Müslümanlar soykırım ithamını kabul etse ne olur?

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ / Hukukçu
25.04.2015

Soykırım iddiası, sadece sınırlı sayıdaki İttihatçının değil, bir milletin, bir geçmişin, bir medeniyetin ithamıdır. Soykırımı kabul edelim diyenler, doğmamış nesillerin alnına kara leke sürülmesini peşinen kabul eden garip âdemlerdir.


Müslümanlar soykırım  ithamını kabul etse ne olur?
Bir dost meclisinde Taner Akçam’ın “Ermeni Soykırımı” iddiasını kabul hatta müdafaa, İTC ve İttihadçıları da tahkir ve itham eden meşhur bir eski İslamcı, şiddetli itirazımız ve İTC müdafiiliğimiz üzerine “siz eski İslamcı mısınız; eski İslamcıların bir kısmı şimdilerde İttihadçı oldu” gibisinden bir sual tevcih etmiş, naçizane biz de “eski” değil, emr-i hak vaki oluncuya dek İslamcılıktan vazgeçmeyecek biri olduğumuzu ifade etmiştik. Mezbur, “soykırım suçunun(!)  İTC ve İttihadçılara havale edilmekle işin içinden çıkılacağına inanan birisiydi. Zannımca biraz ağır olmuştu ama arkadaş nezdinde  “soykırım” iftirasını kabul ama bunu İTC’ye havaleyle dertten kurtulacaklarına inanan bazı eski İslamcı ve İslamî hassasiyet sahiplerine ben daha iyi tercüman olurum diyerek biraz istihza etmiştim:  
 
Kabul et kurtul!
 
“Ey dünya, ey Ermeni Milleti-diasporası; biz 1915’te Osmanlı topraklarında fena ve feci bir karara imza attık; melekten daha masum Ermeni vatandaşlarımızı tehcir adı altında yok ettik; aslında bu günah hepimizin... Ancak sizler de takdir edersiniz ki şayet ‘bu günah hepimizin hanesinde mukayyet ve muharrerdir’ dersek başımıza iş alırız; gerçi milletin kahir ekseriyetinin bu işle ilgili olmadığı da bir gerçek... Bu meş’um ve mel’un kararı alanlar bir avuç İttihadçı keferedir. Bu zalim mel’unlar zaten Abdülhamid efendimizi de tahttan indirmişlerdi. Bunlar esasen Selanik dönmesi, Sabetayist, mason, pozitivist, dinsiz-imansız caniler ve cahiller güruhuydu. Başlarındaki Talat denilen den’î ve şen’î herifin liderliğinde hunhar ve dar bir zümrenin vaki içtimaı neticesi tehcir kararı alındı ve mukaddes ve muazzez Anadolu, Ermenilerden mahrum bırakılarak kirletildi. Biz fazla topraktan  ve Müslüman kesafetinden pek hazzetmeyen bir milletiz; bize Konya Ovası kadar bir yer yeterdi de artardı bile... Bu Talat ve hempaları bugün yüzölçümü olarak ülkemizin 1/3’üne tekabül eden (vilayet olarak oran daha yüksektir; 32-33 vilayete tekabül eder) vilayat-ı sitte’yi kurtarıp bize armağan etmese de olurdu. Talat ve avanesi vilayat-ı sitte’yi kurtarmakla sadece bir toprak parçasını kurtarmakla kalmamış, bu bölgenin kaybedilmesiyle hayli şedit bir katliama maruz kalması muhakkak olan bölge Müslümanlarını da kurtarmış olabilirler. 
 
Bir tek İttihatçılar mı?
 
Buna da hiç gerek yoktu; Ermenilerin katliamına maruz kalan Müslüman ahali şehid olacak ve cenneti garanti altına alacaktı. Bizler de kabul ve itiraf ederiz ki bu ülkeyi, bu milleti yok olmaktan halas eden, kurtaran İttihadçılardır. Onların gözü karalığı, cesareti olmasaydı Konya ovasında kaşık havası oynuyor, “yavrum şu Sille’yi gece geçtim, amanııınnn’ diye türkü çığırıyor ama aynı zamanda mutlu bir ülke, millet ve devlet oluyor olacaktık; Sivas, sınır komşumuz Ermenistan’ın güzel bir şehri, Erzurum da başşehri olacaktı; neyi kötü bunun? Toprağımız küçük olacaktı ama derdimiz olmayacaktı. Ermeni Tehciri’ni, hatta Soykırımı bir avuç İttihadçı ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanı yapmıştır, demek istiyoruz. İTC ve İttihadçılarla etnik Türkler haricinde, Kürt aşiretlerini, Çerkes ve Gürcü çetelerini işin içine pek katmadan bir formül için çok çabaladık, bayağı zahmet çektik ama bu sıkıntıyı henüz aşamadık. Yalnız sizden birkaç istirhamımız olacak:
 
1-Katledilen Ermeni sayısını biraz azaltın. Aksi halde 700-800 bin rakamlarında dolanırsanız, bizim ukala Molla Kasımlardan biri çıkar ‘yahu bu nasıl iştir; asker cephede, 15 yaşındaki çocukları bile ölüme gönderdik, Çanakkale’de un öğütür gibi şehit kanı döktük; hakeza diğer cephelere asker yetiştirmek için neredeyse kundaktaki bebeleri askere alacaktık; bu kadar Ermeni’yi 2-3 bin civarındaki Teşkilat-ı Mahsusa elemanı, taş çatlasa yine 3-5 bini geçmeyecek Çerkes ve Gürcü çeteleri ile sayıları meşkuk ama yine bu miktardaki Kürt eşkıya ve aşiret mensupları mı kesti; bunlar 24 saat bilfiil çalışsalar birkaç yıldan önce bu kadar insanı kesemez; o halde işin içinde millet de var; yahu işin içinde millet de varsa millet nerede; herkes cephede olduğuna göre bu Ermenileri yaşlılar,
kadınlar ve çocuklar mı kesti’ derse ne yapacağız?
 
2-Bir de lütfen Taner Akçam gibi şahısları fazla konuşturmayın. Biz, işi İttihadçılara ciro ve havale edip kurtulacağız ama bu şahıs yeni yeni buluşlara imza atıyor. Bazı görüşleri naklediyor gibi yaparak, incelikli(!) şekilde Ermeni Soykırımı, salt İttihadçıların işi değilmiş, onlar bu işi Abdülhamid’den miras almışlar ve esasen bu zulüm İslamcılık, belki de Müslümanlık saikiyle icra edilmiş mesajı veriyor. Yahu biz bunu nasıl savunacağız? Çıkar başka bir Molla Kasım da ‘tehcir ve soykırım edebiyatının nihai gayesi, modern tarihteki ilk soykırımı Türkler, yani Müslümanlar yaptı imajını oluşturabilmektir; zaten Hitler’in soykırımcı subay ve generalleri, stajlarını Osmanlı’da Ermeni Soykırımı’nda yaptılar tezini temel alan çok sayıda çalışmaya tesadüf ediliyor; uyanın artık’ derse biz ne yaparız? Allah’tan reva mı Taner Akçam’ın şu satırları: “İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri niçin Hıristiyan vatandaşlarının sürülmesi, yurt dışına atılması siyaseti izledi ve bu siyaset niçin Ermeni ve Süryaniler özelinde toptan imha siyasetine dönüştü? Hangi faktörler burada belirleyici oldu?... Din hiçbir rol oynamadı mı? Oynadıysa hangi düzeyde oynadı? İmhada esas belirleyici olan, Osmanlı-Türk toplumunda egemen olduğu düşünülen belli bir zihniyet -Hıristiyanlara karşı düşmanlık- kültür mü yoksa savaş yıllarının getirdiği ‘zorunluluklar’ mıydı? Bu ve benzeri sorular etrafında henüz ciddi olarak tartışmaya başladığımızı söyleyemem.... [Bir] gruptaki yazarlara göre, ideolojinin bu genel çerçeve içerisinde özel bir yeri vardır ve İttihatçıların Pan-Türkist ve Pan-İslamist ideolojiye sahip olmaları 1915 kararı üzerinde belirleyici olmuştur... Akademik düzeyde Ermeni soykırımını bir süreç olarak gören ve bunu Abdülhamid dönemi ile başlatanların olduğunu söylemek gerek. Şüphesiz bu 1915’e ve imhaya ilişkin kararların 1890’larda verilmiş olduğu anlamında söylenmiyor. Gerek Abdülhamid dönemi gerekse 1915 katliamlarında  benzeri faktörlerin aktif olduğu söyleniyor ve soykırımın ancak süreklilik gösteren bu özellikler ile açıklanabileceği vurgulanıyor... Altı çizilen önemli bir husus da gerek Abdülhamid’in gerekse İttihatçıların Pan-İslamist bir ideolojinin savunucusu olduklarıdır. Dolayısıyla bu tez, ideolojiye oldukça merkezi bir rol vermektedir. Abdülhamid ve 1915 arasındaki süreklilik ve kopuş konusunda akla gelebilecek soruları şöyle sıralamak mümkündür: Acaba Abdülhamid dönemi (1894-6) katliamları ve 1915 Soykırımı birbirinden tamamen farklı iki sosyal olgu olarak mı ele alınmalıdır? Yoksa bu iki olgu çizgisel bir sürecin iki ucu olarak görülebilir mi? Yani aralarında bir illiyet bağı vardır, diyebilir miyiz? 1915 bir anlamda, 1894-6’da yapılanların devamı mıdır? Vartkes ile Talat Paşa’nın arasında geçtiği aktarılan bir konuşmayı bu çerçevede hatırlamamak mümkün değildir. Ermeniler reform için Batılılardan yardım istemiş ve uzun diplomatik görüşmeler sonucu 1914 Şubat Reform Anlaşması imzalanmıştır. İttihatçı yöneticiler, bu reform anlaşmasını imzalamaktan dolayı çok öfkelidirler. Talat Paşa bunu ‘Zayıf olduğumuz günlerde... sizler boynumuza çöktünüz ve Ermeni Reformlarını ortaya attınız. Bundan dolayı biz de içinde bulunduğumuz durumun bize sunduğu imkânı kullanacak ve halkınızı öylesine dağıtacağız ki, elli yıl Reform fikri kafanızdan çıkacaktır’ sözleriyle dile getirir. Vartkes’in ‘Abdülhamid’in eserini devam mı ettireceksiniz?’ sorusuna ‘Evet’ diye cevap verecektir. Gerçekten de 1895 Mayıs ayında yabancı güçler Ermeni Reform tasarısını sunmuşlar, Abdülhamid önce direnmiş, kabul etmemiş ve ama sonra 1895 Ekiminde Ermeni Reform paketini ilan etmek zorunda kalmıştı. Zorla kabul edilen reformun cevabı ise, 100-200 bin civarında Ermeni’nin katledilmesi idi. 1915 ile benzerlik şaşırtıcıdır. Akla gelen soru şudur: Soykırımdan bir süreç olarak bahsetmek ve bu süreci de Abdülhamid’le başlatmak daha doğru olmaz mı? 1894-6 ile 1915 arasında bu tür bir çizgisel bağın kurulmasına, birçok makul neden ileri sürerek karşı olabiliriz ve her iki kitlesel katliama, birbirinden farklı sosyal olgular olarak yaklaşabiliriz. Ama bu tutum bile, her iki kitlesel katliam arasındaki benzerlik ve kopuş olarak açıklanacakları gibi bir soruyla uğraşmak zorundadır” [Ümit Kurt’un “Türk’ün Büyük, Biçare Irkı” Türk Yurdu’nda Milliyetçiliğin Esasları(1911-1916)] kitabına Taner Akçam’ın yazdığı önsöz).
Yahu   biz soykırım varsa da bunu İTC ve İttihadçılara havale edip işin içinden çıkacağız ama Taner Akçam işin içine Abdülhamid’i, Müslümanları, İslamcılığı katıyor, bir süreklilik vurgusu yapıyor, bunlar bizim işimizi zorlaştırıyor... Ayrıca 1894-6’da ölen Ermeni  sayısı için de 100-200 bin rakamını kullanıyor. Namık Kemal, para rakam olunca cömertmiş; herkese, her şeyi alır, ısmarlarmış ama para gerçek para olunca pek öyle değilmiş. Akçam da ölen Ermeni sayısı hakkında mesele rakam olunca rahatlıkla “100-200 bin” diyebiliyor, hâlbuki 100 bin ile 200 bin arasındaki fark rakam olunca dile kolay geliyor, “ölü” olunca değil. Akçam ayrıca bu sürekliliği yine Ümit Kurt’la birlikte hazırladığı Kanunların Ruhu-Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek (İstanbul: iletişim Yayınları, 2012) unvanlı kitapta da soykırımın  gerçek ispatının öldürmeler filan değil, kanunlarda saklı olan niyet olduğunu, aynı zamanda bu kanunlara göre tehcire tabi tutulan tüm Ermenilerin haklarının mahfuz tutulduğunu yani bugünkü AK Parti iktidarının (resmen bu ifade geçmiyor) hırçınlığının ve soykırımı inkar etmesinin sebebinin de bu olduğunu yazarak devam ettiriyor. Elbette bu satırlar bizi sıkıntıya sokuyor”.
 
İroniyi bir kenara bırakırsak bazı İslamcı, muhafazakâr ve mütedeyyinin “Soykırımı kabul edelim, biz yapmadık ki, İttihadçılar yaptı” diyerek işin içinden çıkacaklarına inanmaları hakikaten acınacak bir durum.
 
Neden harp sırasında?
 
İnanılır gibi değil ama tam 32-3 vilayetimiz -ki bu rakam şu anki il sayımızın 1/3’ünden bile fazladır- ya tamamen ya da kısmen Ermenilerin meskûn olduğu mahal kapsamına girdiğinden buralarda reform plan ve projeleri tatbik edilecekti. Bu yerlerin önemli bir kısmının Etnik Türklerin ve Kürtlerin ve biraz da Çerkezlerin yoğun bulunduğu yerler olduğu düşünülürse Ermeni tehcirinin o esnada niçin tüm milletçe kabul gördüğü de anlaşılır. Tehcire altyapı oluşturan bu korkunun başka bir tarihte, başka bir zaman diliminde, başka bir konjonktürde değil de niçin I. Dünya Harbi esnasında yürekleri tir tir titrettiği anlaşılmadan dürüstçe bir tartışma yapılamaz kanaatindeyiz. Her İttihatçının, her Kürdün, her etnik Türkün, her Çerkez’in, her Gürcü’nün ezcümle her Müslüman’ın anakronik bir kavramla, yani faşizm ve soykırımla ithamı abesle iştigal olacağından daha makul bir tartışma vasatının oluşması gerekmektedir. Tehcire karşı çıkan Osmanlı idarecisi olarak bir iki müftü, bir iki vali ve bir iki mutasarrıftan başka kimsenin gösterilmemesi Ermeni tezini savunanlarının açmazıdır; yani çoğunluğun tehciri istemediği görüşünü sıkça dile getirenlerin..! Ermeniler kötü oldukları için değil -ezici çoğunluğu kötü değildi-, bu toprakların aslî unsuru olmadıkları için değil -aslî unsuruydular-, zaten küçüle küçüle bir avuç kalmış vatan topraklarının bu son plan ve projelerle (8 Şubat 1914 Yeniköy Anlaşması) daha da küçüleceği, milliyetçilik çağında Ermenilerin altın tepsi içinde sunulan bu imkânı reddetmeyecekleri, Ermeni örgütlerinin bu yöndeki müktesebat, talep ve faaliyetlerinin tüm Ermenilere şamil olacağı ve I. Dünya Harbi’nin karışıklığından istifade ederek Ruslarla birlikte hareket edecekleri -ki bazı yerlerde etmişlerdi- korkusuyla  tehcir edilmişlerdir; burada bir ıztırar hali mevcuttur. Bugünden bakınca bahse konu korkunun boş olduğunun iddia edilmesi o döneme, o dönemin endişelerine anakronik yaklaşmakla mümkündür.
1890’lardan beri namı yürüyen Antranik’in Balkan Harbi’nde ve tehcirden sonra Van, Bitlis ve Erzurum’da Müslümanlara reva gördüğü zulüm kendisinin Ermeni millî kahramanı sayılmasına yol açacak kadar ağır ve iğrençtir.  Eğer tehcir objektif olarak tartışılırsa sonuca daha da yaklaşabiliriz; fakat bizim Ermeni tezlerinde dikkatimizi çeken husus, “soykırım” iddiasının değil de “tehcir”in gizlenerek öncelenmiş olduğudur. Garip şekilde sanki “tehcir” soykırım iddiasının öncülü değil de “soykırım iddiası” tehcirin öncülü gibi görünmektedir. Tehcir hakikat, soykırım iddiadır. Hakikatin de iddia kadar tartışılmaya hakkı vardır
 
Bir medeniyetin ithamı    
 
Soykırım, hukukî tabirle “kasd-ı mahsusa” ile işlenen bir suçtur ve kimse Müslüman bir milletin böyle bir kasıtla hareket ettiğini değil ispat, değil iddia, beyan bile edemez. “Biz milleti değil, bir avuç İttihatçıyı itham ediyoruz” söylemi ise bilindiği üzere artık bayatladı. Misak-ı Millî’yi kalem alan ve tehciri haklı bulan Hüseyin Kazım Kadri’nin, İstiklal Marşı’nı kaleme alan ve tehcir aleyhine bir beyanı olmayan Mehmet Akif’in en azından sesiz kalan ulemanın ve milletin tehcirden neyi anladığı ortadadır. Birileri kimi, hangi İttihatçıyı nasıl itham edeceklerini biliyorlar; hedef daraltarak -ki Akçam gibiler artık buna da lüzum görmüyor- sonuçta milletin tümünü lekeli hale getirmek istiyor.  Soykırımın olmaması hiçbir şey olmadığı anlamına mı geliyor, hâşâ!  Densiz, vicdansız, ruh hastası katillerin hunharlığını Ermenilerin ve onların saliklerinin sıkça hatırlatmalarına gerek yok; biz onları da biliyoruz. Ermeni kadınlarının altınlarını almak için cinayet işleyen, suçunun ortaya çıkmaması için görgü şahitlerini de öldüren bir cani, ancak adî suçludur; tıpkı Erzurumlu, Vanlı, Bitlisli ninelerimize tecavüz ederek öldüren Ermeni caniler gibi. Madem soykırımın vukuu için rakamın, insan sayısının önemi yok, madem önemli olan “kasd-ı mahsusa”dır, madem “soykırım kasdı” varsa bin-iki bin kişinin dahi öldürülmesi “soykırım”dır, o halde Van’da insanlık tarihinin görmediği tecavüz ve cinayetler neydi? Hem Vanlı kadınların, ninelerimizin muhtemelen altınları da yoktu! Eğer önemli olan kasıtsa buradaki kasıt daha muayyen değil midir? Hocali’deki Azerîler oldukça fakir sayılırdı, alınacak altınları, paraları mal-mülkleri de yoktu; buradaki cinayetler adî cinayet miydi, yoksa bin iki bin kişilik bir nüfusu hedef alsa da bir dinî-etnik grubu yok etmek miydi? Üstelik bu “kasd-ı mahsusa”nın en önemli saiklerinden biri de “intikam” ve “toprak gasbı” olduğuna göre Ermeniler Hocali Azerîlerini kafalarının tası attığı, canları sırf cinayet işlemek istediği için mi öldürdüler? Tehcirin başlı başına bir faciaya yol açacağı söylenebilirse de soykırım kastını ihtiva ettiği iddia olunamaz. Kaldı ki, Kafkas Müslümanlarının tehcirinden dolayı Rusların; Rumeli Müslümanlarının tehcirinden dolayı Bulgarlar, Yunanlar ve Sırpların; Girit Müslümanlarının tehcirinden dolayı Yunanistan’ın hiç bahsi geçmezken sadece Türklerin (Kürtlerin ve Çerkezlerin) muahezesi manidardır. “Efendim, onlar da yapmışsa siz de onları suçlayın” basitliği inandırıcı değildir ve esas bu sözlerdeki “kasd-ı mahsusa” önemlidir. Biz, haksız yere tek bir insanın hayatına son verilmesini tüm insanlığın yok edilmesi olarak telakki eden bir inanca mensubuz; bir masumu öldürmek mi, hâşâ sümme hâşâ!
 
Soykırım iddiası, sadece sınırlı sayıdaki İttihatçının değil, bir milletin, bir geçmişin, bir medeniyetin ithamıdır. Soykırımı kabul edelim diyenler, doğmamış nesillerin alnına kara leke sürülmesini peşinen kabul eden garip âdemlerdir. İyi niyetli ve sevdiğimiz bazı isimlerin bu anlama gelecek kelimeler sarf etmeleri üzücüdür; Soykırım “münhasıran şahsa merbut” bir suç olmadığı gibi suç ve cezanın şahsîliği prensibinin de geçerli olmadığı bir suçtur. Şu an Avrupa’nın “SOYKIRIMI TANIMA” gayretinin temelinde ise “soykırım”la hep Batı’nın ve Hıristiyanların suçlanmış ve mahkûm olmuş olması yatmaktadır; önce Hitler, arkasından da Miloseviç ve Karadziç. Ne yapıp edip dengeyi sağlamak istiyorlar. Sudan etrafında dönüyorlar ama esas niyet Türklerin mahkûm edilmesi; yani Müslümanların...
 
Delillerin değerlendirilmesi de ilginç. Hiçbir Ermeni’nin “biz de şöyle yaptık” dediğine şahit olunabiliyor mu? Madem bizim arşivlere girilmesinin hiç önemi yok, madem tüm tehlikeli belgeler yok edilmiştir; peki Ermeni arşivlerindeki belgelerin imhası henüz sonuçlanamadığı için mi Ermeniler arşivlerine giriş izni vermiyorlar; yoksa Antranik’ten başkalarının taltifleri, nişanları görülsün mü istemiyorlar?
 
Soykırım suçu bir bühtandır; çünkü bu kadar insan bir grubu, bir kavmi kesinlikle “kırmak” istememiştir; ancak onları tehcir etmiştir. Yollarda fecî, yürek paralayıcı menfur saldırılar meydana gelmiştir; hatta yer yer bunlar kontrol edilemez hale de gelmiştir. Bir takım sapıklar, sapkınlar, adî herifler tüm melanetlerini de sergilemişlerdir. Ancak tehcire karşı gıkını çıkarmayanlar sıra cinayetlere gelince kendilerini feda da edebilmişlerdir.
 
Soykırım teranesiyle tehcirin haklılığı, hukukiliği görmezden gelinemez. Tehcirler sadece Anadolu toprakları değil, milletin bekası da temin edilmiştir. 
 
Not: Tehcirin hukukiliğine dair yine Açık Görüş’te 03.01.2012 tarihinde yayınlanan “Iztırar Hali Açısından Ermeni Tehciri” unvanlı yazımız kanaatimizce bugünlerde daha da bir önem kazanmıştır.