Neden Müslümanların imgeyle ilişkisi ikonoklazma ile açıklanıyor?

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
21.04.2018

Nuh Yılmaz, İslami ikonoklazma tezinin Müslümanları ya da ikonoklazmayı değil, Batı’nın dış sınırlarını teşkil eden muhayyel alanı tarifle ilgili olduğunu belirtiyor. Yılmaz’a göre tez, İslam ile değil, Batı ile bilhassa Ortaçağ’daki Hıristiyan dünyası dahil, modern dönemde sekülerleşip evrenselleşerek Avrupa’ya dönüşen seküler evrensellik sistemi ile ilgili.


Neden Müslümanların imgeyle  ilişkisi ikonoklazma ile açıklanıyor?

2 Mart 2001’de Taliban yönetimi Afganistan’ın Bamyan şehrinde bulunan ve dünyanın en yüksek heykelleri olarak bilinen iki Buda heykelini yok etti. 30 Eylül 2005’te Danimarka’da yayınlanan muhafazakâr bir gazete Hz. Peygamber’i tasvir eden, Müslümanların saldırganca ve hakaretamiz bulduğu bir dizi karikatür yayınladı. Dünyanın birçok şehrinde Müslümanlar bu durumu protesto etti ve Danimarka elçiliklerine saldırılar düzenlendi. Bu protestolarda 200’den fazla insan da hayatını kaybetti. Dönemin Danimarka Başbakanı karikatürlerin yayınlanmasının ifade özgürlüğünün bir parçası olduğunu iddia ederek yaşanan aleyhte olayları İkinci Büyük Savaş’tan beri Danimarka’nın başına gelmiş ikinci büyük felaket olarak yansıttı. Geçtiğimiz yıllarda DEAŞ’ın Suriye’de antik eserleri yok etmesi ya da Batı’da üretilen Müslümanları ve Müslümanların hürmet gösterdiği değerleri aşağılayan sözüm ona çeşitli sanat ve sinema eserlerine Müslümanların gösterdiği tepkiler gibi birçok olay geçtiğimiz yıllarda sürekli dünya kamuoyunun gündeminde kaldı.

Bu ve buna benzer olayları merkeze alan Nuh Yılmaz, Müslümanların ‘imge sorunu’yla ilişkilerini ifade etmek için yaygın bir biçimde kullanılan “İslami İkonoklazma Tezi”ni sorguluyor. Yılmaz’ın bu sorgulamasına rehber seçtiği temel soruları şunlar: Neden Müslümanların imge ile ilişkisi ikonoklazma (imge kırıcılık) ile açıklanıyor? Neden başka millet, din ya da toplulukların imgeye dair tasavvur ve eylemleri siyasal, toplumsal ve tarihsel olaylar çerçevesinde bir anlama kavuşturuluyor da söz Müslümanlara gelince tartışma teolojik bir düzeyde ele alınıyor? Neden Müslümanların imgeyle ilişkileri varlık-yokluk uzlaşmaz çelişkisi ile ele alınıyor?

Batı’nın dış sınırları

İslami ikonoklazma tezini oluşturan iktidar ilişkilerini, iktidar yatırımlarını, bu söylemin oluşmasına ve ortaya çıkmasına katkı veren tarihsel-sosyolojik kurumları, bu söylemin teşekkülündeki önemli anları ve kırılma noktalarını Michel Foucault’nun geliştirdiği soykütüğü yöntemiyle deşerek, bu tezin Avro-Amerikan söyleminde Müslümanların imge ile ilişkilerini tarif eden bir iktidar söylemi olduğu sonucuna ulaşan Nuh Yılmaz bu tez sayesinde Avrupa’nın kendi imge dünyasının sınırlarını belirlediği bir imge ekonomisi geliştirdiğini savlıyor. Bu imge ekonomisinin her ne kadar Müslümanlar ve İslam’la ilgili olduğu zannedilse de aslında Avrupa’nın kendisi, Avrupa kimliği ve Avrupa fikrinin doğuşuyla yakından irtibatlı olduğunu ortaya çıkaran Yılmaz, böylelikle bu tezin Müslümanları ya da ikonoklazmayı değil, Batı’nın dış sınırlarını teşkil eden muhayyel alanı tarifle ilgili olduğunu belirtiyor. Yılmaz’a göre tez, İslam ile değil, Batı ile bilhassa Ortaçağ’daki Hıristiyan dünyası dahil, modern dönemde sekülerleşip evrenselleşerek Avrupa’ya dönüşen seküler evrensellik sistemi ile ilgili.

Müslümanların imge ile ilişkilerinin bu tez dolayımıyla açıklanma girişimlerindeki tarihsel, siyasal endişe ve kaygıları, bu tez-le Avrupamerkezciliğin kendisine sağladığı politik pratik kârları da analizi boyunca sürekli göz önünde tutan Yılmaz, tezin en nihayetinde Batı’nın tüm tikelliklerden sıyrılmış, zamansız-mekansız ve işaretlenmemiş bir evrensel model olduğu, yani Batı anlatısının evrensel ve tek hikaye olduğu, bu anlatının dışında kalan ya da onun dışladığı tüm diğer hikayelerin ise anlatılmaya değmez, gayrımeşru ve hatta belki de hiç olmadıkları şeklindeki iddiayı formüle etmeye yaradığına işaret ediyor.

Toplumsal cinsiyet ve iktidar

Simone de Beauvoir, Hegel, Platon, Georges Bataille, Julia Kristeva, Elizabeth Grosz, Luce Irigaray, Jean-Luc Nancy ve Paul Ricoeur üzerinden toplumsal cinsiyet, cinsiyet farklılığı, arzu, erotik deneyim, erotik ilişki, eros etiği, ezilme, şiddet, egemenlik, öznelik ve özerklik gibi izlekler etrafında feminist düşüncelerin ne tür felsefi tartışmalarla ilişkili olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyor Zeynep Direk. Feminist tezlerin ve kadınlara özgürlük taleplerinin başarıya kavuşması için ‘özerk özne’ tasavvurunun elzem oluşunu vurguluyor. Cinsel yasaklar, cinsel fark, kadın ve şiddet ilişkilerini de çözümleyen Direk’in eseri çağdaş feminizmin temel tezlerini kavramada önemli bir metin. Cinsel Farkın İnşası, Zeynep Direk, Metis, 2018

Modern çağın kötü çocukları

‘Sinik aklın eleştirmeni’ olarak tanıdığımız Alman filozof Peter Sloterdijk, insanlık ve ilerleme kavramı etrafındaki tartışmalara, modernlik, gelenek, nesiller arası alışveriş vb. sorunlara ilişkin bir bakış açısı geliştirmeye çaba sarf ediyor. Onun Madame de Pompadour’dan Napoleon’a, İsa’dan Deleuze ve Guattari’ye, Çernişevskiy’den Stalin’e, tarihe geçmiş “zamane çocukları” için verdiği hükümlerin gayet karamsar olduğunu belirtmeliyiz. Sloterdijk, modernliğin her neslin kendini yeniden icadına, herkesin “kendi çağının çocuğu” olmasına dayalı oluşunun normların sürekli yeniden yazılmasıyla sonuçlanmasına yol açtığını da kaydediyor. Yeniçağın Kötü Çocukları, Peter Sloterdijk, Edebi Şeyler, 2018

@uzakkoku