Mwenda pole hajikwai*

Hatice Çolak / Yazar
10.10.2020

Eğer gezmeyi seviyorsanız, yolda başınıza gelecek herşeye hazır olmalısınız. İlla başınıza kötü şeyler gelecek diye birşey yok, ancak herkes bilir ki sonunu düşünen kahraman olamaz.


Mwenda pole hajikwai*

Gençkızlığa adım attığım ve her ergen gibi kendimi çirkin bulduğum zamanlarda selvi boylu, güzel bir kız görmüştüm. Hala bodurum ama, o zamanlar hepten bodurdum. O yüzden uzun boy eşittir güzellikti bende. Kıza hayran hayran baktığımı gören eniştem “O kız kendine hiçbir şeyi dert etmiyordur, yiyor içiyor geziyordur da öyle serpilmiştir.” diyerek beni teselli etmeye çalışmıştı.

Benim derdim var!

İşe yaradı mı yaradı. Gayet kritik olan o kompleks dolu ergenlik sürecini, “Benim derdim var, dünyayı değiştireceğim ben, uzun boy neyime?” diye düşünerek atlattım.

Napolyon, Churchill, Mussolini, Büyük İskender, Stalin, Lenin, Gandhi, Yaser Arafat, Cleopatra, Kraliçe Victorya hep kısa boylarıyla ünlü liderlerdi.

Çünkü dertleri vardı. Kafaları çok çalıştığı için boyları uzamamıştı!

Bugün oldu, hala daha ne zaman birisi minyon tipimi görüp de şaşırsa, “Hep Hatice Hatice anlatıyorlardı, ben de kocaman bir kadın bekliyordum!” dese aklıma eniştemin sözleri gelir ve gülümserim.

Aslında konumuz bu değil. Ancak güzellikle, iyilikle ya da başarıyla ilgili algılarımız ve ifadelerimiz önce kendimizi sonra çevremizdeki herkesi ve özellikle çocukları oldukça etkiliyor. Çocukluğumuzda yaşadıklarımızın ya da çocuklarımıza yaşattıklarımızın onların yetişkin olduklarındaki algılarını baştan sona etkilediğini hiç unutmasak, çok başka davranırdık.

Kaza anatomisi

Bir örnek vereyim: Birkaç gün önce çocuklarla birlikte oldukça büyük bir kaza atlattık. Kazadan sağ çıkmamız mucizeydi. Tabii ki çocuklar çok korktu. İkisi de artık arabaya binmeyeceklerini ve köyden çıkmak istemediklerini söyledi. Biz de korkularına saygı duyduğumuzu gösterdikten sonra oturup hep beraber bu kazanın bir anatomisini çıkardık:

1. Kaza dediğimiz şey, her an her yerde olabilirdi, Allah korusun mesela balkonda çayımızı içerken bir kara memba yılanı sokabilir ve ölebilir ya da hamakta uyurken piton yılanına akşam yemeği olabilirdik. Hatta her an tsunami olabilir, tüm köyümüz okyanusu boylayabilirdi. Yani tedbirli olmamız gerekirdi ama yine de başa gelecek olan gelir, bizi bulunduğumuz yerde bulabilirdi.

2. Kazalar dışardan çok ürkütücü görünseler de, “Cana geleceğine mala gelsin” atasözüne itirazı olan yoktu. Belki de bu kazada bunca kayba uğramamış olsaydık, birimizin başına çok daha kötü birşey gelebilirdi ki bunu hiçbirimiz istemezdik. Böyle ürkütücü olaylarda birbimizin ve hayatın kıymetini ne kadar da çok anlıyorduk!

3. Tüm dünyada her sene 1.35 insan trafik kazalarında ölüyordu ki bu koronadan ölenlerin sayısından bile daha fazlaydı. Daha da kötüsü 20-50 milyon insan bu kazalarda ölmese de yaralanıyor, çoğu engelli kalıyordu. Kazada hiçbirimize hiçbirşey olmadığı için ne kadar şükretsek azdı.

4. Trafik kazası kaynaklı ölümlerin yüzde 93’ü fakir ülkelerde gerçekleşiyordu. Gerek kurallara uymamaktan, gerek kaza sonrası ilk yardım ve acil hizmetlerinin eksikliğinden, gerek ehliyet koşulu aranmaksızın parayı basana ehliyet dağıtımından. Dolayısiyle burada kendimizi daha çok korumalı, trafikte daha da dikkatli olmalıydık.

5. Kaza aslında kaderde yazılı olanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu, ve önlemenin sadece üç yolu vardı: Tedbir, dua ve sadaka. Hasılı daha dikkatli olmalı, daha çok dua etmeli, daha çok sadaka vermeliydik.

Ama bunlardan daha çok üzerinde durduğumuz bir konu vardı ki, burada konumuz olması gereken yere, seyahate bağlanacak tekrar.

“Yavaş yürüyen takılıp düşmez.” “Hamama giren terler” “Suya giren ıslanır” gibi gerek Türk gerek dünya atasözlerinin ifadelendirdiği bir gerçek, eğer bir işe kalkışıyorsanız, sonuçlarına hazır olmalısınız.

Eğer dünyayı kurtarmak istiyorsanız, çelimsiz olmayı göze alacaksınız mesela. Ailecek Afrika’nın bir köyünde yaşamaya karar verdiyseniz yolların ve arabaların kalitesini göze alacak, kendi kararlarınız yüzünden kimseyi suçlamayacaksınız.

Kayak yaparken düşüp bacağımı onlarca parçaya kırmadan birkaç saat önce arkadaşlarıma bunun her an mümkün olduğunu söylemiştim. Yani ayağımda titanyumla yaşamayı göze almıştım. Her seyahate çıktığımda da kaybolmayı, beş parasız bilmediğim bir ülkede kalakalma riskini göze alıyorum mesela.

Siz de eğer gezmeyi seviyorsanız, yolda başınıza gelecek herşeye hazır olmalısınız. İlla başınıza kötü şeyler gelecek diye birşey yok, ancak herkes bilir ki sonunu düşünen kahraman olamaz.

Dünyada ilgimi asla çekmeyen bazı noktalar var. Mesela İngiltere’nin gittiğim ilk yüz ülke arasında yer almasına izin vermedim. Kuzey Amerika da benim için böyle, gidilmese daha iyi bir kıtaydı. Sonra bir iş seyahati dolayısiyle Seattle’a gitmek zorunda kaldım. Gitmişken de Amerika’da tek ilgimi çeken yer olan Arizona’yı da göreyim dedim. Kızılderili yerlilerin hala eski standartlarında, şelale başlarında hayatlarını sürdürdükleri nadir yerleşkeler vardı Grand Canyon civarında. Araçla gidemediğiniz, günlerce yürüyerek varabileceğiniz yerler.

Gel gör ki, en sağlamından bir araç kiralamış, tüm sigortalarını yaptırmış, tüm güvenlik önlemlerini almış olsak da kader başka bir trafik kazası ile çocukluğumun kahramanı Yakari’nin milleti Kızılderili kardeşlerimle tanışmama izin vermedi. Otobanın ortasında büyük bir kaza geçirdik ve birkaç haftayı hastane otel arasında harcayıp tıpış tıpış ülkemize döndük.

Küçük kızım daha iki yaşındaydı annesinin peşinden Kızılderilileri görmeye giderken köprücük kemiği kırıldığında.

O günden sonra Kızılderili sevgimi içime gömdüm ve her ne kadar ailecek Karayip Korsanları fanı olsak da onları Güney Amerika seyahatlerime bile götürmedim.

En gidilesi ülkeler

Latin Amerika’nın şu dünyada en görülesi yerlerden olduğunu düşünüyorum. Sık sık tavsiye isterler benden, en gidilesi üç ülkeyi sorarlar.

Ben olsam kendimi ülkeyle sınırlamaz, o kadar uzun noktalara seyahat etmişken biraz kombine düşünür, paramı ve zamanımı ona göre ayarlardım. Ve elbette Peru, Brezilya, Şili ve Meksika, her ne kadar coğrafi olarak birbirlerine uzak devasa ülkeler olsalar da altın kombinem olurlardı.

Hadi söylemişken Avrupa, Afrika ve Asya için de kombinelerimi söyleyeyim:

Avrupa’da İtalya, İspanya, Balkanlar (özellikle Karadağ ve Bosna),

Asya’da Hindistan, Nepal, Vietnam, Japonya ve İran,

Afrika’da Ethiyopya, Fas, Namibya ve elbette Tanzanya.

Diğer kıtaların sebeplerini birkaç yazıya dağıtacağım ancak Amerika için bu yazıda biraz derinleşelim hadi.

Öncelikle bu kombineleri seçerken, diğerlerinde bir numara yok, boşuna para harcadığınıza yorulduğunuza değmez demek istemiyorum kesinlikle. Elbette kalbimin asla ısınmadığı o Kuzey Amerika’da bile, özellikle doğu sahillerinde, cenneti anımsatacak pek çok yer var, öğrenilecek çok şey. Ben biraz daha insan ve hala yaşayan kültürler olarak bakıyorum olaya, zaten içinde yaşadığımız steril şehir ortamından farklılıklar bağlamında.

Mesela Küba’ya ilk gidişimde çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Nasıl Fidel ve Che’nin memleketi bu kadar çabuk yozlaşmış, ne çabuk koyvermiş gitmiş diye içim içimi yemişti. O klasik arabalar da olmasa Küba’da hiçbir şey bulamadım sevecek desem yeridir.

Şu mavi vosvosu ile tanıdığımız, dünya tatlısı, emektar gerilla devlet başkanı Jose Mujica ile kalbime taht kurmuş Uruguay’da yaşadığım hayal kırıklığı daha da büyüktü. 14 yıl hapis yattıktan sonra başkan olan, “Asıl özgürlük, yaşamak için kazandığım zamandır” diyerek 12 bin dolar olan maaşının yüzde 90’ını fakir fukara ve küçük girişimcilerle paylaşan, güvenliğini kendisine eşlik eden üç ayaklı köpeği ile sağlayan bu efsane insan gibi sanıyordum tüm Uruguay halkını.

Değilmiş.

Tam bir Avrupa buldum Uruguay’da, hippilerin yaşadığı Cabo Polonio köyü hariç Mujica’yı hatırlatan hiçbir şey yoktu koca ülkede.

Gelelim kombinemize.

Şu koronadan kurtulur kurtulmaz inanılmaz tarihi dokusu, hala herkesin gündelik hayatında izlerini sürebileceğiniz kadim medeniyetleri ve mükemmel doğası ile Meksika,

binlerce kilometre rakımdaki gökkuşağı dağları, elbette hiçbir insan yapımının yarışayamayacağı güzellikteki gizemli şehir Machu Picchu’su ve her taşını sevdiğim Cusco şehri ile Peru, dünyanın en güzel dağlarına, milli parklarına ve buzullarına sahip Patagonya bölgesi ile Şili, ve zannedildiğinin aksine tüm yıl karnaval havasında geçmese ve suç oranları aşırı yüksek olsa da gettosu bile ayrı güzel olan canım Rio’nun ev sahibi kıvırcık saçlı insanlar ülkesi Brezilya şeklinde bir rota ile kendinize kocaman bir dünya aralayabilirsiniz.

Yabancılık çekmedim

Bu ülkelerin tamamı hala çok bakir, insanları hala çok güzel, sıcacık. Afrika’ya benzeyen kolonyal kaderleri yüzünden mi, özellikle Brezilya’ya köle olarak getirilmiş ve şu an nüfusun ağırlıklı bir kısmını oluşturan siyahiler yüzünden mi bilmiyorum, yabancılık çekmedim hiç bu topraklarda.

Türk dizileri gitmeden önce bir çoğunun Türkler’den ve hala İslam’dan bihaber olduğu bu topraklar fiziksel olarak coğrafyamıza bu kadar uzakken, kalbime nasıl bu kadar yakın oluyordu anlayamamıştım. Ama şimdi gazıma gelip de sırt çantanızı yüklenip atlamayın yollara.

Bu ülkelere gitmeden çok sağlam bir araştırma yapmanız gerekir. Latin Amerika ülkelerinde alkol kullanımı, dolayısiyle tecavüz gibi suçların oranları oldukça yüksek. Hele de solo bir kadın olarak seyahat edecekseniz biraz ince eleyip sık dokumanızda fayda var.

Ne diyorduk... Hamama girip terlese, suya girip ıslansa da, Yavaş yürüyen takılıp düşmez.

*Yavaş yürüyen takılıp düşmez

Swahili atasözü

[email protected]