‘Müslüman algısı’ üzerinden hasar tespit raporu

Ayşe Keşir / Yazar
1.02.2014

Önce 28 Şubat fotoğrafları şimdi 17 Aralık. Bir müslüman anne olarak çocuklarıma mahcubum. Mukaddes dinin uygulayıcılarından kaynaklı kötü hatıraları olduğu için. Gerçi garip olan bu dinin, garip bir kaderi de bu; “müslümanın müslüman ile sınanması”


‘Müslüman algısı’ üzerinden hasar tespit raporu

Uzak tarihe gitmeye yok, yarım yüzyıl ömrü olanlar bile ciltlerce kitaba sığacak aksiyon yaşadılar ülkemizde... Yıllar boyu farklı vesilelerle, sıcak çok sıcak siyaset gündeminin harareti de hemen hiç düşmedi. 12 Eylül, 28 Şubat, 17 Aralık... ve irili ufaklı daha pek çok ağır gündem. Bu ağır gündemlerin, travmaların, ekonomik, sosyolojik, siyasi sonuçları, bir anlamda hasar tespitleri hemen her gün medya marifetiyle kamuoyuyla paylaşılmakta. Özellikle 28 Şubat ve 17 Aralık’ın bir başka sonucu var ki, pek kimse bunu konuşmak istemiyor. Çünkü bu, diğerleri gibi sadece dünyalık değil daha uzun vadeli bir fatura çıkarıyor karşımıza.

28 Şubat’ta dindarlar, devlet ve sivil işbirlikçileri marifetiyle, büyük çok büyük bir zulüm yaşadılar. Bu baskı ve zulmü yapanlar, seküler düzen içinde, hukuk karşısında hesap verir, vermez bu başka bir tartışmanın konusu. Fakat ben ortaya çıkardığı iki farklı sonuçla daha da ilgiliyim;

1-Toplumun, İslam ve müslüman algısı ne kadar zarar gördü? 

2-Dindar müslümanlar, oyunun bu kısmının ne kadar farkındalar ve bu imtihanı verebildiler mi? Faturası sadece dünyalık olmayan, işte bu hasar tespit raporu konusunda hayli endişeliyim. 

28 Şubat’ın çirkin fotoğrafı 

Dindar müslümanların üzerinden silindir gibi geçen, derin travmalar yaratan 28 Şubat’ın “dindar figürleri”,  Aczimendiler, Ali Kalkancı, Fadime Şahin ile kazındı hafızalarımıza... Oyunu kurgulayanlar öyle buyurdular çünkü... 

Algı yönetimi böyle bir şey, fotoğraf hafızamızdan vururlar bizi. 

Yönetmenler; başörtüsünü kostüm olarak taktıkları, başrol oyuncusu Fadime Şahin üzerinden, birkaç damla gözyaşıyla bezeli, iyi bir oyunla kotarılmış, dindar kadın imajını oluşturdular. Onunla aynı evde basılan, üstünü başını toparlamaya çalışan sakallı dindar adam, Kuran okumayı dahi bilmeyen sahte şeyh ve hemen her gün bir TV kanalına, cehaleti kirpiğinden akan, bugün adını dahi hatırlamadığım “müslüman kadın yazar” kisveli aktörleri ile soslayarak, yeni bir müslüman kimliğini, imajını “mıh” gibi çakmak istediler toplumun hafızasına... 

Siyasi, ekonomik hedefler ve beklentiler kadar, “müslüman algısı ve imajı” üzerine oynanan bu oyun, felsefe olarak, ABD’nin 11 Eylül kurgusundan çok da farklı değildi. Çünkü toplumun “müslüman algısı ve imajı “ üzerinde hemen hemen benzer sonuçlar ortaya çıkardı.

Bu dünyaya ait tüm sonuçları her ne kadar hala tartışılsa da, 28 Şubat’ın uzun vadeli en önemli sonucu, toplum hafızasındaki “müslüman algısını” çirkin bir fotoğraf karesine sıkıştıran, ayaklar altına düşüren, algı yönetimindeki (maalesef) başarısıdır. 

Profesyonel toplum mühendislerinin, oskar alamayacakları ama namzet olabilecek derin bir oyunuydu bu. Tıpkı savaşların bıraktığı derin yaraların bir kaç nesilde kapanamayacağı türden, bu modern darbe de hala kapanmayan derin yaralar açtı ruhumuzda ve dahi bedenlerimizde. Bu ağır travmanın stresiyle baş edemeyen ve sağlığı bozulanlar, en hafifinden “öğrenilmiş çaresizliği” tanıdılar.

Kazananları da oldu elbet 28 Şubat’ın... “En” leri vardı... Bir küçük mutlu azınlığı, mutlu eden 28 Şubat’ta hukukun, toplum vicdanının, adaletin konusu olan, darbe, din ve vicdan hürriyeti ihlali, eğitim, çalışma barınma, seyahat haklarının elden alınması ne kadar seküler hukukun konusu ise, müslümanların kendi içindeki sınavı da bir o kadar dinin, dindarlığın konusu. 

Bunu bir imtihan gibi görmekten daha çok, dünyalık bir savaş gibi gören bazıları da takiyyenin de ötesindeki hal, davranış ve tutumlar ile “müslüman kimliği ve ahlakı” üzerinde daha da ağır izler bıraktılar. Şahsi ve sadece kendini bağlayan tercihler değil tartıştığım, dünyaya ait kendi doğrusuna ilahi referans arama ve/veya uydurma gayretkeşliği... 

17 Aralık: Kardeşin ihaneti 

Olduğu gibi görünemeyenler, görünmeye çalıştıkları gibi olmaya kalkınca daha da sakil vaziyetler çıktı ortaya. Eşinin dahi başörtüsünü taşıyamayanlar, gümüş yüzüklerini çıkaranlar, imam hatipli olduğunu söyleyemeyen, namaza gitmekten korkanlar ve/veya saklayanlar...

İşte bu da dindar müslümanların sınavıydı. Aslından “dindarım” diyen hemen herkes, karnesi uzun vadede belli olacak, kendi sınavını verdi. 

17 Aralık’ta daha da usta yönetmenler girdi devreye ve yine hafızalarımızda dini bütün insanları, samimi müslümanları, gönül ehli dostları yaralayacak izler bıraktı. 

Yine yeniden, fotoğraf hafızamızdan vurdular bizi...

Bugün hala olayın harareti üzerinde iken pek farkında değiliz belki, onlarca yıl sonra belki bizim ömrümüz kifayet etmeyecek ama çocuklarımız ve torunlarımız 28 Şubat- 17 Aralık arasındaki benzerlikler, müslüman kimliğine, algısına verdiği zararlar üzerinden, örnek olay incelemeleri yapacak. Bugün kişiler üzerinden tartıştığımız gündem, bundan on yıllar sonra, sadece hasar tespit raporu ile anılacak.

Kardeşine iftira edenler, en mahreminden canlı yayın yapanlar, kardeşinin ayıbını örtmek yerine tüm mecraları kullanarak, ifşa etmek, şantaj ve tehdit için yarışanlar, ibadetin dahi gizlisi makbul iken, bedduayı online yapanlar, ölü kardeşinin etini iştahla yiyenler ile yetim hakkı yiyenler... 

Yaradan’ın “Müminler, ancak kardeştir” (Hucurat-10), “Müslümanların ayıplarını (ve gizli şeylerini) araştırmayın...” (Hucurât, 49/12) emri ile, Resulullah’ın: “Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın” (Müslim, Birr ve Sıla, 30) buyruğunu çocuklarımıza nasıl öğreteceğiz?

Bizi “müslüman ahlakı” üzerinden, tam da gönlümüzden, can evimizden vurdular.

Yönetmen, reji, kostüm, efekt, kurgu... teknolojinin imkanları ile öncekilere kıyasla, çok daha profesyonel olan bu oyunun, yıllar sonra yapılacak olan, enkaz analizi, hasar tespit raporunda, yine kaybedenler dindar müslümanlar ve topyekûn bir memleket olduğu daha da açık görülecek.

Çocuğuma ne diyeceğim? 

Bir müslüman anne olarak, çocuklarıma mahcubum... Onlara anlattığım, hayatlarının tam da ortasına koymaya çalıştığım, mukaddes dinin, günümüz uygulayıcılarından kaynaklı, kötü hatıraları daha da önemlisi kavram kargaşaları olduğu için...

Gerçi garip olan bu dinin, garip bir kaderi de bu; “müslümanın müslüman ile sınanması”...

Dört halifeden üçünün şehit edilmesi, Hz. Peygamberin gözünün nuru torunlarının akıbeti, hep “müslümanın müslüman ile sınanması” değil mi?

Belki de bundan yıllar yıllar sonra yazacağız, 17 Aralık’ta toplumunun hafızasına kazınan “müslüman algısındaki” deformasyonu ve dindar müslümanların, verilemeyen sınavlarını...

Benim haddim değil elbette, lakin tarih ve Allah affetmeyecek...

[email protected]