Ne sadakat ne ihanet bu bir feraset sorunu

Sıbgatullah Kaya - Araştırmacı Yazar
24.10.2015

Müminin feraseti insanın başına bir gazap gibi, bir kâbus gibi çökebilir. Bundan korkmalısın Selahattin. Nihayetinde, çok kişi henüz farkında olmasa da Müslüman Kürdün HDP’ye oy vermesi veya vermemesi bir sadakat-ihanet sorunu değil, tastamam bir feraset sorudur. İnsanın kendi fıtri değerlerine muhabbet duyması, onu koruması ve kollaması da yine yaratılışın insana takdim ettiği bir özelliktir. Dillerimiz ve renklerimiz Allah’ın kevni ayetlerindendir. Müslümanlar bu ayetlere saygı duyarlar, bu ayetlerin bir toplumda hür ve görünür olmasına, baskı ve zulüm görmemesine dikkat ederler. Bir Müslüman açısından milliyetçiliğin sınırı buraya kadardır.


Ne sadakat ne ihanet bu bir feraset sorunu

7 Haziran seçimlerinde ilk defa dindar/muhafazakâr Kürt oylarının HDP’ye kaydığını gördük. Bazıları, bunu “Dindar Kürtlerin davalarına ihaneti” olarak yorumladı. Biz, buna şu gerekçeyle şiddetle karşı çıktık: MHP’ye giden oylar “Müslüman Türklerin İslam’a ihaneti” olarak yorumlanmayacaksa (ki, yorumlanmamalıdır) HDP’ye giden Kürt oyları da “Müslüman Kürtlerin İslam’a veya bir davaya ihaneti” olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü özü itibarıyla bir partiye oy verme tercihi, konjonktürel ve hatta kişisel nedenlerden kaynaklanabilen bireysel bir tercihtir. İslam’ın dünya görüşümüzü ve ahlak anlayışımızı biçimlendirdiği ölçüde bir Müslüman olarak oy tercihinde bulunuruz.

Öte yandan, milliyetçi dürtülerle MHP’ye yıllardır giden oyların mevcudiyeti kanıksandığından, zamanla hatalı ama “mazur” statüsüne alındığını hepimiz biliyoruz. Müslüman Türkler, çoktan Türk milliyetçiliğini İslam dairesinin içinde mütalaa etmeye başlamışlardır. Aynı toleransı Kürt milliyetçiliğine göstermemek, en hafif tabirle çifte standart sürdürmek olur. Hal böyleyken, sırf varlığına alışkın olmadığımızdan ve mevcudiyetini henüz kanıksamış olmadığımızdan, HDP’ye giden oyları İslam dışı olarak görmek vicdani bir yanlış olduğu kadar, mantıksal bir yanlıştır da.

Milliyetler, kevni/fıtrî ilahi armağanlar olarak ortaya çıkarlar, felsefenin deyimiyle varoluşsaldırlar. İnsanın kendi fıtri değerlerine muhabbet duyması, onu koruması ve kollaması da yine yaratılışın insana takdim ettiği bir özelliktir. Bir Müslüman’ın kavramsal olarak milliyetçiliğe bakışı, Rum, 30/22’de dile gelen ilahi emirle şekillenir. Dillerimiz ve renklerimiz Allah’ın kevni ayetlerindendir. Müslümanlar bu ayetlere saygı duyarlar, bu ayetlerin bir toplumda hür ve görünür olmasına, baskı ve zulüm görmemesine dikkat ederler. Bir Müslüman açısından milliyetçiliğin sınırı buraya kadardır. Milliyetçi duygular kavmiyetçiliğe veya ırkçılığa tahvil olduğunda fıtri dairenin dışına çıkılmış olur. Kavmiyetçi duygular özellikle çoklu etnik kökenli toplumlarda “ötekine” karşı hoşgörüyü ortadan kaldırır, yönetimin zalim ve faşizan bir karaktere bürünmesine yol açar. Bu nedenle İslam, kavmiyetçiliği ve ırkçılığı helal saymamıştır. Bu tıpkı öğüdün helal, dedikodunun haram kılınması gibi; gıptanın (imrenme) helal, hasedin haram kılınması gibi; gibi “ötekine” zararlı olanı İslam’ın sakıncalı bulmasından kaynaklanır.  Bu nedenle İslam düşüncesine göre tüm diller ve renkler İslam toplumunda korunur ve bir arada kardeşçe yaşamaları temin edilir. Ancak bunlardan hiç birisi devlet ideolojisi haline getirilmez. Bu prensibe uymayan toplumlarda birlik-beraberlik, kardeşlik ve hoşgörü duyguları zayıflamaya başlar.

Demek ki, ancak kavmiyetçi dürtüler vermeye başlamış milliyetçi yaklaşımlar İslami açıdan eleştirilir. Çünkü kavmiyetçiliğe kaçan milliyetçi duruş, İslami açıdan “haram davranış” kategorisinde yer almaktadır.

Bu nedenle 7 Haziran seçimlerinde dindar Kürtlerin HDP’ye giden oyları “ihanet” olarak değerlendirilemez. Bu bir sadakat-ihanet sorunu değildir. Müslüman bir Kürt için HDP’ye bir daha oy verip vermemek bir akıl, izan ve feraset sorunudur. Lafı uzatmadan söylemek gerekirse bu konu Kürtler için bir muhasebe ve değerlendirme sorunudur. Öyleyse bizim de temel yaklaşım noktamız, Kürt kardeşlerimizin yeni bir muhasebe ve değerlendirme yapmalarına yardım etmek olmalıdır. İhanet-sadakat üzerinden yapacağımız hiçbir tartışma Kürt kardeşlerimizin yeni bir değerlendirme yapmalarına yardımcı olmayacaktır. Bu bakımdan ilk yapılması gereken, 7 Haziran seçimlerinde dindar Kürt oylarının neden HDP’ye gittiğine ilişkin sağlıklı bir analiz yapmak olmalıdır.

Oylar neden HDP’de gitti?

Yaklaşık üç yıl önce o zamanların partisi BDP bazı çalışmalar yapmış ve yoğun bir şekilde “Bizi din üzerinden bu güne kadar kandırdılar.” tartışmasını başlatmıştı. Klasik merkez medyanın da destek verdiği bu tartışmalar, “Dindar Kürtler BDP’ye mi yaklaşıyor?” noktasına kadar getirilmişti.

Biz de o zaman bu tartışmalara katılmış ve İslami bilincin sorgulayıcı olduğunu, bu sorgulama sonucunda bir akıl tutulması yaşanmayacağını dile getirmiştik. Herhangi bir akıl tutulmasının neden yaşanmayacağına ilişkin güçlü kanaatimizi KCK-PKK-BDP üçgenine yönelttiğimiz şu sorulara dayandırıyorduk: 1- İslam’da hak arama yolu olarak silahlı mücadeleye başvurmak caiz midir? Haklarınızı talep ettiğiniz devlet “Ben her türlü hakkınızı veriyorum. Geçmişte yapılmış tüm yanlışları düzelteceğim” diyorsa, şiddet kullanmanın dini bir dayanağı var mıdır? PKK’nin silahlandırılması ve tüm şiddet yöntemlerinin artık son bulması konusunda bir projeniz, bize vereceğiniz bir garantiniz var mı? 2- Politika olarak şiddetin sonlandırılması gerektiği çok kere deklere edilmesine rağmen KCK yapılanmasının yoğun bir şekilde çocukları ve gençleri dağ kadrosuna kazandırdığı bir iftira mı? Bu doğruysa, bunun farkında olan ama engel olmayan her mümin vebal altında kalır mı? 3- Müslüman Kürtlerden oluşumunuza bir katılım gerçekle¬şirse, kardeşler arasındaki ihtilafı çözmek için temel bir Kur’an prensibi olan “Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde buluna¬cak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönün¬ceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. Müminler an¬cak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucu¬rat,49/9-10) ayetini hakem olarak kabul edecek misiniz? 4- Yıllardan beridir, Kürt milliyetçiliğinin ateist ve dayat¬macı bir yapı arz ettiğine ilişkin bir kanaat var. (Biz de bu ka¬naati paylaşıyoruz.) Bu kanaat yanlış ve haksız bile olsa, olası bölgesel iktidarınızda din ve vicdan hürriyetinin kamusal alan¬daki sınırlarını ve ifade biçimlerini garanti eden bir deklarasyona ön ayak olur musunuz? (Bkz: Umran Dergisi, Ocak-2013)

Sonradan HDP’ye dönüşen bu siyasi hareketi, bölgedeki dindar Kürtleri kazanmak için klasik sosyalist görüntüsünden uzaklaştığını hissettiren hamleler yaptı. Başta dindar Kürtler olmak üzere demokrat ve PKK çizgisi dışındaki solcu Kürt gruplarıyla ittifak arayışlarına hız verdi.

30 Mart 2014 yerel seçimleri kritik bir eşiğin ifadesiydi. 17-25 Aralık darbe teşebbüsleri boşa çıkmış ve seçmen iradesi her türlü kumpasa “Dur!” diyerek bir süre daha Erdoğan’la yola devam kararı vermişti. Ancak 30 Mart yerel seçimlerinin analizini yaparken biri BDP’ye, diğeri Ak Parti’ye yönelik iki nasihat vermiştik: 1-BDP Kürt seçmen tarafından çözüm sürecinin iki aktöründen biri olduğu için ödüllendirildi. Ak Parti’yle başa baş olduğu yerlerde şansı yaver gitti ve kazandığı belediye sayısını artırdı. Ancak, BDP’nin “demokratik özerklik” ilan etmek gibi tehlikeli hamlelerde bulunmaması gerekir. Çünkü bu gibi hamleler tehlikeli maceralara dönüşebilir. Çünkü bir hak arama metodu olarak silahlı mücadele yöntemi nasıl yanlış idiyse, özerklik kavramını daha ilerilere taşımak aynı şekilde yanlış olur. (...) Bu nedenle şimdilik kaydü şartıyla demokratik özerkliğin kimlik taleplerini canlı tutmaya matuf bir hamle olduğunu düşünüyoruz. Aksi olur da BDP bu demokratik özerklik kavramını genişletir ve yeni bir bölünme talebini çağrıştıracak olan siyasal özerklik talebine dönüştürürse bunu vahim bir siyasi hata olarak değerlendiririz.

2-BDP’nin kendi dahili koalisyonunu genişleterek neden Doğu ve Güneydoğu’nun Ak Partisi olmaya çalıştığını anlayabiliyoruz. Bizim anlamadığımız neden Ak Parti de Doğu ve Güneydoğu’nun BDP’si olmaya çalışmıyor? Aşağı yukarı tüm fikri eğilimleri barındırması bakımından Türkiye’nin en büyük koalisyonu olan Ak Parti içerisinde sınırları belirlenmiş ve ne dediği belli bir “Kürt milliyetçiliği” kavramı henüz mevcut değil. Ak Parti’nin yerel teşkilatları da bize göre Kürt kimliği ve kültürü üzerinden siyaset yapabilmeliler... 

Kürt oyları, HDP’nin “Beni güçlendirin, PKK’yı ancak ben silahsızlandırabilirim...” çağrısı söylem olarak inandırıcı bulunduğu için gitti. Kürt oyları, Kobané meselesi bir travmaya dönüştürüldüğü için gitti. Kürt oyları “Kürt sorunu” bir polemik ve ironi malzemesi yapıldığı için gitti. Belki de kardeşten kardeşe bir şefkat tokadı niteliğinde gitti.

Kobani kullanıldı

Yaptığımız uyarıları dinleyen olmadı. Kürt hareketi demokratikleşeceğini, muhafazakar, dindar-demokrat tüm Kürtlere kucak açacağını ve Türkiyelileşeceğini söylemeye devam etti. Dahası PKK’yı ancak kendilerinin silahsızlandırma sürecine ikna edebileceğini ve bölgeyi silahlı güçlerin hegemonyasından ancak kendilerinin kurtarabileceğini kalın çizgilerle ifade etti. Ak Parti ise Kürt hareketinin gittikçe daha geniş bir tabana yayıldığı ve gittikçe Kürt oylarını kaybettiği konusunda bir türlü uyanmak istemedi.

Ak Parti’nin Kürtlere karşı yürüttüğü politika, başından beri dini bir “kardeşlik” politikası ekseninde dönüp duruyordu. Ak Parti bu politikadan hiçbir zaman vaz geçmedi ve vatan-millet ekseninde milliyetçiliği meşru gördü. Kürtlerle Ak Parti arasındaki bu din kardeşliği Roboski katliamıyla biraz aşınmaya başlamıştı. Seçimden çok değil, aylar önce DAİŞ güçlerinin Kobané’ye saldırması devletçe çok kötü yönetildi. Türkiye, oradaki Kürtlerin tamamını sınırda misafir edip ağırladığını, Kobané kantonunun bağımsızlığının kendi terör listesinde yer alan PYD’nin bir projesi olduğunu, dolayısıyla taş topraktan ibaret kalmış bir yerleşim yerini korumaya ve savunmaya gerek olmadığını iddia ediyordu. Kürt hareketinin önder kadroları ise, Kobané’de Kürtler DAİŞ güçleri tarafından kıtır kıtır kesilirken Türkiye’nin hem buna seyirci kaldığını, hem de oraya yardım gitmesini önlediğini ilan ettiler. 6-8 Ekim olayları Türkiye’de ümitsizliğe kapılan Kürt gençlerinin nasıl bir şiddete bulaşabilecekleri açısından korkutucu oldu. Kobané sınavı Türkiye için talihsiz bir kâbusa dönüştü. Neredeyse tüm Kobanélilerin Türkiye’de ağırlanmasına rağmen, tersine geliştirilen algı baskın çıktı. Kobané olayları ve ardından başlayan “Kürt sorunu” tartışması, karşı propagandanın ısrarla dile getirdiği “Ak Parti Kürtleri din üzerinden oyalıyor” söylemini güçlendirdi.

Ak Parti bu güne kadar girdiği tüm seçimlerde Doğu ve Güneydoğu’da din kardeşliği temasını işlemiş, Orta Anadolu’da ise tabiri caizse “Türk Milliyetçiliği” yaparak MHP ile yarışmıştı. Bu tutum daha önceki seçimlerde de Kürtlerin gözünden kaçmış değildi. Ancak çok önemsemiyorlar, Ak Parti’nin kendilerine ve bölgelerine ilişkin problemleri çözeceğine, haklarını sonuna kadar vereceğine inanıyorlardı. Fakat bu defa “Roboski”, “Kobané” ve “Kürt sorunu yoktur” üçgeninde derin bir gocunma yaşayan bazı Kürtler Ak Parti’den desteklerini çektiler. Ak Parti’nin seçim stratejilerinden birisi olarak yapılan hizmetlere, proje ve yatırımlara atıfta bulunma siyaseti, 7 Haziran seçimlerinde doğudan batıya sürdürülen “kimlik siyasetinin” gölgesinde kaldı. Bu yüzden fazla etkili olamadı.

Ak Parti’ye Kürt oylarını kaybettiren bu kimlik siyaseti Batı’da başka bir şekilde seyrediyordu. Gezi olaylarından beri yükselen muhalif enerji, Ak Parti karşıtlığı üzerinde birleşerek konsolide oluyordu. Aynı muhalif enerji, bağlı olduğu üst akıldan görüş ve talimat alarak, cumhurbaşkanlığı seçiminde siyasi literatüre bir “çatı aday” kavramı sokmuştu. HDP’nin katılmadığı bu ortak aday projesi, muhalif enerjinin birleşik enerjiye dönüşebileceğinin ilk sinyaliydi aslında. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçleri Erdoğan’a karşı başka bir aday seçtirmeye yetmedi belki, ama genel seçimlerde işbirliği yaparlarsa ve HDP’nin barajı geçmesini sağlarlarsa, oluşacak olan meclis aritmetiği, Ak Parti’nin tek başına iktidar kurmasını engelleyebilirdi; bu gerçekleşti.

Yaptığımız bu analiz, 7 Haziran seçimlerinde Kürt oylarının neden HDP’ye gittiğini yeterince açıklıyor. Kürt oyları Ak Parti’nin son 3 yıldır, Doğu ve Güneydoğu’daki vurdumduymaz politikaları yüzünden gitti. Kürt oyları, HDP’nin “Beni güçlendirin, PKK’yı ancak ben silahsızlandırabilirim...” çağrısı söylem olarak inandırıcı bulunduğu için gitti. Kürt oyları, Kobané meselesi bir travmaya dönüştürüldüğü için gitti. Kürt oyları “Kürt sorunu” bir polemik ve ironi malzemesi yapıldığı için gitti. Belki de kardeşten kardeşe bir şefkat tokadı niteliğinde gitti. Ak Parti, Davutoğlu başkanlığında samimi bir şekilde “Biz nerede hata yaptık?” revizyonunu gerçekleştirirken ve bu konuda gerek aday belirlemede, gerek bölge insanı için hazırlanan projelerde ve gerekse de seçim çalışmalarında yara sarmaya çalışırken biz, bilinçli dindar Kürt kardeşlerimizin oy tercihlerini kendiliklerinden değiştireceğini düşünüyoruz. Neden böyle düşündüğümüze gelince, bizi buna sevk eden Kürtlerin ferasetine ve Kürtlerin dini değerlerine bağlılığına olan inancımızdır.

Kaos için sahaya sürülmüş

Bölgenin 30 yıllık makus talihini değiştirmek için HDP’nin verdiği sözleri sadece ona oy verenler değil, bizler de önemsemiştik. Ancak, 7 Haziran akşamı Ak Partililer tek başına iktidar olamayacaklarını anlamakta ve üzerlerindeki şoku atlatmakta zorluk çekerken, ikinci bir şok dalgasına Selahattin Demirtaş neden olmuştu. Demirtaş o çok sevecen cici konuşmasında kendilerini kalıcı veya emaneten destekleyenlere gönülden teşekkür etmiş ve bir şeyin altını çizerek net olarak ifade etmişti: “Biz, içinde AKP’nin yer aldığı hiçbir seçenekte yer almayacağız.”

Daha o akşam yüreğimizden gelen bir sesle eyvah çekmiştik. Dilimizden şöyle cümleler dökülüyordu: “Vah Selahattin vah! Meğer sen bir projeymişsin. Meğer mevcudiyetinin yegâne emeli Ak Parti’nin iktidar olmasına engel olmakmış. Peki MHP de ben HDP’nin içinde olduğu hiçbir oluşumda yer almam derse ne olacak? Görevin kaos başlatmak mı Selahattin? Ne alakası var, deme; MHP’nin bunu diyeceğini bal gibi biliyordun, yüzde 60’lık bloğun bir safsata olduğunu biliyordun Selahattin.

Keşke bu kararı vermeden önce bir öğretmen olan yenge hanımın sınıfından şöyle zeki, afacan bir çocuk çağırsaydınız ve birlikte bir problem çözdürseydiniz. Şöyle sorardınız: “Bakkaldan aldım 80 leblebi. Ancak karnımı doyurmam için 276 leblebi gerekiyor. Diğer 3 arkadaşımdan birisi 258, birisi 132, diğeri de benim gibi 80 leblebi almış. 258 leblebisi olanı ben dışladım, onun leblebilerini almayacağım. 80 leblebisi olan diğer arkadaş da beni dışladı, bana asla leblebi vermeyecek. Bu durumda benim karnımı doyurmam için ne yapmam gerekiyor?” Bu çocuk basit bir hesap yaptıktan sonra, mahcup bir şekilde öğretmenine bakar ve “Öğretmenim! Senin bu kocan günü aç geçirecek...” derdi. Basit bir hesap yapma fırsatı bile vermeden, bu kararı vermeni kim emretti sana Selahattin!

İroniyle dile getirdiğimiz eleştiriler siyaseten hata yapan bir HDP’ye yönelik eleştiriler. Ama gün geçtikçe HDP’nin “Açık konuşalım, biz dedik diye KCK toplantı alıp PKK’yı silahsızlandıracak değil...” dediğini de duyduk, “Biz sırtımızı PKK’ye dayıyoruz...” dediğini de. Hatta daha da ileri gidip yüksek AB standartlarından birisi olan “Özyönetim” kavramını birdenbire stalinist/cemahiriyeci şehir yapılanmalarının egemenliğine tahvil ettiklerini de gördük. Belediye kazandıkları il ve ilçelerde sokakları ergen çocuklardan oluşturulmuş çetelere teslim ettiklerini de gördük. Daha vahimi yollara döşenen mayın ve bombaların alelacele bu belediyeler tarafından üzeri asfaltlanarak kamufle edildiğini de maalesef müşahede ettik. Bu saatten sonra HDP’nin tamamının ama gönüllü olarak, ama baskı altında ikiyüzlü bir yapı olduğunu teslim etmek durumundayız. Dolayısıyla artık bu oluşumu normal bir siyasi partiymiş gibi eleştirmek, kırsalda PKK’nin zorla oy istediği, 6-8 Ekim olaylarında 50 kadar insanın kanına giren bu oluşumun gerçekten masum olabileceğine inanmak imkânsızlaşıyor. O zaman dönüp şöyle diyesi geliyor insanın: “Meğer sen projeden de öteymişsin Selahattin! Meğer sen kanımızı dökmek için dağdakilerin gönderdiği bir Truva atıymışsın. Meğer sen bir suretmişsin. Bir maske, nihayetinde kaç para eder Selahattin? Bir maskenin kaç para ettiğine Kürtler karar verecek ve onu alıp almayacaklarına kendileri kara verecekler, bundan emin olabilirsin Selahattin! Sosyal medya üzerinden yürütülen yalan ve iftira kampanyası bu kez para etmeyecek gibi görünüyor. Müslümanlar bu kez Kur’an’ın şu buyruğuna riayet edeceklerdir: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haberle gelirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 49/6) Fasıklardan gelen çarpıtılmış haberlere itibar etmek, gerçekten de insanı pişman etmektedir. Müslüman Kürtler bunun idrakinde olacaklardır.

Büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Kürtler başlarını yastığa koyduklarında Nebevî bir ses duyacaklar: “Bir mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz.” (Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) Ne demek bu, biliyor musun Selahattin? Bir müminin aklı, olgunluğu ve feraseti aynı konuda iki kere kandırılmasına izin vermez. Mümin Kürtler bu Nebevi sesle bir bir uyanacaklardır Selahattin. Müminin feraseti insanın başına bir gazap gibi, bir kâbus gibi çökebilir. Bundan korkmalısın Selahattin. Nihayetinde, çok kişi henüz farkında olmasa da Müslüman Kürdün HDP’ye oy vermesi veya vermemesi bir sadakat-ihanet sorunu değil, tastamam bir feraset sorudur.

Kürtler dinlerine bağlıdır

Kürt halkının tarihi-kültürel değerleri çoğunlukla İslam dini tarafından biçimlenmiştir. İslam’ın ortaya koyduğu ilahî emirler ve bu emirlerden kaynaklanan ahlaki değerler, Kürtlerin birey, aile ve toplumsal hayatlarında tabi oldukları değerlerin neredeyse tamamını etkilemiş, biçimlendirmiştir. Her Müslüman kavim gibi Kürtler de “Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, ‘Rabbinize inanın!’ diye imana çağıran bir davetçiye kulak verdik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve ruhumuzu iyilerle beraber al ey Rabbimiz!” (Âl-i İmran, 3/193) duasına iştirak etmiş oldular. Tarih boyunca Müslüman kavimler birbirleriyle hayırda yarışma prensibinin izin verdiği ölçüde İslam’daki geçmişleriyle övündüler, iftihar ettiler. Kimi muhacir olmakla, kimi ensar olmakla, kimi bin yıldan beri Müslüman olmakla iftihar ettiler. Kürtlerin İslam’la tanışması ve Müslüman olmaya başlaması yaklaşık 1400 yıl öncesine kadar dayanır. Ta Hz. Ömer dönemine kadar uzanan kadim bir birlikteliği var, Kürtlerin İslamiyet’le. Ciddi araştırmalar, “Tabiîn” neslinden Kürt alimler olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da ilk defa Kürt kavimlerinin “Sahabe” eliyle Müslüman olduklarını destekliyor. Bugün İslam çatısı altında bulunan çoğu Müslümanlardan daha önce Müslüman olmuşlar, sizin anlayacağınız. Bir halkın iliklerine kadar inancın işlemesi için yetmez mi bu süre? Yeter de artar bile. Nitekim Kürtler İslam tarihi boyunca ilim irfan, mektep medrese, tekke zaviye ne derseniz, ortaya koydular. İslam’la yoğruldular, İslam’la biçimlendiler. O yüzden, kimse Kürtlerin dini emirleri bir kenara atacağını beklemesin. Bunun oy tercihiyle ne ilgisi var derseniz, bundan sonra ilgisi var. Bundan önce, HDP ile PKK arasında organik bir bağ olduğunu kabul etmekle birlikte, bu kadar içli dışlı olduklarını çoğumuz düşünmüyorduk. Çoğu kere, Kürt milliyetçiliğinin de bir realite olduğunu ve HDP gibi partilerin şiddeti ve terörü sonlandırabilirlerse, Türkiye’nin normalleşmesine katkı yapabilecekleri şeklinde iyimser yorumlarda bulunuyorduk. Bu partiler bir gün gerçekten normalleşebilirler mi? Zaman gösterecek. Ama şimdilik bu siyasi hareketi desteklemek, doğrudan işlenen cinayetlere katılmak gibi görünüyor. Bilindiği gibi İslam’da cana, mala, ırza, nesle, akla ve dine tecavüz durumu insanı canından veya bir uzvundan edebilecek kadar açık ve yakın tehlike durumunda ise, ancak bu durumda silah kullanmak ve gerekirse can almak caizdir. Müslüman toplumlar, kendi aralarında yaptıkları iş bölümüyle iç ve dış güvenliği kendi profesyonellerine devrederler. Bu profesyoneller güvenliği sağlarken hukukun içerisinde kalırlar, şiddete hukuk dairesinin içinde başvururlar. Müslümanlar, toplumsal hayatta karşılaştıkları haksızlıklar karşısında şiddete başvurmazlar. Anlaşmazlıklarını kendi aralarında hak ve adaletle çözerler.

Türkiye’nin en büyük koalisyonu olan Ak Parti içerisinde sınırları belirlenmiş ve ne dediği belli bir “Kürt milliyetçiliği” kavramı henüz mevcut değil. Ak Parti’nin yerel teşkilatları da bize göre Kürt kimliği ve kültürü üzerinden siyaset yapabilmeliler...

Müslüman bir halk darbe veya işgal sonucu oluşan bir diktatörlük tarafından yukarıda saydığımız haklarından mahrum bırakılıyorsa, ancak o vakit silahlı mücadeleye başvurmak caiz olur. Yani canımızın, malımızın, ırzımızın, neslimizin, aklımızın (düşünme ve ifade etme), dini yaşantımızın saldırı ve tecavüz altında olduğu yönetimlere karşı silahlı mücadele yapılabilir. Ancak bunun dahi bir şartı var: Sabırsızlıkla isyan edip Müslümanların gereksiz yere ölümüyle sonuçlanacak isyanlarda bulunmak caiz değildir. Bu nedenle Müslümanlar kendi kurtuluş mücadelelerini vermeden önce hazırlık ve güç analizlerini iyi yapar, boş yere kan dökülmesine neden olmaktan kaçınırlar. Öte yandan bir yönetim kendi halkına, tüm haklarınızı hukuk ve adalet çerçevesinde vereceğim diyorsa, bu yönetimin geçmişinde “zulüm” olsa bile artık o yönetime karşı silahlı bir çıkış yapamazsınız. İmam Cüveynîlerden İmam Maverdîlere, onlardan Ahmet Cevdet Paşalara kadar uzanan İslami yönetim fıkhımızın özeti budur. Bu fıkhın ayrıntıları Kur’an ve sünnetten delillerle biçimlenmiş, vücuda gelmiştir.

Söyler misiniz, Müslüman bir Kürt isek, Türkiye Cumhuriyetine karşı silahlı mücadeleye katılmayı hangi gerekçeyle mubah sayacağız? Biz güvenlik güçlerine veya başka birimlere silahlı saldırıda bulunmadığımız sürece canımız tehlikede mi? Malımız cebren ve hile ile devlet tarafından gasp mı ediliyor? Irzlarımız devlet tarafından tecavüze mi uğruyor? Soykırıma mı uğruyoruz? Düşünce ve ifade hürriyeti yüzünden hapislerde mi çürüyoruz? Dini yaşantımız yasaklanmış da bu yüzden acılar mı çekiyoruz? Durum tam tersi değil mi? Unutmayalım ki devlet demokratikleşme beyanını güçlü bir şekilde yaptığında, hak ve adalet düzleminde herkesin hakkını vereceğim dediğinde, bu sürece katılmamak, bu konuda yönetime yardımcı olmamak bir Müslüman için artık caiz değildir. Müslüman Kürtler, sahabe çağından bu güne kadar barış görüşmelerine asla fesat karıştırmadılar, barışın altında başka bir niyet gütmediler. Kendisini Kürt halk hareketi olarak gören bir örgüt, bir yandan silah bırakma sözü vererek zaman kazanmaya çalışırken, öte yandan savaşı şehirlere taşımanın hazırlığını yapacak ve bunun adı halk için mücadele olacak... Dine, akla ve insanlık vicdanına sığar mı bu? Tarihin en onursuz davranışını Kürtlere mal etmeye çalışan bu örgüt Müslüman Kürtler tarafından desteklenir mi? Hiç sanmıyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler I. Dünya Savaşı sınırlarının değişeceğini ve Ortadoğu’da yeni bir inşa süreci yaşanacağını göstermiştir. Bundan yararlanmak isteyen güçler, PKK uzantısı Marksist güçleri bölgedeki yeni jandarmaları olarak silahlandırmışlardır. Ne Hafız Esed ne de oğlu Beşşar Esed döneminde Kürtlere karşı bölgedeki en zalimane tutumu sergilemiş olan bu rejime ve despotizmine karşı bir mantar tabancası dahi patlatmamış PYD güçleri, birdenbire Kobané balonuyla şişirilerek Rojava Kürt halk hareketi olmaya soyunmuşlardır. Bir süre sonra baktık ki, anlı şanlı bu örgüt bölgedeki muhalif Kürtleri tasfiye etmekle işe başlamış. Burada sayısal bir azınlıktan söz etmiyoruz. Rojava’daki Kürt nüfusunun tamamı 2,5 milyon civarındadır. Bunların yaklaşık 200 bini DAİŞ saldırıları sırasında Kobané’den kaçıp Türkiye’ye sığındılar. Ancak bunların dışında DAİŞ tehdidi altında göç etmiş başka bir Kürt nüfusu mevcut değildir. Rojava’dan PYD’nin Türkiye tarafına sürgün ettiği Kürt nüfusu ayrıca 400 bine ulaşmıştır. Bunun dışında Irak Kürdistan Bölgesine sürgün edilenler 600 bin olmuştur. Göçe imkan bulamayan Kürtler itaat etmek veya canından olmakla karşı karşıya kalmışlardır. Bu sözümona halk hareketi hala da Esed güçleriyle savaşmamaktadır. CIA’nın, MOSSAD’ın, İngiliz, Alman ve Fransız istihbaratlarının jandarması gaddar-seküler cici çocuklar, kendi kıymetli Conileri ölmesin diye asla kara savaşına girmeyen Batı dünyasına jandarmalık yapmaktadır. Bu aşağılık savaşta ölen Kürt çocuklarının haddi hesabı yok. Peki ne uğruna? Oralarda Marksist bir kanton kotarmak uğruna. Conileri çok kıymetli Batı dünyası kendi bölgesel çıkarlarına aykırı gördüğünde, size verdiği kanton sözünü tutar mı sanıyorsunuz? Müslüman Kürtler bu gelişmeleri yakından ve dikkatle takip etmeli ve küresel güçlerin oyunlarını bozucu bir duruş sergilemelidir. Çünkü bir Müslüman kendi menfaatlerini ararken dış güçlerin emrine giremez, Müslümanların birliği ve cemaatine zarar veremez.

[email protected]