Müslüman failliğinin kaydedildiği bir yüzey olarak hilafet

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
9.12.2017

‘Hilafeti Hatırlamak’ kitabının temel argümanı, Müslüman bir özne pozisyonunun ortaya çıktığı bir dünyada, buna ev sahipliği yapacak herhangi bir kurumsal çerçeve ya da yapının olmadığı, dolayısıyla Müslümanların küresel beyaz hakimiyetinin tahakkümü altındaki mevcut sistemde temsil edilmeme sorunu ile baş etmeye zorlandığı şeklinde özetlenebilir.


Müslüman failliğinin kaydedildiği bir yüzey olarak hilafet

Özellikle 1980’lerden bu yana sadece Türkiye’de değil dünyada da sürekli üzerinde konuşulan İslamcılığı en genel anlamda çağdaş Müslüman öznelliğin bir ifade formu olarak düşünebiliriz. Elbette bir fenomen olarak İslamcılığın en zorlayıcı yanı, onun İslam’la ilişkisinin nasıl kurulduğu ya da kurulacağıdır. İslamcılığın kimliğinin onun içeriğine değil, fakat bu içeriklerin bir karşıtlıklar dizisine dahil edilmesine dayandığını savlayan Salman Sayyid’in Hilafeti Hatırlamak adlı kitabı, İslamcılığın Kemalizme karşı ortaya çıktığını öne sürüyor.

İslamcılık ile Kemalizm arasındaki karşıtlığın “nesnel olmaktan çok kurucu” olduğuna işaret eden Sayyid, Kemalizm söylemini tanımlayanın, onun içerdiği tema ve mecazlardan ibaret kalmayıp daha çok bu mecaz ve temaların karşıtlıklar üzerinden dile getirilip kendi anlamlarını kazanmaları olduğunu vurguluyor. Sayyid’in kavradığı biçimiyle Kemalizmin sırf Türkiye’ye özgü bir anlayış olmadığı da tasrih edilmeli. Birinci Büyük Savaş sonrası dünyada Avrupa’nın resmi imparatorluklarının çözülmesinin bir sonucu, İslam dünyasında tabiiyetin ana unsuru olarak etnisiteyi öngören devlet yapılarının ortaya çıkmasının Kemalizm’in ana mantığını oluşturduğunu belirten Sayyid, bu mantığın İslami kurumların kamusal hayattaki etkilerinin zayıflatılmasına dayandığını tasrih ediyor. Bu açıdan belki de Kemalizm, Avrupamerkezciliğin İslam dünyasındaki beşinci kol hareketi olarak görülebilir. İslamcılar ile Kemalistlerin yer yer benzer kavram, ağız ve uygulamaları kullanmaları dolayısıyla aynı olduklarını iddia eden yaklaşımları da eleştiren Sayyid, politik ya da stratejik manevranın kendi kimliğine kavuşmasının gramatik bir eklemlenme sorunu olduğuna dikkat çekiyor. Kitabın temel argümanı, Müslüman bir özne pozisyonunun ortaya çıktığı bir dünyada, buna ev sahipliği yapacak herhangi bir kurumsal çerçeve ya da yapının olmadığı, dolayısıyla Müslümanlar’ın küresel beyaz hakimiyetinin tahakkümü altındaki mevcut sistemde temsil edilmeme sorunu ile baş etmeye zorlandığı şeklinde özetlenebilir.

Dekolonizasyonun boyutları

Böylesi bir dünyada Müslümanlar’ın Avrupamerkezciliğin silmek istediği her şeyin bir metaforu haline geldiğini belirten Sayyid, Müslümanların cenazelerini nasıl gömdüklerinden ne yediklerine ve nasıl giyindiklerine kadar tartışılan birçok meselenin Avrupamerkezciliğin ve onun payanda olduğu bütün epistemolojik, siyasal, tarihsel boyutlarıyla mevcut yapının zorunsuzluğunu ortaya çıkarttığını iddia ederek, beyazların hakimiyetiyle işbirliği yapan Müslümanların olmasının İslamcılığın beyaz hakimiyetinin dekolonize olmasına yol açtığı şeklinde ifade ettiği kendi argümanını çürütecek bir veri olmadığını da ayrıca kaydeder. Ona göre bu dekolonizasyon sadece askeri, ekonomik ya da siyasal değil aynı zamanda epistemolojik bir boyuta da sahiptir. Cari durumda Müslümanların en önemli zorlanmasının Kemalist hegemonyanın çözülmesinin ardından İslamcı bir tarihsel blokun oluşturulamaması olduğunu kaydeden Sayyid, hilafet kavramını bir tarih olarak değil Müslüman failliğinin kaydedildiği bir yüzey olarak ele alıyor. İslami olan üzerine konuşmanın sadece tarihsel, jeopolitik ve kültürel olarak değil felsefi olarak da Avurpamerkezciliğin terk edilmesini şart koştuğunu vurgulayan bakışıyla Hilafeti Hatırlamak, gerek Batı dünyasının diline sıkışmışlığımıza ilişkin bir özdüşünüm çabası gerekse de bu sıkışıklıkları aşabilmek için gösterilmesi gereken entelektüel dirayete bir davet.

17. yüzyılda Osmanlı’nın düşünce dünyası

Osmanlıların bilim, felsefe ve düşünce alanında özgün herhangi bir şey üretemedikleri önyargısı Cumhuriyet devri aydınlarımızın handiyse genel geçer bir kabulü, belki de bir önyargısıdır. Bu tartışma günümüz Türkiye’sinde de hala sürmektedir. 600 yıl boyunca hüküm sürmüş bir devletin bunu nasıl yaptığına ilişkin birçok kör nokta barındıran bu önyargının tutarsızlığı elbette rahatça gösterilebilir. 17. yüzyıl Osmanlı fikir hayatına dönük bir sempozyumun kitaplaşmış hali olan Sahnı Seman’dan Darülfunun’a eser bu yönde verilmiş güzel bir örnek. Zeytinburnu Belediyesi’nin yayınladığı eserde sözü edilen dönemdeki hukuk, dini düşünce, kitap ve kütüphaneler, eğitim hayatı gibi alanlara ilişkin tebliğler yer alıyor. Sahnı Seman’dan Darülfunun’a, Zeytinburnu Belediyesi, 2017

‘Büyük Herif’ ve alacalaşma meselesi

Anadolu’nun beşeri coğrafyasındaki çeşitlilik ve farklılıklar hakkında yeterli çalışmaların yapılmadığı bilinir. Bu alanda yapılmış önemli bir çalışma: Anşa Bacılı Ocağı. Kızılbaş-Alevi geleneği sürdürmekte kararlı ve “Büyük Herif” lakaplı bir kadın dedeye sahip tek Alevi ocağı olan Anşa Bacılı Ocağı’na ilişkin etnografik inceleme, hem diğer Alevi ocaklarına karşı hem de merkezi otoriteye karşı başlatılan bir sosyal hareket sonucu 19. yüzyılda kurulan ocağın özgün yanlarını tasrih ediyor. Bu ocağa bağlı Zile ve Çekerek Alevilerinin sosyal ve kültürel hayatını irdeleyen eser geleneksel Alevilikteki “alacalaşma”nın boyutlarını kavramamıza imkan tanıyor. Anşa Bacılı Ocağı, Ali Selçuk, Çizgi Kitabevi, 2017

@uzakkoku