Nasıl ‘Ortadoğu uzmanı’ olunur?

UFUK ULUTAŞ / Ohio State Üniversitesi / [email protected]
16.09.2012

Doğru ile yanlışı ayırt etmek, Ortadoğu’dan uzun yıllar boyunca ayrı tutulmuş Türk halkına düşmektedir. Unutulmamalıdır ki yarım doktor candan, yarım ‘Ortadoğu uzmanı’ ise izandan eder.


Nasıl ‘Ortadoğu uzmanı’ olunur?

Bu sorunun uzun ve meşakkatli bir yola işaret eden bir cevabı vardır. Sadece güçlü bir kişisel motivasyon ile tamamlanabilecek akademik çalışma, dil eğitimi ve arazi deneyimi üçlemesinden müteşekkil uzun bir yolu içermektedir. Akademik çalışma, tarihle birlikte dünyanın merkezinde yer almaya başlamış bir coğrafya olan Ortadoğu’nun (Kuzey Afrika dahil), geçmişten günümüze kadar geçirdiği evrelere, bu evrelerde oluşmuş siyasi, ekonomik ve sosyal kalıplara ve bu kalıpların bölgenin sınırını nereye çizdiğinize bağlı olarak değişebilecek olan 20 ülkede ne ölçüde benzer ve ne ölçüde farklı karşılık bulduğuna dair geniş açılı bir resim verecektir.

Antropolojiden teolojiye, sosyolojiden siyaset bilimine, coğrafyadan dilbilime kadar uzanan geniş bir disiplinler arası çalışma, Ortadoğu’nun farklı zaviyelerden okunabilmesine, bir boyutla sınırlandırılmamasına ve dolayısıyla güncel analizlerin isabetinin güçlendirilmesine sebep olacaktır. Örneğin, İbn Batuta’nın “Rıhle”si veya Tudelalı Binyamin’in “Sefer Ha-Masaot”u ile seyahat etmeden, İbn Haldun’un “Mukaddime”si hatmedilmeden, İbn İshak’ın Siret’i okunmadan, Kuran iklimine girilmeden ve hadisler deryasına dalınmadan, Yahudi ve Hıristiyan dini kaynaklara başvurulmadan yapılacak Ortadoğu analizlerinin bir tarafı her zaman eksik kalacaktır. İslam tarihini, Osmanlı’yı, sömürge ve manda dönemini, bağımsızlık mücadelelerini, milli ideolojileri vs. anlamadan modern Ortadoğu’nun anlaşılması da mümkün olmayacaktır. Sadece teoloji eğitimi analizleri havada bırakacaktır, sadece uluslararası ilişkiler, sosyoloji, coğrafya vs. eğitiminin olduğu gibi.

Önce selamun aleykum adabı...

Bu çalışma tabii ki Ortadoğu’yu farklı perspektiflerden okuma ve değerlendirme çabasını da içermektedir. Ortadoğu ve İslam tarihinin klasik yerli eserleriyle birlikte Ernest Renan ve Ignaz Goldziher’den,

H. A. R. Gibb’e, Marshall Hodgson ve Montgomery Watt’dan Bernard Lewis ve ötesine uzanan oryantalist literatüre de hakim olmayı gerektirir. Yerli arka planı olmayan bir Ortadoğu okuması nasıl mümkün değilse, amacı ne olursa olsun farklı perspektif yoksunu bir okuma da tatmin edici olmayacaktır.

Ortadoğu’yu tanıma çabasının ikinci sacayağı, bölgenin dilleriyle temasa geçilmesidir. Arapça, Farsça, Kürtçe ve İbranice gibi bölge dilleri sizlere bölge insanının zihinlerine yolculuk imkanı sunacaktır. İnsanların zihin yapılarından günlük alışkanlıklarına, çevre okumalarından kutsal ile olan ilişkilerine kadar birçok düşünsel düzlemin yansıtıldığı dil, uzman adayına eşsiz bir erişim imkanı sağlayacaktır.

Misal, en basitinden Şahname’den onlarca beyit okuyan İranlı anaokulu çocuğu garipsenmeyecek,

“Selamun aleykum” hitabına irticai yafta vurulmayacak, hiç olmazsa İhvan-ı Müslimin’e ehven-i şer denmeyecek veya İbranice konuşan bir Iraklı Yahudi,

Arap zannedilmeyecek. Güncele ilişkin en büyük getirisi de yabancı ajanslara mahkumiyet olmayacak, İran Farsça basından, Arap dünyası Arapça basından veya İsrail İbranice basından takip edilebilecektir. Aksini yapanların çabaları samimi de olsa tek kanatla uçmaya benzemektedir. Nasıl ki Türkiye’yi New York Times’tan anlamak mümkün değilse, Ortadoğu’yu da sadece New York Times veya diğer yabancı kaynaklardan okuyarak anlamam mümkün değildir.        

Üçüncü ve hayati sacayağı ise, ayağın hakkında konuştuğun topraklara basmasıdır. Ortadoğu veya herhangi bir bölge uzmanlığı masa başı yoruma müsaade etmemektedir. İsrail’de Yahudi yerleşimci tacizine maruz kalmadan, Mescid-i Aksa’da namaz kılmadan veya Kıyamet Kilisesi ya da Ağlama Duvarı’na dokunmadan, İran’da insanların söyledikleri bazı şeyleri aslında sadece gelenek (taruf) icabı söylediklerini öğrenmeden, Katar’da bir alışveriş merkezinde telefon numarası verme (tarkim) olayına şahit olmadan, Fas’ta “bu insanlar ne biçim Arapça konuşuyor” sorusunu sormadan, Cezayir’de “şehitlik” vurgusunu duymadan, Lübnan’da iç savaştan kalma mahalle sınırlarını görmeden, zengin bir Suudlu’nun sofrasına misafir olmadan veya fakir bir Ürdünlü Bedevi’nin tabununu paylaşmadan, Irak’ta Yeşil Bölge’nin kontrol noktalarından geçmeden ve Suriye’de muhaberatın nefesini ensede hissetmeden konuşmak tabiri caizse hariçten gazel okumaya benzemektedir. Burada amaç turistik bir gezi değil, şahit olma, anlama ve derinleşme çabasıdır.

Bu sorunun ise kısa ve net bir cevabı vardır:

Kestirme yollardan Ortadoğu uzmanı olunmaz. Ortadoğu uzmanlığının “kutsal üçlüsü”nü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Sadece akademik çalışma yapmak, akademisyene bilgilerini ve matbu birikimini gerçeklikle test etme imkanı vermeyeceğinden havada kalacaktır. Güncelle irtibat yokluğu, dil özrü ve gerçeklikle temas sıkıntısı, örneğin, Suriye devrimi ile Irak Savaşı’nın bir tutulmasına sebep olacaktır. Diğer taraftan sadece dil bilmek, seviyenin iyi olması durumunda tercüme faaliyetlerinde işe yarayabilecekken yine de müstakil olarak analiz üretmeye yetmeyecektir. Arap dünyasında her Arapça bilenin Ortadoğu uzmanı olmadığı gibi, Türkiye’de de Arapça bilen her kişi

Ortadoğu uzmanı değildir. Sadece bölgede bulunmanın da analiz üretmede kendi başına bir yeterliliği yoktur. Akademik çalışma ve dil noksanlığı maalesef arazide kategoriler üretme, önyargıları besleme ve içi boş bir şahitlik sanrısına sebep olabilmektedir. Örneğin, senelerce İsrail’de kalıp bir kelime bile İbranice öğrenmeyenler olduğu gibi, senelerce Mısır’da kalıp bir kere olsun bir Selefi ile anlamlı bir diyaloğa girmemiş olanlar da mevcuttur. Ortadoğu okumasını belli bir süre yaşadığı bölge ülkesinde irtibatlı olduğu ve arkadaşlık kurduğu dünya görüşüne mensup kişiler üzerinden yapmak da maalesef mümkündür.

Tabi Türkiye’nin duçar olduğu ve bu durumların en sağlıksızı bütün bu sacayaklarından mahrum, kerameti kendilerinden menkul olan “uzmanların” umarsızca “Ortadoğu uzmanı” otoritesiyle ahkam kesmesidir. Örneğin beyin cerrahisi uzmanı olmak için izlenecek prosedür yazılı ve açıktır. Fakat Ortadoğu uzmanı olmak içinse kimi zaman birkaç günlük bir bölge ziyaretinin, kimi zaman Wikipedia’nın, kimi zaman Reuters’ın, kimi zaman gazetede bir köşenin, kimi zaman televizyonda bir programın, kimi zaman Twitter’da bir hesabın kimi zamansa akademik bir sıfatın yetmesi, içler acısı halimizi ortaya sermektedir.  

‘Muhalefet et ki bilinesin!’

Şunu da açıkça ifade etmeliyiz: Ortadoğu uzmanı sıfatı Türkiye’de sadece daha iyi bir kelimenin olmaması sebebiyle kullanılmalıdır. Çünkü Ortadoğu gibi geniş bir coğrafyanın külliyen uzmanı olmak insan istidadını zorlar. 20 tane ülke barındıran, onlarca farklı dil ve dialektin konuşulduğu, onlarca farklı etnik grubun ve dinin yaşadığı, ülkeler arası önemli siyasal, ekonomik, coğrafi ve sosyal farklılıklar barındıran bir coğrafyanın tümüne hakkıyla hakim olmak mümkün değildir. Örneğin, Filistin’i bilmek peşinen İsrail’i bilmek demek değildir. Libya’yı iyi tanımak Suriye konusunda teçhizatlı olmak manasına gelmemektedir.

Bırakın tüm Ortadoğu’nun uzmanı olmayı, aynı zamanda, Ortadoğu ile birlikte Rusya, ABD, Balkan, AB, Kafkaslar vs. “uzmanı” enflasyonuna sahip olduğumuz gerçeği hesaba katıldığında, sadece Ortadoğu uzmanı sıfatıyla yetinenleri bir an için mazur görebilmekteyiz. Gündeme göre gardıroptan uzman şapkası çıkarma ve kimi zaman tribüne oynayan kimi zaman da meşhur Arap deyişi  ile “halif turaf” (Muhalefet et ki bilinesin) “aykırı” analizlerde bulunmak artık Türk “uzmanının” medyayla imtihanına dönüşmüştür. Arap Baharı ile spot ışıklarının Ortadoğu konuşanlar üzerine çevrilmesi ve özellikle Suriye krizi ile birlikte Ortadoğu’daki gelişmelerin iç politika malzemesi haline dönüşmesiyle birlikte, bir zamanlar AB uzmanlarının, renkli devrimlerde ve Gürcistan krizinde Rusya ve Kafkas uzmanlarının, her terör saldırısından sonra terör uzmanlarının yaşadığı “15 dakikalık şöhrete” (15 minutes of fame) “Ortadoğu uzmanları” da kavuştu. Bu noktada “Ortadoğu uzmanlığının” en büyük albenisinin Ortadoğu’da krizlerin, çatışmaların ve savaşların insanlık tarihiyle yaşıt olduğu gerçeği ve kıyamete kadar devam edeceği öngörüsü olduğunu da not etmek gerekiyor. Bir diğer ifadeyle Türk halkının “Ortadoğu uzmanlarıyla” birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. 

Bu şartlar altında “bilenle bilmeyeni” ayırt etmek, Ortadoğu’dan uzun yıllar boyunca ayrı tutulmuş Türk halkına düşmektedir. Unutulmamalıdır ki yarım doktor candan, yarım Ortadoğu uzmanı ise izandan (anlayış) eder.