Musul krizinin anahtar kavramı: Siyasi anlaşma

Mihemed Jiyan / YAZAR
13.11.2016

Irak’ın yönetilebilmesi ve Musul kriziyle bağlantılı olarak Sünni sorununun da çözülebilmesi için, Sünnilerin, Şiilerin insafına terk edilmeyeceği yeni bir “kurucu irade”nin Irak’ta tesis edilmesi gerekmektedir. Bu “siyasi anlaşma” için komşu olan ve Sünnilerin dinsel ve tarihsel bağ kurduğu Türkiye ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerin garantör olarak sürece dahil edilmesi önemlidir.


Musul krizinin anahtar kavramı: Siyasi anlaşma

 

Irak’ta 3’üncü haftasına giren Musul savaşında hamlelerin rengi değiştikçe sürpriz gelişmeler de meydana geliyor. Operasyonun başlangıcından itibaren gözle görülür bir direniş sergilemeyen DEAŞ’ın bundan sonrası için nasıl bir savaş stratejisi izleyeceği merak konusu. Cevabı aranan bir diğer soru da DEAŞ’ın bu durumunun taktik icabı mı yoksa gerçekten de savaşacak gücünün olmamasından mı kaynaklandığıdır.


Musul Vilayeti veya Musul Beylerbeyliği adıyla 1517’de Osmanlı devletinin Irak’taki 3 bölgesinden biri olarak kurulan bugünkü Musul, tarih boyunca büyük imparatorlukların ve devletlerin de savaşına sahne olmuştur. Bu noktada Musul’un kronolojisini ilginç kılan husus kent merkezinin savaşlarda büyük bir direniş olmadan teslim olmasıdır. Söz konusu kaderin son savaşta da tekrarlanıp tekrarlanmayacağını siyasi adımlar belirleyecektir. Irak’ın ana unsurunu teşkil eden Şii, Kürt ve Sünni taraflar arasında sağlanacak bir “siyasi anlaşma” bu anlamda anahtar bir rol oynayacaktır. Unutulmaması gereken husus, Musul’un DEAŞ tarafından değil, yerel aşiret güçleri, yeraltına çekilen Baasçılar ve farklı Sünni gruplar tarafından alınıp örgüte teslim edildiğidir.

Musul’un savaş kronolojisi

Kentin farklı imparatorluklar ve medeniyetler arasında el değiştirmesi şöyle olmuştur:

l Miladi 116 yılında Roma İmparatorluğu askerleri savaşmadan Musul’un içine girmiştir

l Müslüman mücahidler 637 yılında savaşmadan Musul kent merkezini teslim almıştır

l Moğollar 1262 tarihinde Musul’u kentini büyük bir savaş vermeden işgal edebilmiştir

l Timur İmparatoru Timur 1386 yılında Musul kentini savaşmadan aldı

- Osmanlı İmparatorluğu 1532 tarihinde Musul kentini savaşmadan teslim aldı

-  Afşar Hanedanı’nın kurucusu Nadir Şah 1734 yılında Musul’u kuşattı, kent merkezine girmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Musul civarlarında meskun Şii mezhep Şebek Kürtlerinin Nadir Şah ordusundan geriye kaldığı ifade ediliyor.

- Musul’da yerleşik Osmanlı 6. Ordusu Komutanı Ali İhsan Paşa şehri İngilizlere terk etmemek için istifa etti. Yerine Gelen Binbaşı Halit Akmansü İstanbul›dan aldığı emri yerine getirerek Musul›u boşalttı. 15 Kasım 1918 tarihinde İngilizler Musul’a asker çıkarıp işgal ettiler

- Saddam Hüseyin’in 2003 yılında devrilmesinden sonra Irak ordusu teslim oldu ve Peşmergelerle ABD askerleri Musul kentini savaşsız teslim aldı

- Terör örgütü DEAŞ, 10 Haziran 2014’te Irak ordusunun kaçması nedeniyle Musul kent merkezini savaşmadan işgal etti

Irak, siyasi olarak yönetilemediği için askeri açıdan da yönetilemez hale getirildi. Bu nedenle dışlanmış ve ötekileştirilmiş unsurlar sistem dışı arayışlara yöneldiler. DEAŞ, Baas rejiminin yıkılmasından sonra Şiilerin hakim olması nedeniyle baskılanan ve sistem dışına itilen Sünni halkın öfkesi üzerinden büyük bir coğrafyada hakimiyet kurmayı başarabildi. Irak hükümeti ise Musul öncesi ve sonrası yürüttüğü politikalarla DEAŞ’ın alevlendirdiği mezhepler savaşına odun taşıdı.

ABD’nin müdahalesinden sonra yeniden inşa edilen Irak devlet sisteminde tüm unsurların temsil edilebilmesi için Kürtlere Cumhurbaşkanlığı Sünnilere Meclis Başkanlığı Şiilere de Başbakanlık makamları uygun görüldü. Bu uygulamanın anayasal bir temeli yok fakat örf olarak yerleşti. Ancak söz konusu makamların temsil kapasiteleri çok dar ve halkların beklentilerini karşılamaktan  uzak kaldı. Dolayısıyla siyasi açıdan çözüm olarak düşünülen formül pratikte uygulama şansı bulamadığı için tutmadı.

Kendilerini dışlanmış ve sistem dışına itilmiş hisseden Sünni kesim 2012’den itibaren barışçıl sivil Cuma gösterilerine başladı. Sünnilerin bu medeni gösterileri 2013 yılının son ayı Aralık’ın 29’una kadar devam etti. O tarihe kadar da cuma gösterilerini organize eden insanlardan birkaçı suaikaste uğradı. Ancak 28 Aralık 2013’te Sünni milletvekili Ahmed el-Elvani’nin evine düzenlenen kanlı bir baskına gözaltına alınması bardağı taşıran son damla oldu. Nuri el-Maliki hükümetine yönelik protestolara destek veren Elvani’ye terör suçlamasıyla yapılan baskında kardeşi ve üç koruması öldürüldü, 10’u güvenlik görevlisi 18 kişi de yaralandı. Bu gelişme DEAŞ’ın aşiretlerin de yardımıyla Felluce’yi ele geçirmesine ve Haziran 2014’e gelindiğinde Enbar, Tikrit ve Musul’a kadar geniş bir coğrafyaya hükmetmesine yol açtı.

Tüm bunlar Sünni aşiretlerin DEAŞ’a verdiği destek sayesinde gerçekleşti. Yani işin arka planında güçlü bir “siyasi bilinç” yatıyordu. DEAŞ, siyasi yaklaşımların kendisine sağladığı elverişli zemini çok iyi kullanarak Suriye ile Irak sınırını anlamsız hale getirdi. Deyim yerindeyse Musullular Musul’un kapılarını DEAŞ’a sonuna kadar açtı ve örgüt elini kollunu sallayarak kente girdi.

İşletilemeyen süreç

Irak’ın yönetilebilmesi için geliştirilen formül çökünce devlet sistemi de çöktü. Zira bugünkü duruma yol açan gelişmeleri önleyecek “siyasi anlaşma” Saddam’ın devrilmesinden sonra ABD’nin desteğiyle oluşturulan 25 kişilik Geçici Hükümet Konseyi ile sağlanmıştı.

Dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı II. Körfez Savaşı’nın mimarı Paul Wolfowitz ile ABD’nin Irak Valisi resmi adıyla Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Paul Bremer arasında da ciddi tartışmalara yol açan bu formül bir süre denendi. Wolfowitz yönetimin bir an önce Irak halkına bırakılması ve demokratik bir sisteme geçilmesini savunuyordu. Ancak Bremer Iraklıların ülkeyi yönetemeyeceğini ileri sürerek bu süreci geciktiriyordu. Nihayet 2005’te kabul edilen ve referandumdan sonra yürürlüğe giren Irak Anayasası’yla yeni bir sürece girilmiş oldu. Anayasa metninde yer almayan ancak Irak halklarının üzerinde uzlaştığı örfi hukuka göre tüm dini ve etnik unsurlar adil bir şekilde temsil hakkına kavuşmuş olacaktı.

Irak’ta geliştirilen ve uygulamaya geçirilen modellerin hiçbirisi tutmadı ve taraflar arasındaki “güven bunalımı” gün geçtikçe derinleşti. 2012 yılında kurduğu Dicle Operasyon Gücü ile Kürt yönetimiyle savaş noktasına gelen Maliki, 2014 yılında Sünni bölgelerin tamamının kontrolünü kaybetti.

Hali hazırda, anayasada federatif statüye sahip olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak Anayasası’nın artık kendileri için bağlayıcı olmadığını ve Musul kurtarılmasından sonraki Irak’ın çok farklı olacağını ifade ediyor. IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, Irak Anayasası defterinin artık kendileri için kapandığını ve Musul’dan sonraki Irak’ın tıpkı Saddam sonrası gibi yeni bir modele kavuşacağını açıkladı.

Sünnilerdeki “güven bunalımı” çok daha derin olduğu için DEAŞ çıktı. Barzani de, sürekli olarak bu noktaya dikkat çekiyor ve Bağdat’ın bu politikaları olduğu sürece DEAŞ bitse de yeni bir örgütün çıkmasının kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Bunun nedeni Irak’ın bu şekilde yönetilememesidir.

Şiiler lehine değişen denge

Maliki 2006 ile 2014 yılları arasında yürüttüğü başbakanlık görevini Şiilerin ülkedeki hakimiyeti lehine kullandı. Mezhepçi politikalarıyla öne çıkan Maliki, ülkedeki siyasi ve askeri dengelerin Şiilerin lehine dönmesi için tehlikeli adımlar attı, anayasa hükümlerini askıya aldı. Irak ordusuna paralel olarak Dicle Operasyon Gücü adıyla bir askeri güç oluşturdu ve bunu Kürdistan Bölgesi’nde konuşlandırmak istedi. Barzani’yi bununla dize getiremeyince 2014 yılının başında IKBY’nın Irak bütçesindeki yüzde 17’lik payını tamamen keserek Erbil yönetimini ekonomik bir krize sürükledi.

Kürtlerle bu sorunları yaşayan Maliki, Baas rejimi ve Saddam yönetiminin Şiilere yönelik baskılarının, uygulamalarının faturasını adeta Sünnilere keserek onları sürecin dışına itti. DEAŞ’ın Felluce’yle birlikte Enbar, Tikrit ve Musul’u alması Maliki ve Şii taraflar için yeni bir fırsat doğurdu. Sünni bölgelerden sonra Şii kentlere de yönelen DEAŞ, Şii dini merciilerin cihad fetvalarına yol açtı. DEAŞ’a karşı cihad fetvaları ise Haşdi Şabi denilen paramiliter Şii milis gücünü ortaya çıkarttı. Irak ordusunun etkisiz ve işlevsiz kalması nedeniyle de Haşdi Şabi Irak’ın güvenlik gücü durumuna geldi ve ordunun yerine ikame edildi.

Bu manzara Maliki ve benzerlerinin arzu ettiği politikaların uygulanması için elverişli zemini hazırladı ve şiddetle karşı çıkan ABD dahil bölgedeki tüm aktörlerin, DEAŞ’ı etkisizleştirmek için Haşdi Şabi’ye alan açmasına neden oldu. Koalisyon güçleri de hava saldırılarıyla bu gücün ilerlemesini sağladı.

 Irak ordusunun yerine Bağdat’tan değil Şii merciilerden emir alan bir askeri gücün ikame edilmesi ülkedeki tüm dengeleri Şiilerin lehine çevirdi ve geçmişteki tüm “anlaşmalar”ın “hükümsüz” kılınması sonucunu beraberinde getirdi.

Hali hazırda Irak’a kontrolsüz ve emir komuta zincirinin nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz olan bir askeri güç hükmetmektedir. DEAŞ’ın elindeki Felluce, Enbar, Ramadi ve Tikrit gibi kentler örgütten kurtarılmasına rağmen halk, Kürt yönetiminin kontrolündeki Erbil, Duhok, Süleymaniye, Kerkük ya da yurtdışında Türkiye gibi ülkelerde sığınmacı hayatı yaşamaya devam etmektedir.

Siyasi bir anlaşmayla yeniden kurulan Irak devlet sisteminin, hangi taraftan olursa olsun, askeri bir tahakküm mantığı ile yönetilemeyeceği çok açık. Ülkenin yönetilebilmesi ve Musul kriziyle bağlantılı olarak Sünni sorununun da çözülebilmesi için Sünnilerin, Şiilerin insafına terk edilmeyeceği yeni bir “kurucu irade”nin Irak’ta tesis edilmesi gerekmektedir. Bu ancak başta da ifade ettiğimiz gibi “siyasi anlaşma” ile mümkün olabilecektir. Siyasi anlaşma için de komşu olan ve Sünnilerin dinsel ve tarihsel bağ kurduğu Türkiye ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerin garantör olarak sürece dahil edilmesi büyük önem arzetmektedir.

[email protected]

Irak’ta 3’üncü haftasına giren Musul savaşında hamlelerin rengi değiştikçe sürpriz gelişmeler de meydana geliyor. Operasyonun başlangıcından itibaren gözle görülür bir direniş sergilemeyen DEAŞ’ın bundan sonrası için nasıl bir savaş stratejisi izleyeceği merak konusu. Cevabı aranan bir diğer soru da DEAŞ’ın bu durumunun taktik icabı mı yoksa gerçekten de savaşacak gücünün olmamasından mı kaynaklandığıdır.


Musul Vilayeti veya Musul Beylerbeyliği adıyla 1517’de Osmanlı devletinin Irak’taki 3 bölgesinden biri olarak kurulan bugünkü Musul, tarih boyunca büyük imparatorlukların ve devletlerin de savaşına sahne olmuştur. Bu noktada Musul’un kronolojisini ilginç kılan husus kent merkezinin savaşlarda büyük bir direniş olmadan teslim olmasıdır. Söz konusu kaderin son savaşta da tekrarlanıp tekrarlanmayacağını siyasi adımlar belirleyecektir. Irak’ın ana unsurunu teşkil eden Şii, Kürt ve Sünni taraflar arasında sağlanacak bir “siyasi anlaşma” bu anlamda anahtar bir rol oynayacaktır. Unutulmaması gereken husus, Musul’un DEAŞ tarafından değil, yerel aşiret güçleri, yeraltına çekilen Baasçılar ve farklı Sünni gruplar tarafından alınıp örgüte teslim edildiğidir.

Musul’un savaş kronolojisi

Kentin farklı imparatorluklar ve medeniyetler arasında el değiştirmesi şöyle olmuştur:

l Miladi 116 yılında Roma İmparatorluğu askerleri savaşmadan Musul’un içine girmiştir

l Müslüman mücahidler 637 yılında savaşmadan Musul kent merkezini teslim almıştır

l Moğollar 1262 tarihinde Musul’u kentini büyük bir savaş vermeden işgal edebilmiştir

l Timur İmparatoru Timur 1386 yılında Musul kentini savaşmadan aldı

l Osmanlı İmparatorluğu 1532 tarihinde Musul kentini savaşmadan teslim aldı

l  Afşar Hanedanı’nın kurucusu Nadir Şah 1734 yılında Musul’u kuşattı, kent merkezine girmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Musul civarlarında meskun Şii mezhep Şebek Kürtlerinin Nadir Şah ordusundan geriye kaldığı ifade ediliyor.

l Musul’da yerleşik Osmanlı 6. Ordusu Komutanı Ali İhsan Paşa şehri İngilizlere terk etmemek için istifa etti. Yerine Gelen Binbaşı Halit Akmansü İstanbul›dan aldığı emri yerine getirerek Musul›u boşalttı. 15 Kasım 1918 tarihinde İngilizler Musul’a asker çıkarıp işgal ettiler

l Saddam Hüseyin’in 2003 yılında devrilmesinden sonra Irak ordusu teslim oldu ve Peşmergelerle ABD askerleri Musul kentini savaşsız teslim aldı

l Terör örgütü DEAŞ, 10 Haziran 2014’te Irak ordusunun kaçması nedeniyle Musul kent merkezini savaşmadan işgal etti

Irak, siyasi olarak yönetilemediği için askeri açıdan da yönetilemez hale getirildi. Bu nedenle dışlanmış ve ötekileştirilmiş unsurlar sistem dışı arayışlara yöneldiler. DEAŞ, Baas rejiminin yıkılmasından sonra Şiilerin hakim olması nedeniyle baskılanan ve sistem dışına itilen Sünni halkın öfkesi üzerinden büyük bir coğrafyada hakimiyet kurmayı başarabildi. Irak hükümeti ise Musul öncesi ve sonrası yürüttüğü politikalarla DEAŞ’ın alevlendirdiği mezhepler savaşına odun taşıdı.

ABD’nin müdahalesinden sonra yeniden inşa edilen Irak devlet sisteminde tüm unsurların temsil edilebilmesi için Kürtlere Cumhurbaşkanlığı Sünnilere Meclis Başkanlığı Şiilere de Başbakanlık makamları uygun görüldü. Bu uygulamanın anayasal bir temeli yok fakat örf olarak yerleşti. Ancak söz konusu makamların temsil kapasiteleri çok dar ve halkların beklentilerini karşılamaktan  uzak kaldı. Dolayısıyla siyasi açıdan çözüm olarak düşünülen formül pratikte uygulama şansı bulamadığı için tutmadı.

Kendilerini dışlanmış ve sistem dışına itilmiş hisseden Sünni kesim 2012’den itibaren barışçıl sivil Cuma gösterilerine başladı. Sünnilerin bu medeni gösterileri 2013 yılının son ayı Aralık’ın 29’una kadar devam etti. O tarihe kadar da cuma gösterilerini organize eden insanlardan birkaçı suaikaste uğradı. Ancak 28 Aralık 2013’te Sünni milletvekili Ahmed el-Elvani’nin evine düzenlenen kanlı bir baskına gözaltına alınması bardağı taşıran son damla oldu. Nuri el-Maliki hükümetine yönelik protestolara destek veren Elvani’ye terör suçlamasıyla yapılan baskında kardeşi ve üç koruması öldürüldü, 10’u güvenlik görevlisi 18 kişi de yaralandı. Bu gelişme DEAŞ’ın aşiretlerin de yardımıyla Felluce’yi ele geçirmesine ve Haziran 2014’e gelindiğinde Enbar, Tikrit ve Musul’a kadar geniş bir coğrafyaya hükmetmesine yol açtı.

Tüm bunlar Sünni aşiretlerin DEAŞ’a verdiği destek sayesinde gerçekleşti. Yani işin arka planında güçlü bir “siyasi bilinç” yatıyordu. DEAŞ, siyasi yaklaşımların kendisine sağladığı elverişli zemini çok iyi kullanarak Suriye ile Irak sınırını anlamsız hale getirdi. Deyim yerindeyse Musullular Musul’un kapılarını DEAŞ’a sonuna kadar açtı ve örgüt elini kollunu sallayarak kente girdi.

İşletilemeyen süreç

Irak’ın yönetilebilmesi için geliştirilen formül çökünce devlet sistemi de çöktü. Zira bugünkü duruma yol açan gelişmeleri önleyecek “siyasi anlaşma” Saddam’ın devrilmesinden sonra ABD’nin desteğiyle oluşturulan 25 kişilik Geçici Hükümet Konseyi ile sağlanmıştı.

Dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı II. Körfez Savaşı’nın mimarı Paul Wolfowitz ile ABD’nin Irak Valisi resmi adıyla Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Paul Bremer arasında da ciddi tartışmalara yol açan bu formül bir süre denendi. Wolfowitz yönetimin bir an önce Irak halkına bırakılması ve demokratik bir sisteme geçilmesini savunuyordu. Ancak Bremer Iraklıların ülkeyi yönetemeyeceğini ileri sürerek bu süreci geciktiriyordu. Nihayet 2005’te kabul edilen ve referandumdan sonra yürürlüğe giren Irak Anayasası’yla yeni bir sürece girilmiş oldu. Anayasa metninde yer almayan ancak Irak halklarının üzerinde uzlaştığı örfi hukuka göre tüm dini ve etnik unsurlar adil bir şekilde temsil hakkına kavuşmuş olacaktı.

Irak’ta geliştirilen ve uygulamaya geçirilen modellerin hiçbirisi tutmadı ve taraflar arasındaki “güven bunalımı” gün geçtikçe derinleşti. 2012 yılında kurduğu Dicle Operasyon Gücü ile Kürt yönetimiyle savaş noktasına gelen Maliki, 2014 yılında Sünni bölgelerin tamamının kontrolünü kaybetti.

Hali hazırda, anayasada federatif statüye sahip olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak Anayasası’nın artık kendileri için bağlayıcı olmadığını ve Musul kurtarılmasından sonraki Irak’ın çok farklı olacağını ifade ediyor. IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, Irak Anayasası defterinin artık kendileri için kapandığını ve Musul’dan sonraki Irak’ın tıpkı Saddam sonrası gibi yeni bir modele kavuşacağını açıkladı.

Sünnilerdeki “güven bunalımı” çok daha derin olduğu için DEAŞ çıktı. Barzani de, sürekli olarak bu noktaya dikkat çekiyor ve Bağdat’ın bu politikaları olduğu sürece DEAŞ bitse de yeni bir örgütün çıkmasının kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Bunun nedeni Irak’ın bu şekilde yönetilememesidir.

Şiiler lehine değişen denge

Maliki 2006 ile 2014 yılları arasında yürüttüğü başbakanlık görevini Şiilerin ülkedeki hakimiyeti lehine kullandı. Mezhepçi politikalarıyla öne çıkan Maliki, ülkedeki siyasi ve askeri dengelerin Şiilerin lehine dönmesi için tehlikeli adımlar attı, anayasa hükümlerini askıya aldı. Irak ordusuna paralel olarak Dicle Operasyon Gücü adıyla bir askeri güç oluşturdu ve bunu Kürdistan Bölgesi’nde konuşlandırmak istedi. Barzani’yi bununla dize getiremeyince 2014 yılının başında IKBY’nın Irak bütçesindeki yüzde 17’lik payını tamamen keserek Erbil yönetimini ekonomik bir krize sürükledi.

Kürtlerle bu sorunları yaşayan Maliki, Baas rejimi ve Saddam yönetiminin Şiilere yönelik baskılarının, uygulamalarının faturasını adeta Sünnilere keserek onları sürecin dışına itti. DEAŞ’ın Felluce’yle birlikte Enbar, Tikrit ve Musul’u alması Maliki ve Şii taraflar için yeni bir fırsat doğurdu. Sünni bölgelerden sonra Şii kentlere de yönelen DEAŞ, Şii dini merciilerin cihad fetvalarına yol açtı. DEAŞ’a karşı cihad fetvaları ise Haşdi Şabi denilen paramiliter Şii milis gücünü ortaya çıkarttı. Irak ordusunun etkisiz ve işlevsiz kalması nedeniyle de Haşdi Şabi Irak’ın güvenlik gücü durumuna geldi ve ordunun yerine ikame edildi.

Bu manzara Maliki ve benzerlerinin arzu ettiği politikaların uygulanması için elverişli zemini hazırladı ve şiddetle karşı çıkan ABD dahil bölgedeki tüm aktörlerin, DEAŞ’ı etkisizleştirmek için Haşdi Şabi’ye alan açmasına neden oldu. Koalisyon güçleri de hava saldırılarıyla bu gücün ilerlemesini sağladı.

 Irak ordusunun yerine Bağdat’tan değil Şii merciilerden emir alan bir askeri gücün ikame edilmesi ülkedeki tüm dengeleri Şiilerin lehine çevirdi ve geçmişteki tüm “anlaşmalar”ın “hükümsüz” kılınması sonucunu beraberinde getirdi.

Hali hazırda Irak’a kontrolsüz ve emir komuta zincirinin nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz olan bir askeri güç hükmetmektedir. DEAŞ’ın elindeki Felluce, Enbar, Ramadi ve Tikrit gibi kentler örgütten kurtarılmasına rağmen halk, Kürt yönetiminin kontrolündeki Erbil, Duhok, Süleymaniye, Kerkük ya da yurtdışında Türkiye gibi ülkelerde sığınmacı hayatı yaşamaya devam etmektedir.

Siyasi bir anlaşmayla yeniden kurulan Irak devlet sisteminin, hangi taraftan olursa olsun, askeri bir tahakküm mantığı ile yönetilemeyeceği çok açık. Ülkenin yönetilebilmesi ve Musul kriziyle bağlantılı olarak Sünni sorununun da çözülebilmesi için Sünnilerin, Şiilerin insafına terk edilmeyeceği yeni bir “kurucu irade”nin Irak’ta tesis edilmesi gerekmektedir. Bu ancak başta da ifade ettiğimiz gibi “siyasi anlaşma” ile mümkün olabilecektir. Siyasi anlaşma için de komşu olan ve Sünnilerin dinsel ve tarihsel bağ kurduğu Türkiye ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerin garantör olarak sürece dahil edilmesi büyük önem arzetmektedir.

[email protected]