Ne yukarı ne aşağı... Doğru yere bak!

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
7.01.2022

Sosyal medya aracılığıyla yayılan pek çok bilgi manipülatif ve dezenformatif bir yön içeriyor. Toplumun kendisine sunulanı olduğu gibi kabullenmesi gerçeklerle arasındaki mesafenin açılmasını beraberinde getiriyor. Daha konforlu ve kolay olan sorunu görmemek için "yukarıya bakmamak" olabilir. Ancak küresel, ulusal ve yerel çapta karşılaşılacak her türlü sorunun çözümünün ardında doğru yere bakma becerisi yatıyor.


Ne yukarı ne aşağı... Doğru yere bak!

Netflix'in politik taşlaması Don't Look Up (Yukarıya Bakma) son dönemin en fazla tartışılan filmlerinden biri oldu. Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence başta olmak üzere çok sayıda yıldızın oynadığı filmin senaristi ve yönetmeni ise Adam McKay. Özellikle pandemi sürecinde sıkça karşımıza çıkan devlet, toplum ve iş dünyası arasındaki ilişkilere yönelik tartışmalar filmin odak noktasında bulunuyor.

Kutuplaşma ve post-truth

Popülizmden kutuplaşmaya, post-truth dönemden teknoloji şirketlerinin dünya siyasetindeki rolüne kadar pek çok güncel sorun filmde alaycı bir dille ele alınıyor. Filmle ilgili yorumların neredeyse siyahla beyaz kadar ayrılması da dikkat çekici, ama filmin anlattığı kutuplaşmış siyasî iklim düşünüldüğünde hiç de şaşırtıcı değil. Elbette filmin sinematografik açıdan veya oyuncularının performansı bakımından eleştirisi ayrı bir uzmanlık alanı ve doğal olarak bu yazının kapsamında yer almıyor. Ancak filmin nasıl bir siyasî iklimde yaşadığımızı yeniden hatırlattığı söylenebilir.

Bir felaket senaryosu...

Don't Look Up bir felaket senaryosundan yola çıkıyor. Devasa bir kuyruklu yıldızın altı ay içinde dünyaya çarpacağını ve medeniyetin sonunu getireceğini tesadüfen fark eden iki bilim insanı yetkilileri uyarmak için harekete geçiyor. Kısa sürede ABD Başkanına ulaşan ikili, bu noktada siyasetin gerçekleriyle karşılaşıyor. Yaklaşan seçimler öncesi bu olayın partisine zarar verebileceğini düşünen ABD Başkanı rolündeki Meryl Streep önce sorunu görmezden geliyor. Ancak başka bir skandal patlayınca onu örtmek için, yine seçimlerde kendisine avantaj sağlayacağı düşüncesiyle bu kez konunun üzerine eğiliyor. Ülkenin tüm kaynakları sorunun çözümüne tahsis ediliyor ve bir çıkış yolu da bulunuyor. Tam sorun çözüldü derken başkanın finansörlerinden teknoloji devi bir işadamı devreye giriyor ve ticarî yönü ağır basan yeni bir çözüm öneriyor. Bundan sonra ise işler iyiden iyiye karışıyor. Filmin içeriğinden daha fazla bahsetmeden, yani "spoiler vermeden" Don't Look Up'ta bulunan politik göndermelere kısaca bakalım.

Gerçeklik ve algı

Don't Look Up içinde bulunduğumuz post-truth (hakikat sonrası) çağda gerçeklik ile algı arasındaki ince çizgiyi gayet başarılı şekilde işliyor. Her şeyden önce ortada kuyruklu yıldızın dünyaya çarpması gibi somut ve bilimsel olarak doğruluğu kanıtlanmış bir gerçek var. Herkesi ilgilendiren, kısa sürede bir şekilde çözülmesi gereken ortak bir sorunla karşı karşıya insanlık. Ancak aslında böyle bir sorunun hiç olmadığının düşünülmesini isteyen siyasetçiler ve onlara inanan insanlar post-truth çağda gerçeklik algısının nasıl şekillendiğinin en iyi örneklerinden birini sergiliyor. Öyle ki yine siyasetin çıkarlarına göre olaylara yüklenen anlam kolayca değişebiliyor. İnsanlar, belli bir spesifik konu üzerinde gerçeğe ulaşmak için tartışmak veya mevzuyu araştırmak yerine kendilerine sunulanı ya da zaten duymak istediklerini kabullenmenin konforunu yaşamayı tercih ediyor.

Trump dönemiyle birlikte ABD siyasetinde popülizmin yükseldiği sıklıkla dile getirilen bir olgu. Filmde ABD Başkanı, popülizmin en belirgin örneklerini sunuyor ve kendi çıkarlarına göre manipülatif bir söylemle toplumu istediği yere yönlendiriyor. Ülke yönetimi tarafından kimi zaman bir kahramanlık anlatısı kuruluyor, kimi zamansa iç veya dış düşmanların tehditlerine karşı ulusal birliği korumanın gerekliliği anlatılıyor. Başkan, gerçeklerden kopuk şekilde, toplumun tamamen duygularına hitap ederek algıları istediği gibi şekillendirmeyi amaçlıyor. Bu çabaların kendi kitlesini konsolide etmek için yeterli olduğu açık. Reel düzlemde popülist siyasetin toplumu götürdüğü yer ise ciddi bir kutuplaşma. Filmde de siyaset dışı bir sorun olan kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma hadisesi toplumu ikiye bölüyor. Filmin adında yer alan Don't Look Up! (Yukarıya Bakma!) kuyruklu yıldız dünyadan görünür hâle geldiğinde ABD Başkanının topluma mesaj için kullandığı slogan. Başkan, kendi seçmenlerinden yukarıya bakmamalarını istiyor, zira baktıkları zaman görecekleri dünyaya hızla yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldız. Çok açık bir gerçeğin bile siyasetin çıkarlarına aykırı düştüğünde nasıl reddedilebileceği bu sloganla ifadesini buluyor. Geri kalan insanlar ise diğerlerini yukarıya bakmaya çağıran sloganlar atıyor. Son dönemde aşı karşıtlığı üzerinden ilerleyen propagandanın aslında kuyruklu yıldızın olmadığı yaklaşımına oldukça benzediği dikkat çekiyor. Bunun yanında, ABD'de siyasetle iş dünyasının iç içe geçmesi ve ülke yönetiminin toplumun değil belirli güç odaklarının çıkarlarını önceleyen politikalar izlemesi de filmin vurguladığı sorunlardan biri. Sorunun çözümü için bir yöntem bulunmuşken sırf bir işadamı krizi fırsata çevirmek istediği için bundan vazgeçilmesi, ABD'de sistem üzerinde iş dünyasının gücünü gösteriyor.

Sermaye siyasetin önünde

Sermayenin gücü arttıkça siyasetin önüne geçmesi bilinmeyen bir durum değil. Ama teknolojideki gelişmelerle birlikte büyük şirketlerin devletlerle yarışır duruma gelmesinin neden olacağı etkiler üzerinde daha ciddi şekilde durmak gerektiği açık. Diğer taraftan filmin ABD hegemonyasını yeniden hatırlatan yüzünü de görmek gerekiyor. Dünyaya çarpan kuyruklu yıldız için çözüm üretebilecek, daha açık bir ifadeyle dünyayı kurtaracak yegâne ülkenin ABD olduğu vurgusu yapılıyor. Öyle ki Rusya ve Çin ortaklığının ABD ile eşzamanlı başlayan çabaları başarısızlıkla sonuçlanıyor. Dünyanın sonu gelirken Avrupa ülkelerinin ise esamesi bile okunmuyor. Dolayısıyla dünyanın karşılaştığı sorunların çözümü açısından ABD'nin, üstelik de tek başına vazgeçilmez bir role sahip olduğu alttan alta vurgulanıyor. Hollywood sinemasında alışık olduğumuz üzere Don't Look Up'ta da dünyanın karşılaştığı sorunlara karşı ABD'ye adeta bir kurtarıcı rolü biçiliyor. Dolayısıyla ABD yönetiminin sorumluluğunun yalnızca kendi halkına değil, tüm dünyaya olduğu mesajı veriliyor.

Kaynakları doğru kullanmak

Kuşkusuz herhangi bir filmden ders çıkarmamız gerekmez ama Don't Look Up'ın günümüz siyasetine dair belirli sorunları hatırlattığı açık. Her şeyden önce ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerle dünyanın geri kalanı arasındaki ayrım derinleşerek devam ediyor. Tüm dünyayı etkileyen bir felaketin çözümü açısından uluslararası müzakere ve karar alma süreçleri devreye sokulmadan ABD'nin tek başına hareket etmesi, aslında dünya ölçeğindeki sorunlara bu ülkenin bakışının da genel bir özeti niteliğinde. Üstelik alternatif tüm yöntemlere de kapı kapatılıyor. Örneğin kuyruklu yıldızı dünyaya çarpmadan imha etmek için Rusya tarafından Baykonur Uzay Üssünden fırlatılan füzenin başarısız olması büyük bir memnuniyetle karşılanıyor. Zira önemli olan sorunun çözülmesi değil, kimin tarafından çözüleceği. Aslında bu durum bile dünya üzerindeki hegemonya mücadelesinin oldukça iyi bir anlatımı. Covid19 süreci aslında küresel siyasetin dinamiklerinin yeniden sorgulanmasını da beraberinde getirdi. Devletlerin bu tür küresel sorunlarla tek başlarına ne ölçüde başa çıkabilecekleri tartışıldı. Aynı zamanda hem devletlerin hem de uluslararası kuruluşların önceliklerinin ne olması gerektiği sorgulandı. İnsanlığın her zaman yeni felaketlerle karşılaşabileceği gerçek. Mevcut bilimsel bilgi birikimi karşılaşılan sorunların çözümü açısından geçmişe göre çok daha büyük bir avantaj sağlıyor. Burada asıl önem taşıyan nokta ise kaynakları karşılaşılan sorunun çözümüne yönlendirmek ve doğru kullanmak. Hükümetlerin ve şirketlerin önceliklerinin farklı olmasının küresel çapta pek çok sorunun çözümünü engellediği düşüncesi filmde ustalıkla işleniyor. Başka bir ifadeyle, bir güvenlik meselesi, kâr hesabına dönüştürülüyor ve sağlayacağı ticarî kazanç öne çıkarılıyor.

Filmin eleştiri oklarından medya da nasibini alıyor. Ciddi bir sorunun karikatürize edilerek magazin malzemesi hâline getirilmesi, haberleştirme sürecinde siyasi hesapların devreye alınması ve ticari kaygıların öne çıkarılması gibi örneklerle yönetmen günümüz medya ortamına gönderme yapıyor. Medya organlarının siyasî pozisyonları ya da ticarî kaygıları haberi izleyicilerine doğru şekilde aktarma çabasının önüne geçiyor. Kendi hâlinde bir bilim insanı olan DiCaprio'nun ekranın cazibesine kısa sürede kapılıp en azından bir süreliğine yeni bir adama dönüşmesinin de altını çizmek gerek.

Son on yıldır dünya çapında tarihin en keskin değişim süreçlerinden birini yaşıyoruz. Kitlesel göçler, terör, salgınlar ve çevre sorunları insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu değişim dalgasının ilerleyen dönemlerde etkisini daha artıracağını söylemek mümkün. Aynı süreç beraberinde çok sayıda sorun da getiriyor. Dünyanın sonuna ilişkin felaket senaryolarının giderek daha fazla dile getirildiğini görüyoruz. Söz konusu sorunlarla başa çıkmak için devletler arasındaki işbirliğini kanallarını genişletmenin gerektiği söylenebilir. Ancak kendi topraklarında karşı karşıya oldukları sorunların çözümü açısından başlıca muhatabın ulus-devletler olduğu gerçeğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Ancak topluma da belirli sorumlulukların düştüğünü görmek önemli. Günümüzde özellikle sosyal medya aracılığıyla yayılan pek çok bilgi manipülatif ve dezenformatif bir yön içeriyor. Toplumun kendisine sunulanı olduğu gibi kabullenmesi gerçeklerle arasındaki mesafenin açılmasını beraberinde getiriyor. Daha konforlu ve kolay olan sorunu görmemek için "yukarıya bakmamak" olabilir. Ancak bu tutum gerçeklerle yüzleşilmesini ve dolayısıyla sorunlara çözüm üretilmesini de engelleyecektir. Bu yüzden karşılaşılacak gerçek ne olursa olsun yukarıya bakmaktan çekinmemek gerekiyor. Küresel, ulusal ve yerel çapta karşılaşılacak her türlü sorunun çözümünün ardında doğru yere bakma becerisi yatıyor.

@heberis