Mursi’nin şehadeti ve yaktığı diriliş meşalesi

Gökhan Bozbaş / Necmettin Erbakan Üniversitesi
23.06.2019

Özellikle Müslüman Kardeşler gibi geçmişten beri meşru alanda siyaset yapan bir anlayışın seçim kazanarak iktidara gelmesi Körfez’deki rejimler tarafından tehdit olarak görüldü. Müslüman Kardeşler’in ve dindar bir başkan olarak Muhammet Mursi’nin başarısı, onların ülke içerisinde ve toplum nazarındaki meşruiyetini temelden sarsacak bir potansiyele sahipti. Körfez’deki Arap siyasi elitlerin Mursi mitinden kurtulduklarını söyleyerek skandal ifadelere imza atmaları bundan.


Mursi’nin şehadeti ve yaktığı diriliş meşalesi

Muhammet Mursi, pazartesi günü mahkeme salonunda savunmasını yaparken beklenmedik ve hala nasıl olduğu net olarak bilinmeyen bir şekilde ruhunu teslim ederek şehit oldu. Onun bir mahkeme salonunda vefat edecek noktaya gelmesi aslında 6 yıllık garabetler zincirinin bir sonucudur. Bu garabetler zinciri onun ölümünün arkasındaki sır perdesini daha da karmaşık hale getirmektedir. Dünyada hemen hemen hiç kimse onun normal bir şekilde öldüğüne inanmamaktadır. Peki onun ölümünü bu kadar gizemli kılan husus nedir? Mursi, Mısır ve bölge için ne anlam taşıyordu? Bu soruların cevapları, aslında bugün yaşananların ne anlama geldiği konusunda açıklayıcı olacağı gibi önümüzdeki günlerde bizi nelerin beklediğini anlamak için de önem arz etmektedir. 

Aslen makine mühendisi olan Muhammet Mursi, dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olarak kabul edilen Kaliforniya Üniversitesi’nde doktora derecesini almış ve akabinde ABD’de çeşitli üniversitelerde dersler vermiştir. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı’nda (NASA) çalışarak uzay mekiği motorlarının geliştirilmesinde ciddi katkılar sunan Mursi, 1985 yılında Mısır’a dönerek burada akademik hayata atılmıştır. 

Davaya adanmış hayat 

Bununla beraber ülkesinin içinde bulunduğu siyasi  durumdan duyduğu rahatsızlık ve bu konuda bir şeyler yapma arzusu, onu siyasi hayatın içine çekmiştir. Bu amaçla seçimlerde aday olan Mursi, 2000-2005 yılları arasında milletvekilliği yapmıştır. Bu dönemde özellikle hitabet yeteneği ve yaptığı sert eleştiriler ile sürekli gündeme gelmiştir. Nitekim kendisinin tekrar seçilmemesi için özel gayret gösterilmiş ve siyasi alanın dışına itilmeye çalışılmıştır. 

Mursi, özellikle Arap Baharı öncesinde siyasi alanda faaliyet gösteren Ulusal Değişim Derneği ve Mısır Değişim Derneği’nin kurucu üyeliğini yapmıştır. Bu faaliyetleri, Mursi’nin değişim taleplerinin aslında Arap Baharı’ndan çok daha öncelere uzandığını göstermektedir. Bunun yanı sıra Reformist Yargı Hareketi’ni desteklediği için tutuklanan Mursi, 7 ay hapis yatmıştır. 2010 yılında Müslüman Kardeşler’in sözcülüğünü yapan Mursi’nin cesareti ve fedakarlığıyla ülkede tanınırlığı giderek artmış, öyle ki 25 Ocak Devrimi’nden hemen önce Mübarek tarafından tehdit olarak görülmüş ve tutuklanmıştır. Mursi, devrim başladığı zaman Müslüman Kardeşler’in sözcüsü olarak gösterilere katılacağını açıklamıştır. Bu ifade sebebi ile Müslüman Kardeşler’in liderleriyle beraber tutuklanarak hapse atılmıştır. Cezaevlerinden kitlesel firarların yaşandığı devrimin en hararetli günlerinde kaldığı cezaevinden çıkmış, fakat bu durum daha sonra firar olarak değerlendirilerek idama mahkûm edilmesine gerekçe olarak sunulmuştur.

İhvan korkusu

Bununla beraber 25 Ocak Devrimi’nin başarıya ulaşması ve Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra Mısır’da çok sancılı bir süreç başlamıştır. Çöken siyasal sistem içerisinde devrimci güçler ve ordu arasında sürece dair yol haritasının nasıl olması gerektiği hususunda ciddi bir çatışma ortamı doğmuştur. Devrime kadar yasaklı olan Müslüman Kardeşler ve onun sözcüsü Muhammet Mursi, bir anda ülkenin ve dünyanın gündemini meşgul eden bir pozisyona gelmiştir. Müslüman Kardeşler ilk önce parlamento seçimlerine girmiş ve meclis çoğunluğunu elde etmiştir. 

Yasama organı seçimlerinden sonra cumhurbaşkanlığı seçimlerine sıra gelmiş ve aday gösterip göstermeyeceği tartışmaları arasında Müslüman Kardeşler, Hayrat Şatır’ı aday göstermiştir. Şatır’ın adaylığının reddedilmesinden sonra Müslüman Kardeşler Mursi’yi cumhurbaşkanı adayı göstermiştir. 

Mursi’nin cumhurbaşkanı adayı olması ve seçimi kazanması Mısır’da ve özellikle bölgedeki Vahhabi geleneğe sahip Suudi Arabistan ve diğer bazı Körfez Ülkeleri’ni rahatsız etmiştir. Özellikle Müslüman Kardeşler gibi geçmişten beri meşru alanda siyaset yapan bir anlayışın seçim kazanarak iktidara gelmesi Körfez’deki rejimler tarafından tehdit olarak görülmüştür. Müslüman Kardeşler’in ve dindar bir başkan olarak Muhammet Mursi’nin başarısı, onların ülke içerisinde ve toplum nazarındaki meşruiyetini temelden sarsacak bir potansiyele sahiptir. Keza Tunus’ta ve Mısır’da ortaya çıkacak bir başarı hikayesi kendilerinin başarsızlığı anlamına gelecektir. 

Bu durum, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin Müslüman Kardeşler aleyhinde propaganda faaliyetlerini hızlandırmasına sebep olmuştur. Nitekim 3 Temmuz 2013’te darbe gerçekleştiğinde, BAE ve Suud yönetimi darbecileri alkışlamış ve olası mali bir krizde Mısır halkının yanında olacaklarını deklare etmişlerdir. Atanan geçici Cumhurbaşkanı Adli Mansur’u ilk tebrik eden ülke de Suudi Arabistan olmuştur. BAE ve Suudi Arabistan’ın, varlıklarını üzerine inşa ettikleri ideolojik yapıları tarih boyunca ilk defa böylesi bir tehditle karşı karşıya gelmiştir. Bu tehdit algısı, onları küresel bir Müslüman karşıtlığına sevketmiş ve bu savaşın başkomutanı Abdulfettah Sisi olmuştur. Müslüman Kardeşler’in ise kendisine karşı oluşturulan bu cepheyle mücadelede sembol ismi Muhammet Mursi olmuştur. Doğal olarak bu ülkeler için Muhammet Mursi’nin devrilmesi yeterli olmamış, onun kesinlikle yok edilmesi hedeflenmiştir. 

Ölmedi, öldürüldü 

Muhammet Mursi, darbe sonrası tutuklanarak hapse atılmış, yaklaşık dört ay boyunca ailesi ve avukatları dahil hiç kimseye onun nerede tutulduğu hakkında bilgi verilmemiştir. Ancak dört ay sonra ailesi ile telefon görüşmesi yapmasına müsaade edilmiş, ilk duruşmasına cam fanus içerisinde getirilerek onu destekleyenler ve bizatihi kendisi istiskal edilmiştir. Kendisi defaatle sağlık koşullarının kötü olduğunu söylemesine rağmen aylarca taş zemin üzerinde yatmaya mecbur bırakılmıştır. Şeker hastalığına bağlı olarak sol gözünün görme yetisini kaybettiği, romatizmalarının ona çok acı verdiği ve karaciğerinde ciddi sıkıntılar olduğu bilinmesine rağmen hiçbir tedavi talebi kabul edilmemiştir. Sonuç olarak 6 yıldır maruz kaldığı kötü muamele ve uğradığı zulümler, onun mahkeme salonunda ruhunu teslim etmesine sebep olmuştur. 

Öncelikle bilinmelidir ki Mursi, Mısır hapishanelerinde ölüme terk edilen ilk siyasi tutuklu değildir fakat bunlar arasında en önemli isim olduğu kesindir. Devrimin ve direnişin sembolü olması, Mursi’nin ölümünü elbette çok önemli kılmaktadır. Onun ölümü ve ölüm şekli, başta kendi halkı olmak üzere bölge halklarına ve daha da önemlisi dünyaya önemli mesajlar içermektedir. Öncelikle  devrim ve darbe süreci ile birlikte parçalanmış olan halk kitleleri, Mursi’nin ölümü ve ölüm şekli ile aslında bir öz eleştiri yapma imkanı bulmuştur. Zira Müslüman Kardeşler dışında Sisi’ye güvenerek yola çıkan diğer tüm devrimci güçler sosyal medya hesapları üzerinden günah çıkarmışlardır. Mursi’nin ölümü, Mısır’daki zulmü gözler önüne sermiş ve aslında Mursi’ye karşı Sisi’ye güvenmenin ne kadar yanlış olduğunu 6 yıl sonra göstermiştir. Mursi özelinde Mısır zindanlarında ölüme terk edilmiş on binler, en azından sosyal medyada gündem olmuştur. 

Mursi’nin ölümünün aslında ikinci önemli mesajı Orta Doğu’da onun ölümüne sevinen Arap elitlerinedir. Zira onlar, aslında 1960’larda Adnan Menderes’in ölümüne sevinen Türkiye’deki darbeci zihniyetle aynı sonu paylaşacaklarından bihaberdirler. Bu Arap elitleri, kendilerine karabasan gibi çöken Mursi mitinden kurtulduklarını söyleyerek skandal ifadelere imza atmışlardır. Ama bilmezler ki zulme uğrayarak şehit edilenler aslında yeni ve daha güçlü bir dirilişin habercisidir. Nitekim özellikle bu şehadet, sınırlar üstü bir şekilde bütün zulme uğrayan bireyler arasında ciddi bir farkındalık oluşturmuş ve nasıl bir zulme maruz kaldıklarını anlamalarına vesile olmuştur. Mahkeme salonunda 25 dakika boyunca tıbbi müdahale bekleyen bir devlet başkanına hiç kimsenin yardım etmesine müsaade edilmemiştir. Bu da aslında ölümün arkasında ki şaibeyi arttırmaktadır. 

Batı’nın görmediği...

Mısır’da ve Körfez Ülkeleri’ndeki gazeteler, Mursi’nin şehadetini bırakın manşetten vermeyi birinci sayfa haberi olarak dahi değerlendirmemiştir. Bu haber daha çok cinayet ve hırsızlık gibi haberlerin verildiği ikinci sayfa haberi olarak verilmiştir. Kendisinden sanık veya ölen kişi şeklinde bahsedilmiştir. Bazı özel gazeteler ise hiçbir şekilde haberi yayınlamamıştır. Mısır Cumhurbaşkanlığı ofisinden Mursi’ye dair tek bir kelime dahi açıklama yapılmamıştır. Aslında tüm bunlar Mursi’den duyulan korkunun ve onun hapishanede bile olsa sahip olduğu potansiyelin bir göstergesidir. 

Mursi’nin şehadetinin bir diğer mesajı ise dünya kamuoyunadır. Mursi’nin ölümünden sonra Müslüman Kardeşler örgütüne mensup siyasi fraksiyonları dışarıda bırakırsak Türkiye, Katar ve Malezya gibi ülkeler dışında tüm dünya adeta üç maymunu oynamıştır. Türkiye’de tüm camilerde selaların okunması ve gıyabi cenaze namazı kılınması, yine darbecileri o kadar rahatsız etmiştir ki bunları canlı yayınlayan TRT Arapça’nın yayınları Mısır’da yasaklanmıştır. Aslında gerek Arap medyasındaki sessizlik, gerekse dünya kamuoyunun yaşanan bu zulme kayıtsız kalması ve bu şekilde yaşananların adeta alkışlanması bir bumerang gibi dönüp dolaşıp yine kendilerini vuracaktır. Orta Doğu’da demokratikleşme ancak Siyasal İslam’ın meşru sisteme entegrasyonu ile gerçekleşecektir. Bu gerçekliğin reddedilmesi ise Orta Doğu toplumlarında ancak kan ve gözyaşını beraberinde getirmiştir. Mursi’nin darbe ile indirilmesi ve sonrasında yaşananlar aslında bunun en önemli ispatıdır. Geçmişte 28 Şubat’ta Türkiye’de, 1991’de Cezayir’de ve 2006’da Filistin’de yaşananlar ise diğer örneklerdir. 

Devrim ateşi, Mursi ile beraber toprağa düşmüştür. Ama bu toprağa düşüş umulur ki yeni uyanışların başlangıcıdır. Bölgemizde etrafına ilham verecek tek ülke olarak Türkiye kalmıştır. Türkiye de içinde bulunduğu konjonktürde çok büyük bir imtihandan geçmektedir. Türk halkının bu noktada uyanık olması gerekmektedir. Etrafında olanları doğru okuyarak sahip olduğu değerlerin kıymetini bilmelidir. 

[email protected]