in de kendisine tehdit oluşturacak yapılardan temizlenmesini istiyor. Peki ama bu mümkün mü? Türkiye Munbiç’i zorlayacak mı? Rusya ve ABD’nin tutumu ne olacak? Böyle bir hamlenin sonuçları ne olabilir? Türkiye bu sorulara kilitlenmiş durumda.

Kuzey seçeneği

24 Ağutos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekatı’nın öncelikli hedefiydi Munbiç. Aynı gün Türkiye’ye gelen sabık ABD Başkan yardımcısı Joe Biden’ın “PYD Fırat’ın doğusuna çekilecek” sözü üzerine TSK ve ÖSO Batı’ya döndü, harekatı El Bab’a yöneltti ve Munbiç’i beklemeye başladı. Aradan geçen aylar içerisinde kentteki PYD unsurları isim ve logo değişiklikleriyle varlıklarını sürdürdü. Türkiye’nin Bab’ta “bataklığa saplanacağı” beklentileri 23 Şubat’ta kentin DEAŞ’tan tamamen temizlenmesiyle son buldu. Bab gerçekten zorlu bir harekattı ve DEAŞ’ın bugüne dek Suriye’de gösterdiği en şiddetli direnişlerden birine sahne oldu. Türk ordusunun ve ÖSO’nun bunun altından kalkabilmesi PYD’yi ve destekçilerini telaşlandırdı. Suriye’de derin görüş ayrılıklarına sahip ABD, Rusya, Suriye ve PYD ortak bir tavır alarak Munbiç’in önüne set çektiler, Türkiye’nin ilerleyişini durdular. Munbiç şimdi sırtını Fırat’a vermiş durumda. Cerablus’un güneyinden geçen ve Fırat’a dökülen Sacur ırmağı Munbiç’in kuzeyinde doğal bir sınır oluştururken güneyde M4 otoyolu sınırı, batıda ise Rus-Suriye askerleri kuzeyden güneye 28 kilometrelik bir hatta, derinliği yer yer 10 kilometreyi bulan bir tampon bölge oluşturdular. El Bab-Munbiç arasındaki Arime civarındaki taciz atışları bir kenara bırakılırsa cephe şu an için sabitlenmiş görünüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO Munbiç kent merkezine yaklaşık 26 kilometre mesafedeler.

Sahadaki bu kilitlenmeye rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Munbiç’i bir hedef olarak hala gündemde tutması “acaba Türk askeri Rusya ile karşı karşıya gelir mi?” sorusunu beraberinde getiriyor. Bu seçenek masada. 7 Mart’ta Antalya’daki Türk-Rus ve Amerikan genelkurmay başkanları toplantısının bu çatışmaları önlemeye yönelik mekanizmalar üzerine odaklanması bu olasılığın ciddiyetini açıkça ortaya koyuyor. Aslında Türk ordusu ve ÖSO’nun Rus askerleri ve rejim ile karşılaşmadan Sacur ırmağı üzerinden seyyar yüzücü hücum köprüleriyle kuzey seçeneğini zorlayabilir. Nehir aşıldıktan sonra Dadat-Kurdela Tahtani gibi birkaç köyün yol üstünde bulunduğu  11 kilometrelik hat üzerinden Türkiye Munbiç’i zorlayabilir. Ama bu hamle operasyonel zorlukların ötesinde diplomatik sorunlara yol açabilir. Bu adım Türk-Rus mutabakatını zorlayabileceği için üzerinde hassasiyetle düşünmeyi gerektiriyor. Ayrıca ABD’nin PYD’ye süren desteği de Türkiye açısından görünmez bir engel. Görünüşe göre Türkiye şu an için Munbiç hedefini masada tutarak kozu yükseltmeye, Rakka operasyonunda, sonrasındaki siyasi süreçte söz sahibi olmaya çalışıyor.  Kilitlenmenin aşılabilmesi için Rakka meselesinde sis perdesinin biraz daha aralanması gerekiyor.

Rakka kilidi

Aralık ayında Halep’in rejimin eline geçmesiyle 7. yılına giren savaşta gözler ağırlıklı olarak Rakka’ya çevrildi. Suriye’nin geleceği, Astana ve Cenevre’deki müzakereler büyük ölçüde cephedeki duruma göre şekilleniyor. Bu açıdan Rakka’nın durumu siyasi süreç açısından kritik.

Suriye hali hazırda dört ana irili ufaklı ceplerle ondan fazla parçaya bölünmüş durumda. Rusya destekli Esad rejimi, Akdeniz havzası ve Halep’te etkinliğini sürdürürken Rakka ve Palmira’ya doğru çatal gibi uzanmış durumda. Muhalifler İdlib, Şam kırsalı, Dara’a ve Hums da bir cep üzerinde etkinliğini sürdürüyor. Türkiye, Fırat Kalkanı ile kontrol altına aldığı Cerablus-Azez kuşağıyla birlikte ikinci bir nüfuz alanı oluşturmuş durumda. Kuzeyde ABD’nin desteklediği PYD alanı Irak sınırından Fırat nehrine kadar uzanıyor. Bir de ülkenin orta kesimini elinde tutan DEAŞ var. 9 Ağustos’taki Türk-Rus mutabakatının 10 Aralık’ta İran’ın da katılımıyla Moskova Deklarasyonu ile imza altına alınmasıyla birlikte cephedeki hatlar ve hamileri bu şekilde netleşmiş durumda.

Sahadaki bu durum tarafları Astana ve Cenevre’de bir araya getirmeye yetse de buradan kesin bir sonuç çıkaracak olgunluğa erişmedi. Suriye’de sürecin ateşkesten barışa dönüşebilmesi için Rakka operasyonunun ne zaman, nasıl ve kimler tarafından yapılacağının belirlenmesi gerekiyor. Bu kararın önemine Amerikan Kongresi’nde Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’in ifade verdiği toplantıda sorular soran, generali terleten Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın işaret ettiğini hatırlatalım. Graham 9 Mart’taki oturumda Votel’e “Rakka’nın nasıl alındığı Cenevre’nin sonucunu belirleyecektir diyebilir miyiz?” diye sorunca Suriye’deki ABD-PYD ortak operasyonunun beyni Votel “evet” diye yanıtlıyordu. Graham Rakka’da DEAŞ’a karşı askeri harekatın siyasi ağırlığının altını üç kez çizerek kayıtlara geçirirken savaş kuramının babası Prusyalı general Carl Von Clausewitz’in yıllar sonra “Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” sözünü bir kez daha haklı çıkartıyordu.

Kürt-Arap savaşı

Rusya, rejim ile Rakka’ya girerse masada eli güçlü olacak. Alan hakimiyetini arttırmış, rüştünü ispatlamış Baas rejimi, fiziken gücünü yitirse de siyaseten zafer kazanmış eda ile masada tavizden kaçınacak. Muhalefet ceplere sıkıştırılmış olacak. Benzer şekilde ABD’nin PYD üzerinden Rakka operasyonuna destek vermesi, muhalefeti bu işin dışında tutması Suriye muhalefetini köşeye sıkıştıracak. Amerikalı senatörün de dikkat çektiği noktalardan biri de bu idi. Rakka’ya ABD destekli unsurların girmesi CENTCOM’un burada kalıcı olarak ayak basacağı bir üs elde etmesi, burayı tahkim etmesi ve PYD’nin yerini hem Türkiye hem de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne karşı kullanabileceği koz olarak tahkim etmesini sağlayacak. Ama diğer taraftan bu adımın NATO’daki önemli ortağı Türkiye ile ilişkilerinde onulmaz yaralar açacağını da belirtmek gerekiyor. Trump yönetiminin Suriye stratejisi ve Rakka konusunda karar vermesini bu kadar geciktiren de bu ikilem. Yeni başkanın duruma tam hakim olamaması, dış politikayı ve Ortadoğu’yu neredeyse bütünüyle askerlerin eline bırakması ciddi bir eksiklik. PYD üzerinden Rakka’ya girilmesi, Munbiç’in PYD’ye bırakılması gibi adımlar bölgede zaten derin kökleri bulunan Kürt-Arap çatışmasını topyekün bir savaşa da dönüştürebilir. Bu gerilim Diyala’dan Kerkük’e, Musul’dan Kobani’ye hissediliyor. Bu fay hattı üzerinde gelişebilecek bir düşmanlık Erbil-Bağdat gerilimini de tetikleyebilir. Nüfusu Sünni Arap ağırlıklı olan Rakka’nın Marksist PYD’ye bırakılması, burada yaşanabilecek savaş suçları ve kötü muamele on yıllar sürecek yeni bir etnik savaşın fitilini ateşleyebilir. Suriye’de savaş yedinci yılına girerken Türkiye’nin yakın coğrafyasında sis perdesi henüz dağılmış değil. Suriye, buzdağları ile dolu kuzey denizlerinde pervasızca tam yol ilerleyen bir gemi gibi ilerliyor. İşin kötüsü dümeni tutması gerekenler de birbirleriyle çatışma halinde ve Suriye gemisi tehlikeli sularda bilinmeyene doğru hızla yol alıyor.

[email protected]