''Mutabakat ruhu'' terörü bitirir mi?

0
3.09.2012

Mutabakat olursa bile terör bitmez! Çünkü terörden beslenenler var. Meclis’teki partilerin teröre karşı mutabakat oluşturmalarını istemek, imkansızı istemekten farksız. Tıpkı yeni anayasada aranan mutabakat gibi. Mutabakat aranmış olsaydı bugün hala militarist bürokratik vesayet rejiminde yaşıyor olurduk.


''Mutabakat ruhu'' terörü bitirir mi?

MEHMET METİNER /Siyasetçi

Belli ki biz polemiği çok seven bir toplumuz. Bir de “ruh” üzerinden tanımlama yapmayı nedense çok seviyoruz. “Gaziantep ruhu”ndan sonra “Türkiye ruhu” diye bir şey icat ettik. Sonra buradan “teröre karşı ulusal mutabakat” meselesine atlayıverdik. İsterseniz “mutabakat”tan önce bu “ruh” meselesi üzerinde biraz duralım.

Sahi “Gaziantep ruhu” nasıl bir şeydir? Gaziantep’te nasıl bir durum ortaya çıktı da bu ruh üzerinden demeçler vermeye başladık? Bilindiği üzere Gaziantep’de menfur bir terör saldırısı gerçekleşti. İçlerinde bir yaşında bir kız çocuğumuzun bulunduğu 10 vatandaşımız hayatını kaybetti. Toplumda bu PKK terörüne karşı müthiş bir tepki oluştu. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere siyasal partilerimizin -BDP hariç- liderleri Gaziantep’teki cenaze merasiminde bir araya geldiler. Bu olay Kayseri’de yaşansaydı da böyle olurdu, Adıyaman’da yaşansaydı da... Şimdi “Gaziantep ruhu” denilen şey neye tekabül ediyor? Liderlerin orada bir arada bulunmalarına yüklenen anlam, siyasette karşılığı olan bir anlam değil besbelli. Toplumsal farklılıklar da herkesin malumu. Buradan “Türkiye ruhu”na bir geçiş yapıldı. Daha doğrusu, “Gaziantep ruhu”nun “Türkiye ruhu”na dönüşmesi gerektiğine dair temenniler sıkça yapılmaya başlandı. Bundan kasıt, terör söz konusu olduğunda bütün siyasal ve toplumsal kesimlerin bir araya gelip dayanışma halinde olmaları gerektiği ise, bu temenniden öte bir anlama sahip değil ne yazık ki. Toplumsal öfke ve heyecan anlarında siyaseten o tür yerlerde bulunanlar, ortam normalleştiğinde tekrar eski pozisyonlarına hızla geri dönerler. Niçin mi? Çünkü terör üzerinden rant sağlamak, Türkiye siyasetçilerinin önemli bir bölüğünün varlık sebebi. Bakmayın siz onların gözyaşları döktüğüne ve teröre karşı ortak mücadele çağrılarında bulunduğuna. Bazı partilerimiz üzülerek belirtmek isterim ki terörden nemalanıyorlar. Akan kan durursa siyaseten varlık nedenlerini yitireceklerini veya aldıkları oyların çok gerisine düşeceklerini bildikleri için sorunun çözümsüzlüğünü derinleştirecek siyasaları izlemekten geri durmuyorlar. Sorundan beslendikleri için çözüme de inatla ayak diriyorlar. AK Parti hükümetini terör silahıyla vurmak ayrıca onların işine yarıyor. Dolayısıyla Gaziantep’te terör saldırısı dolayısıyla bir araya gelen kimi siyasetçiler aslında “ortak bir ruh” etrafında bir araya gelmiş olmuyorlar. Dolayısıyla ortadaki bu görüntüye bakıp ne “Gaziantep ruhu” demek doğrudur, ne de “Türkiye ruhu”...

Gaziantep bir milat mı?

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yaptığı çağrı elbette iyi niyetlidir. “Gaziantep ruhu”nu “Türkiye ruhu”na dönüştürmek için iyi niyetle yaptığı mutabakat çağrısına siyasi partilerimizin verdikleri tepkiler, yukarıda sözünü ettiğim gerçeklikle birebir örtüşüyor. Gaziantep başka, Ankara başka...

Cemil Çiçek’in “Teröre Karşı Ulusal Mutabakat” başlığıyla kamuoyuna açıkladığı maddeler üzerinden anlamlı tartışmalar yapmak yerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “muhtıra” nitelemesini diline dolayanlar, terörle ilgili ciddi meselelerin konuşulmasının önünde birden bire bariyer oluşturdular. Oysa o maddelerin tartışılması gerekiyordu asıl. Kuşkusuz deneyimli ve saygın bir siyasetçi olarak Çiçek’in yöntemi de tartışmaya açıktı. Aceleyle kaleme alınmış bir metni kamuoyuyla paylaşmak yerine parlamentoda grubu bulunan siyasal partilerimizin yöneticileriyle oturup müzakere ettikten sonra daha özenli ve dikkatli bir dille kaleme alınmış bir metni tartışmaya açmak daha anlamlı olurdu. Büyük bir ihtimalle değerli Meclis Başkanımız “Gaziantep ruhu” üzerinden yapılan hamaseti “Türkiye ruhu”na dönüştürmek gerektiğine inandı ve böyle bir metni hiç kimseyle oturup konuşmadan kaleme alıp hemen basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmak istedi. Oysa “mutabakat” istenirken usulüne uygun istenmesi olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Aksi takdirde mutabakat arayışı, iyi niyetle yapılmış olsa bile usul hatası dolayısıyla akamete uğrar.

Mutabakat şartı sorun çözmez

Cemil Çiçek’in yaptığı aslında bir hatırlatmadan ibaretti. Toplumun siyasal partilerden ve sivil toplum örgütlerinden istediği teröre karşı yekvücut olma isteğini Meclis Başkanımız kaleme aldığı bir metinle herkese hatırlatmış oldu. Bir başka deyişle, Cemil Çiçek’in yaptığı, aslında tam bir sivil muhtıraydı. Bülent Arınç’ın “muhtıra” sözcüğüne kendilerince yanlış anlamlar yükleyerek polemik üretenler, Çiçek’in sözlerinin üstünü de örtmüş oldular.

Muhtıra, her hangi bir şeyi hatırlatma veya uyarma anlamına gelir. Çiçek’in tam olarak yaptığı şey de bu. Askerin sivillere hatırlatmada bulunması elbette demokrasilerde kabul edilemez, ama Meclis Başkanı’nın sivil siyaset adına başta siyasal partiler olmak üzere herkese hatırlatmada bulunması ve özellikle terör söz konusu olduğunda uyarılarda bulunması takdire şayandır.

Mutabakat sözcüğünü fetişleştirmeden kullanmak lazım. Şahsen mutabakat sözcüğüne değerinden fazla anlam yüklendiği kanaatindeyim. Öyle anlamlar yükleniyor ki, sanki mutabakatla alınmayan bir karar demokrasilerde söz konusu olamaz veya mutabakatla alınmamış bir karar demokratik değilmiş gibi. Uyuşma, anlaşma ve uzlaşma anlamına gelen mutabakat, demokratik karar alma süreçlerinde olmazsa olmaz bir öneme sahip değildir. Tabii ki demokrasiler çoğunlukçu rejimler değillerdir, tersine çoğulcu rejimlerdir. Ama herkesin üzerinde ittifak etme ihtimalinin olmadığı konularda mutabakat şartını neredeyse demokratlığın yeter şartı olarak göstermek, yanlış bir bakış açısının ürünüdür. Ergenekon meselesinde sorarım size partilerimiz nasıl bir mutabakata varabilirler? Darbe yandaşlığı yapan partilerle darbe karşıtı partiler hangi anlayış temelinde mutabakata varabilirler?

Mutabakat, her zaman gerekli bir şey olmadığı gibi, gerçekleşmesi pek mümkün olan bir şey de değildir. “Ulusal mutabakat” kulağa hoş geliyor olsa bile sorunlu bir zemine işaret ediyor. Çünkü en başta “ulus” kelimesinde bile varılabilmiş bir mutabakat söz konusu değildir. CHP’nin “ulus” anlayışı ile BDP’ninki bir mi? AK Parti’nin “millet” anlayışı ise CHP’nin “ulus” anlayışına tekabül etmemektedir. Dolayısıyla “ulusal” temelde bir “mutabakat” arayışı kaçınılmaz olarak sorunlu bir zeminde yol yürümek anlamına gelir. Sahiden “mutabakat” isteniyorsa herkesin üzerinde ittifak edebileceği nötr kavramların seçilmesi gerekiyor. Ama Türkiye gerçekliğinde sadece “ulusal” kelimesi değil “terör” kelimesi de herkesin üzerinde anlaşabileceği bir tanıma henüz sahip değildir. Zaten sorun da buradan kaynaklanmaktadır.

Çiçek’in söylediklerinde yeni bir şey yok. Bilinenleri tekrar, bir tür hatırlatma olduğu için değerlidir elbet. Ama şu gerçeğin de biliniyor olması lazım: Bu tür metinlerin altına atılacak imzalarla terör bitmez. Hem terörün uluslararası bağlantılarından bahsetmek, özellikle son zamanlarda Suriye vb. ülkelerin adını zikretmek, hem de bu tür mutabakat metinlerinin altına atılacak imzalarla terörün biteceği intibaını uyandırmak doğru değildir. Toplumun yanlış bir beklenti içine sokulmaması kadar toplumsal tepkilerin siyaset kurumuna yöneltilmemesini sağlamak da bir o kadar önemlidir.

Yöntemsel olarak yanlış bir zemine oturtulan bu mutabakat arayışı toplumda siyasilerin terör söz konusu olduğunda bile bir araya gelemeyecekleri algısını pekiştirmeyi beraberinde getirebilir. Birbirinden farklı çözüm önerileri olan siyasal partilerin omuzlarına böylesine bir toplumsal öfke yükünü bindirmek ayrıca doğru da değildir. Metinde öngörülen şahsen benim de katıldığım demokratikleşme adımlarının yöntemi ve içeriği konusunda siyasal partilerin birbirinden farklı düşünmesi normaldir. Hatta bazılarının çözüm olarak gördüğünü diğerlerinin bizatihi sorunu derinleştirmek biçiminde görmeleri de normaldir. Bu yüzden bir araya gelip ortak bir mutabakat zemininde buluşamadıkları için siyasal partilerimizi toplumun öfkesinin muhatabı haline dönüştürmekten de özellikle kaçınmak gerek.

Bütün partiler teröre karşı mı?

Metinde herkesin üzerinde birleşebileceği sözler yok değil elbet. Kanımca şu sözler demokrasiden ve barıştan yana olan herkesi ortaklaştırabilir: “Şiddeti ve terörü benimseyen hiçbir anlayış veya hareket tarzı kabul edilemez. Teröre başvurulmasını, mazur gösterilmesini ve teşvik edilmesini reddediyoruz. (...) Terörle mücadele demokratik hukuk devletinin temel ilkeleri ve insan haklarına saygı sınırları çerçevesinde yürütülecektir.”

Yazımın başlığındaki soruya cevap veriyorum: Mutabakat olursa bile terör bitmez! Şahsen mutabakat olacağına da inanmıyorum. Çünkü terörden beslenenler var. Bir partimiz doğrudan doğruya terör örgütüyle bağlantılı, bazı partilerimiz de terörün sonuçlarından nemalanıyorlar. Bir partimiz terör örgütünün kendisi için siyasi alan açmasını ve toplumun desteğini tehdit yoluyla kendine akıtmasını gerekli görüyor, bazı partilerimiz de şehitlerin aziz kanı üzerinden siyaset yapmayı varlıklarının bir gereği sayıyor. Meclis’teki partilerin teröre karşı mutabakat oluşturmalarını istemek, imkansızı istemekten farksız. Tıpkı yeni anayasada aranan mutabakat gibi. Göreceksiniz, yeni anayasa için dayatma biçiminde öngörülen mutabakat ilkesi de akamete uğrayacaktır. Mutabakatı, demokrasilerde dayatma unsuruna dönüştürmemek gerekiyor, aksi takdirde demokrasiyi yerleştirmek mümkün olmaz. Militarist-bürokratik vesayet rejimi bugün miadını doldurmuşsa bu mutabakat sayesinde olmamıştır. Mutabakat aranmış olsaydı hâlâ Baas tipi bir rejimde yaşamaya devam ediyor olacaktık.

[email protected]