Ne normal, ne marjinal?

Cuma Obuz / Yazar
11.12.2021

Normal çizgisinden sapma, ilk anda çok büyük gözükmese de ilerledikçe sapmanız daha da artacaktır. Bu da sizi doğrudan, iyiden ve insan doğasından giderek uzaklaştıracaktır. Normalinizi kaybetmeyin.


Ne normal, ne marjinal?

Her toplumun kendine has kuralları, geleneği veya bir bütün olmasa da teamülleri vardır. Bunların nasıl oluştuğu, süreç içerisinde nasıl dönüştüğü, hangi kıstaslara göre değişkenlik gösterdiği gibi konular sosyal bilimlerin üzerinde bir hayli durduğu konular. Bunlarla ilgili birçok farklı görüş ve teori mevcut. Her sosyolog kendi toplumlarındaki soru ve sorunlar üzerinden bir teorik dünya inşa etmiş ve zamanla toplumlar arasındaki benzerlikler nedeniyle ortak sorunlar ve ortak çözümler ortaya çıkmıştır. Bu da birçok açıdan küreselleşmenin ana omurgasını oluşturmuştur. Küreselleşmenin giderek yoğunlaştığı günümüzde de aynı şekilde yerel sorunlar ve evrensel sorunlar mevcuttur. Fakat bizler kendi içerisinde bulunduğumuz toplumlara projeksiyon tutarak zihinsel dünyamızı inşa etmeye devam ediyoruz.

Zihin dünyamızın projeksiyonlarını içerisinde bulunduğumuz topluma doğru yönelttiğimizde ortaya çıkan onlarca sorun veya tespitle karşılaşacağımız kesin. Fakat son dönemlerde zihnime en çok takılan konuların başında normallik ve marjinallik algısı bulunuyor.

Ne normal, ne marjinal? Hangi davranış normal, hangi davranış marjinal? Bu soruları sürekli sorduğunuzda verdiğiniz cevapların içinde bulunduğunuz toplumun parametreleri ile oluştuğunu söylememize gerek yok. Fakat belki içinde bulunduğumuz yüzyılın belki de şehirleşmenin ortaya çıkardığı bir şey var ki o da marjinal olanın normalleştiği, normal olanınsa giderek marjinalleştiği gerçeğidir.

İnsan doğasına uygun olanın normal, insan doğasına aykırı olanınsa marjinal olduğu kuralından yola çıkarak birkaç örneğe bakalım;

- Hayvanlara yiyecek vermek insan doğasında olan bir durum. Aslında paylaşmak insanın yapısına en uygun davranışlardan biri. Özellikle köy yerlerinde insanların sokaklarda gezen kedilerle veya köpeklerle yemeklerini paylaşması günlük yaşantının bir parçası ve normal bir durum. Bu durum bir sosyal etkinlik veya duyarlı vatandaş olmanın bir parçası değil. Fakat şehirleşme ile beraber sokak hayvanlarının barındırılması, onlara yiyecek verilmesi veya onlara yapılan herhangi bir yardım, alkışlanacak marjinal bir şey haline geliyor.

- Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, ensest ve buna benzer insan doğasına aykırı olan şeylerin marjinal kabul edilmesi ve toplum baskısı tarafından vicdanlarda mahkum edilmesi gerekir. Fakat günümüzde belki medyanın da etkisi ile bu tip olaylara karşı tepkilerimiz giderek dejenere oluyor. Her ne kadar normal görmesek de, içimizden rahatsızlık hissetsek de sokakta bir şiddet olayı gördüğümüzde başımıza bir şey gelir endişesi ile geçip gitmek, eylemsel açıdan normalleştirmek anlamına geliyor. Hele ki şiddete karşı "bananeci" bir tutum takınmanın dehşete düşürücü bir yönü bulunuyor.

Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, bir demecinde şu ifadeleri kullanarak tepkilerimizin nasıl aşındığına vurgu yapıyor;

"İnsanların her şeyi yapabileceğini düşündüğüm halde, yine de 'bir insan bunu nasıl yapar?' diyebiliyorum. Bir insanın bir insanı öldürdükten sonra parça parça etmesini, bir köpeği arabasının arkasına bağlayıp sürüklemesini, şu veya bu çıkarından ya da hırsından dolayı başkasına iftira atmasını, aynı gün farklı şehirlerde rastgele insan öldürmesini, bir çocuğa tecavüz ettikten sonra öldürmesini anlayamıyorum."

Tepkilerimiz kadarız

Bu örnekte olduğun gibi tepkilerimiz kadar toplumsal olduğumuzu söyleyebiliriz. Bir kadın cinayeti felakettir, bir istismar olayı felakettir, bir ensest olayı felakettir, taciz, tecavüz felakettir, hayvanlara zarar vermek felakettir, doğayı katletmek, ormanları yakmak felakettir ve felaketlere gerçekten felaket gibi tepki verilmelidir.

Bazı olaylara toplumların verdiği tepkilere baktığımızda bırakın dehşete düşmeyi çok çabuk mizah malzemesi olduğuna şahit olabiliyoruz. Bunun en yakın örneği Afganistan'da Taliban'ın yönetimi ele geçirmesinin ardından Kabil Havalimanı'nda ortaya çıkan görüntülerdir. O görüntülerin her anı tarihi bir olay olarak zihinlerimize kazınacaktır ama en dehşet verici sahne uçaktan düşen insanların olduğu sahnedir. Bu sahnenin hemen haftasında bazı firmalar tarafından tişörtünün bastırılması veya sosyal medyada o görüntüler ile ilgili dönen alaycı paylaşımlar beni o olaydan daha fazla dehşete düşürmüştü. Çünkü birilerinin yaşadığı acı bizim mizah malzememiz olamazdı. Bu normal değildi ve buna tepki koyulması gerekirdi. Fakat daha acı olanı ise bu tip olaylarda tepki ortaya koyanların "Duyarcılık veya duyar kasmak" gibi anlamsız tanımlamalarla karşılaşmasıydı.

Distopik gerçeklik

Aslında toplumların geleceği ile ilgili tahmin yürütürken bu projeksiyon ile bakabiliriz. Çünkü tekil olarak işlenen bir suçun toplumsallaştıkça yayılacağı, yayıldıkça normalleşeceği, normalleştikçe de distopik bir gerçekliğe doğru sürükleneceği aşikar. Bunun tam tersi de mümkün; tekil olarak yapılan bir iyiliğin toplumsallaşması, yayılması ve toplu iyiliklere dönüşmesi bir amaç olmalıdır.

Bu konuda en tehlikeli görünen anlayış ise "bananecilik" anlayışı. Aslında toplumda yaşanan acı olaylara, şiddete, haksızlıklara karşı gücünüz yetmeyebilir ama hiç yoktan o marjinalin (kötülüğün) bilincinde olmak ve ona göre kendi vicdanını hesaba çekmek gerekir. Bunun yerine bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi bir anlayışla hareket etmek toplumsal anlamda felaketin ta kendisidir.

Tepkilerin inşası

Tabii toplumsal olaylara verdiğimiz veya veremediğimiz tepkilerin gerekçeleri de bir hayli önemli. Mesela Zygmunt Bauman'ın "Biz ve Onlar" başlığı adı altında söylediği gibi; 'bizden olduğu için her ne yaparsa yapsın haklıdır veya onlardan olduğu için her ne yaparsa yapsın suçludur' gibi bir kıstas ile tepkilerinizi gerekçelendiriyorsanız bu tam anlamı ile bağnazlıktır. Buradan başlayan serüven ile ırkçılık, mezhepçilik veya ideolojik saplantılara kapı açmak gibi bir tehlike ortaya çıkar. Daha da kötüsü bu anlayışın eyleme dökülmesi ile 'biz' olarak görmediğiniz insanlara zarar verebilirsiniz. Tıpkı Yeni Zelanda'daki cami saldırısında olduğu gibi. Burada en kritik yer elbette medyaya ait. Çünkü medyada duyu organlarımıza hitap eden her şeyin üzerimizde etki oluşturduğu bir gerçek. İzlediğimiz şeyler, okuduğumuz, duyduğumuz ve şahit olduğumuz haberler veya içerikler zihin dünyamızı inşa ettiği gibi tepkilerimizi de inşa ediyor. Mesela özellikle 2014-2017 arasında dünya genelinde yaptığı eylemlerle gündeme oturan DEAŞ terör örgütünün kullandığı şiddet argümanı, toplumları şiddete ve teröre alıştırdı. Dünya geneline yaydıkları her şiddet ve vahşet videosu zihinleri inşa etti. Özellikle kendisini bir boşluğun içerisinde bulan, anlam ve varlık sancısı çeken gençleri etkisi altına aldı. Bu da Avrupa ve ABD gibi eğitim seviyesi yüksek ülkelerden bu azılı terör örgütüne katılımları artırdı. Yine sürekli şiddet ve vahşet videoları ile hedef toplumları da bu duyguya alıştırdı. Şu bir gerçek ki bir vahşet videosunu ilk izlediğiniz anki tepkiniz ile yüzüncü kez izlediğiniz anki tepkiniz aynı olmayacaktır. Bu da görsel medyanın zihinsel etkisinin en bariz örneği.

Acımasız dünya sendromu

Bu konu tıpkı Gerbner'in televizyon üzerinden teorisini inşa ettiği "acımasız dünya sendromu" ile bire bir örtüşmekte.

Acımasız dünya sendromu da toplumları medya eli ile kötü olana alıştırma, acımasız bir dünyanın varlığına inandırma ve iyi olanın silikleştirilmesinin tam adıdır.

Bu nedenle vahşet, şiddet, tecavüz veya medyada yer alan insanlık dışı tüm marjinallerin müşterisi olmayın. Tam tersi iyi örnekleri sürekli okumak, izlemek veya onların üreticisi olmak normalimizin bozulmasını engelleyecektir.

İyiye inanmak

Elbette bu bakış açısı toplumun acı gerçeklerini görmemek veya dile getirmemek anlamını taşımaz. Bilakis kötü olanla mücadeleyi ve cesareti önceler. Çünkü insanın kötü ile mücadele edebilmesi için iyi olana inanması şarttır.

Son olarak fizik biliminin optik alanında yer alan temel bir kurala değinelim. Optikte bir ışığın kırılması, kırılmanın açısı ve sapmalar, normal çizgisi denilen bir çizgiye kıstas ile hesaplanır. İşte bunun gibi insanın ve toplumların da normal çizgileri vardır. Tıpkı bu normal çizgisi gibi insanın ve toplumların da normalleri vardır ve bu normaller birer referanstır. Doğru davranış ve yanlış davranış arasındaki ayrımı yapmamızı sağlayan referanslardır.

Nihayetinde insan iyidir. İyi olan insanın normalidir. Gerek şahıs olarak gerek toplumsal olarak bir normal çizginiz varsa tüm sapmaları ona göre tespit edebilir ve normale yakınlaşmak için mücadele edersiniz. Ve normal çizgisinden sapma, ilk anda çok büyük gözükmese de ilerledikçe sapmanız daha da artacaktır. Bu da sizi doğrudan, iyiden ve insan doğasından giderek uzaklaştıracaktır.

Normalinizi kaybetmeyin.

[email protected]