Musul’da kim neyin peşinde?

Mihemed Jiyan / Yazar
22.10.2016

Bush’un Irak işgalindeki aceleciliğiyle Obama’nın Musul operasyonundaki aceleciliği bir noktada çok benzeşiyor. Bush, Bağdat ve Irak’ın güneyini altın tepside İran’a sundu. Obama da Musul ve çevresi ile Irak’ın batısındaki Sünni kentleri İran’ın hakimiyetine bırakacak.


Musul’da kim neyin peşinde?

Irak’ın ikinci, Sünni Arapların ise en büyük kenti konumundaki Musul’un kaderinin belirleneceği operasyon başladı. Musul’a direkt ya da dolaylı olarak müdahil olan tüm devletler ve yönetimler operasyonda ağırlıklarını ortaya koymak için çaba gösteriyor. Medya savaşları, kara propaganda ve spekülasyonlar bu anlamda cephedeki mevzileri sağlamlaştırma çabası olarak okunabilir. Musul, Ortadoğu ve İslam aleminin kaderinin belirleneceği bir merkeze dönüşmüş vaziyette. Uluslararası ve bölgesel aktörlerin hakimiyet mücadelesi, bugün için Musul’da yürütülüyor. Her devletin ya da askeri gücün farklı bir Musul’u var. ABD’nin, İran’ın, Şiilerin, Sünnilerin, Kürtlerin ve Türkiye’nin Musul yaklaşımı başlayan operasyonu karmaşık hale getiriyor.

DEAŞ, Musul’u aşiret savaşçılarının ve Sünni halkın desteğiyle 500 militanıyla ele geçirmişti.  Musul’u geri almak için Haşdi Şabi (Şii milis gücü), Aşiret Savaşçıları ve diğer savaşçılardan oluşan 45 bin Irak ordusu, 50 bin Peşmerge gücü, 3 bin Ninova Muhafızları (Sünni milis gücü) ve ABD topçu birlikleri savaşıyor. DEAŞ karşıtı koalisyona üye 63 ülke de hava operasyonları, silah desteği ve maddi yardımlarla bu sürece katkıda bulunuyor. İran ve PKK’nın da bölgede alan kapmak için bu operasyondan geri durmak istemeyecekleri aşikar.  Irak Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak iyi eğitilmiş 5 bin Sünni askeriyle ve zamana yayılarak sağlam bir organizasyonla alınabilecek Musul’un bu kadar çetrefilli hale gelmesinde birinci derecede ABD sorumludur.

PKK ve lejyonerlik misyonu

Barack Obama  başkanlığındaki ABD, Rusya’nın 2008’deki Gürcistan ve 2014 yılındaki Ukrayna işgallarine karşı gerekli tavrı ortaya koyamadı.  Suriye’de 2011 yılında başlayan olaylara da uzun süre sessiz kalan Obama yönetiminin, 2013 yılında “kırmızı çizgi” olarak belirlediği kimyasal silah kullanımına rağmen Esed’in varlığına göz yumması ABD’nin ağırlığına ciddi bir zarar verdi. ABD, Suriye olaylarının başlangıcından itibaren en yakın müttefiki ve dostu Türkiye’yi 2014 yılına geldiğimizde yarı yolda bırakmış ve ılımlı Suriye muhaliflerine verdiği desteği Türkiye ile savaş halinde olan PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’ye kaydırmıştır. Amacı ve hedefinin ne olduğu anlaşılmayan ABD’nin 2014 Haziranı’ndan bu yana DEAŞ’ın elinde olan Musul’u kurtarma operasyonunda Türkiye’yi masa dışında bırakmaya çalışması ancak buna mukabil İran’ın varlığına sessiz kalması bu devletin Ortadoğu’da huzur, güvenlik ve çözümden yana olmadığının en somut göstergesidir. 

Obama yönetimindeki ABD, Asya ve Ortadoğu’da Rusya ve İran’a karşı kaybettiği psikolojik ve fiili üstünlüğü PKK militanları üzerinden Irak ve Suriye’de vekalet savaşlarıyla dengelemeyi planlıyor. Obama, gitmeden önce son bir hamle yaparak arkasında “iyi” bir “anı” bırakmak istiyor. Ancak bunun için geç kaldığı görülüyor. Geç kaldığı için de Musul operasyonunda acele ediyor.

Bush’un Irak işgalindeki aceleciliğiyle Obama’nın Musul operasyonundaki aceleciliği bir noktada çok benzeşiyor. Bush, Bağdat ve Irak’ın güneyini altın tepside İran’a sundu... Obama da Musul ve çevresi ile Irak’ın batısındaki Sünni kentleri İran’ın hakimiyetine bırakacak. Musul, bu oyunda Obama’nın acemiliğinin kurbanı olacak... Tıpkı Irak’ın Bush’un öngörüsüzlüğünün kurbanı olduğu gibi... 

Sünni-Şii ve PKK denklemi

Musul operasyonunda ABD’den sonraki en önemli ve belirleyici güç kenti üç koldan kuşatmış bulunan Barzani ve Peşmerge güçleridir. Irak Kürtleri için Musul hayati bir öneme haizdir. Çünkü Barzani, Musul’da Kürtlerin doğal sınırlarını askeri açıdan da kalıcı hale getirmeyi ve kurulacak Kürdistan devletinin siyasi sınırları olarak belirlemeyi düşünüyor. 

Bunun önünde ise İran, Haşdi Şabi ve PKK büyük engeller olarak duruyor. ABD, terör örgütü olarak ilan ettiği PKK’ya ve tehlikeli bulduğu Haşdi Şabi’ye her türlü desteği sunmaya devam ederken İran bu iki örgüte de bölgedeki tüm kapıları açmanın mücadelesini veriyor. Kürdistan Bölgesi bu nedenlerle bir yandan İran hakimiyeti ve Şii yayılmacılığından endişe ederken diğer yandan PKK’nın ABD politikaları nedeniyle daha ağır bir sorun haline gelmesinden korkuyor. Barzani bu kaygıdan hareketle Musul operasyonuna Şiilerin katılımını kırmızı çizgi olarak beliriyor. Erbil ile Bağdat’ın anlaşamadığı temel nokta da hep bu oldu. 

Nitekim operasyonun başlamasından kısa bir süre sonra Haşdi Şabi milislerinin Irak ordusundan çok daha güçlü ve aktif oldukları ortaya çıktı. Bağdat’ın aldığı kararlar bu noktada hükümsüz kalıyor. Buna benzer sıkıntılar nedeniyle Barzani operasyonun 3’üncü gününde Irak Genelkurmay Başkanı Osman Ganimi ve Ulusal Güvenlik Müsteşarı Falih Feyyaz ile Erbil’de bir araya geldi. Rahatsızlığını dile getirdi.   

Irak Kürdistan Bölgesi hükümeti ve Başkanı Mesut Barzani’nin tüm uyarılarına rağmen PKK’nın Irak’taki varlığını tahkim etmeye devam eden ABD, bu adımla Kürtler arası güç dengesini kendi lehine çevirmeyi amaçlıyor. ABD’nin PKK üzerinden stratejik hesaplar yaptığı anlaşılıyor. PKK’nın yuvalandığı bölgelerden olan Suriye sınırındaki Musul ilçesi Şengal Kaymakamı Mahma Halil, örgütün bulunduğu yerlerde sivil vatandaşları katlettiğini ve güvenliği baltaladığını ifade ediyor. Bölgedeki PKK unsurları YPG, YPJ, YPŞ, HPŞ ve HPG varlığı nedeniyle halk evlerine dönemiyor ve Şengal ile ilgili gerekli yatırımlar yapılamıyor. 

Suriye koridoru hayali

PKK, Musul çevresindeki Şengal ilçesi, Rabia ve Sinun nahiyeleri, Erbil’in Soran, Duhok’un Amêdiyê Zaho ve diğer bölgelerde yaptığının bir benzerini hendek siyasetiyle Türkiye’de de gerçekleştirmek istemişti. Yakın ya da uzak bir gelecekte Kürdistan Bölgesi’nin PKK ile karşı karşıya gelmesi bu gelişmeler nedeniyle ihtimal dahilindedir. Peşmerge komutanları ve KDP’ye yakın siyasiler, bu durumun daha fazla sürdürülebilir olmadığına defalarca kez vurgu yaptı. PKK’nın Şengal’i ikinci bir Kandil yapmasına Kürdistan Bölgesi yönetimi ve Barzani daha fazla seyirci kalırlarsa kendi sonlarını hazırlayacaklarını çok iyi biliyor.

Musul’u önemli hale getiren temel faktörlerden birisi hesaplaşmaların ertelenmiş olmasıdır. Büyük güçler ve bölgesel aktörler zamanında gerekli adımları atamadıkları için Musul’da daha hevesli ve heyecanlı hareket ediyor. Şii Hilali’nin gerçekleşmesi için bir dönüm noktası olan Musul’da Şii ve PKK varlığı İran’a göre zorunludur. Bu aynı zamanda Suriye koridorunu da oluşturacaktır.

Bölgedeki birçok devlette fiili olarak savaşmasına rağmen karadan Suriye ile bir koridora sahip olmayan İran, Musul’da kendisi için doğan bu fırsatı kaçırmak istemiyor. İran, Süleymaniye, Kerkük, Selahaddin ve Musul’un batısından Suriye’ye inen koridoru kontrol ederek Esed ve YPG ile bağlantıyı bu hattan sağlamak istiyor. Musul operasyonu o yüzden İran için bir kırılma noktası oluşturmaktadır. Barzani ile anlaşabilmiş olsa Erbil, Duhok ve Şengal’den rahatlıkla Suriye’ye koridor açabilen İran, bunu yapamadığı için PKK ve KYB kartını olabildiğince güçlendirmeyi beka meselesi haline getirmiş. 

Bugün için de İran’a Suriye koridorunu açacak olan şüphesiz ki KYB Peşmergeleri ve PKK militanları olacaktır. PKK’nın, Kerkük, Diyala ve Mahmur gibi iç bölgelerde militan bulundurmasının amacı da budur. PKK, Haşdi Şabi milisleriyle kol kola DEAŞ’a karşı mücadele adı altında bölgedeki misyonlarını icra etmektedir.

‘Musul Musullularındır’ 

Çekiç Güç’le 1991’den bu yana Kürdistan Bölgesi yani Irak’ta asker bulunduran Türkiye, Musul’un düşmesinden sonra merkezi hükümetle koordineli olarak Musul’un kuzey doğusundaki Başika nahiyesinde askeri bir kamp kurdu. Bu kampta Sünni güçlerden oluşan Ninove Muhafızları ve Peşmerge güçlerini eğitti. Irak Temsilciler Meclisi’nin, Başika’daki Türkiye askerinin varlığına karşı aldığı karar İran ile ABD’nin çıkarları ve siyasi hedefleriyle uyumludur. Türkiye’nin İrak’taki askeri varlığı ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Kanada ve diğer koalisyon ülkelerinin bulundurduğu askerlerden farklı değilken bunun “işgal” ve “egemenliğin ihlali” olarak görülmesi yeni denklemde masa dışı bırakma hamlesidir. Kaldı ki bu ülkelerden hiç birisi direkt olarak Irak’tan kaynaklı terör tehdidi ve göç dalgalarının muhatabı değildir. 

 ABD’nin bu konuda Türkiye’ye karşı Irak hükümetinin yanında yer alması kendisinin orada askeri üs bulundurma arzusu ve PKK’nın faaliyetlerine alan açmasından ileri gelmektedir. Ancak gelişmeler istedikleri gibi olmadı ve Türkiye’nin katılımına razı oldular. Türkiye’nin katılımı da büyük ihtimalle Ninova Muhafızları’na hava saldırıları ve karadan da lojistik destek şeklinde olacak. Çünkü söz konusu Sünni gücü henüz operasyona aktif olarak katılmış değil. Türkiye’nin katılımı bu gücün de harekete geçmesi anlamına gelmektedir.

Neden bu acele?

Musul’u kurtarma operasyonu beklenen zamandan önce başladı. IKBY Başkanı Mesut Barzani’nin operasyonun başladığı ilk gün olan 17 Ekim Pazartesi Hazır cephesinde düzenlediği basın toplantısında söyledikleri de bunu teyit ediyor: 

“Musul’da askeri planın yanında kentin geleceğiyle ilgili siyasi bir programın da olmasını arzu ederdim. Ancak diğer tarafların acelesi davrandı. Bu nedenle Erbil ile Bağdat arasında olabilecek nahoş olayları engellemek için ortak bir komisyon kurduk.” Barzani’nin aceleci davrandığını ifade ettiği taraf ABD yani Obama’dır. Yukarıda Obama’nın telaşesinin yol açacağı tehlikeye temas etmiştik.

Barzani’nin açıklamasına cevap da bu nedenle ABD?Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü?Mark Toner’dan geldi. Toner, meselenin kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimleriyle irtibatlandırıldığını ancak bunun doğru olmadığını iddia etti. Toner, operasyona Irak merkezi hükümeti ve diğer güçlerin karar verdiğini söyledi. Bu polemik bile Musul’a dair bir anlaşmanın yapılmadığının, muhatapların kimler olduğunun bilinmediğinin somut göstergelerinden

 Irak ordusunun başarısız görülüp Haşdi Şabi’nin sahaya sürülme senaryosu operasyonun henüz ikinci gününde devreye sokuldu. Şii milisler Musul’un güney ve batı cephelerine yüksek oranda güç sevkediyor. Haşdi Şabi, operasyonda mutlaka yer alacaklarını ve Musul’un kendileri olmadan kurtarılamayacağını iddia ediyor. Bu tehlikeli gidişatın devam etmesi durumunda oluşacak kaosun içinden kimsenin çıkamayacağı aşikar. 

 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 500 kişiyle alınan Musul yine Sünnilerden eğitilen ve Irak ordusuna bağlı olarak hareket eden 5-6 bin kişilik savaşçıya Peşmergenin vereceği fiili ve TSK’nın sağlayacağı lojistik destekle mesele bu kadar karmaşık hale gelmeden kurtarılabilirdi. Ancak birileri bunu istemedi ve Musul dış güçlerin müdahalesine açık hale getirdi.

[email protected]