Dijital ortamda nefret söyleminin bu kadar hızlı yayılmasının temel nedeni, sosyal medya algoritmalarının duygusal tepkileri tetikleyen içerikleri öne çıkarmasıdır. Öfke, nefret ya da korku uyandıran mesajlar daha fazla paylaşılır, daha çok yorum alır ve daha geniş kitlelere ulaşır. Nefret söylemi, yalnızca dijital bir sorun değil, insani bir krizdir. Ekranların arkasında kaybolan empatiyi yeniden hatırlamak; dijital alanlarda da insan onuruna saygıyı hâkim kılmak, her birimizin görevidir.
Aslan Değirmenci/ Yazar
Dijital medya platformları, başlangıçta fikirlerin serbestçe dolaştığı demokratik bir alan olarak görülüyordu. Fakat zamanla bu mecralar, öfkenin, ötekileştirmenin ve dijital linç kültürünün yoğunlaştığı bir sahneye dönüştü. Maskeli hesapların ardına saklanan kullanıcılar, bazen bilinçli, bazen refleksif biçimde farklı düşüncelere, kimliklere, inançlara, yaşam tarzlarına ve düşüncelere karşı saldırgan bir dil kullanmaya başladı. Nefret söylemi artık yalnızca marjinal grupların değil, sıradan kullanıcıların da zaman zaman farkında olmadan ürettiği bir içerik türüne dönüştü.
Dijital ortamda nefret söyleminin bu kadar hızlı yayılmasının temel nedeni, sosyal medya algoritmalarının duygusal tepkileri tetikleyen içerikleri öne çıkarmasıdır. Öfke, nefret ya da korku uyandıran mesajlar daha fazla paylaşılır, daha çok yorum alır ve daha geniş kitlelere ulaşır. Bu durum, adeta "dijital yankı odaları" oluşturur; kullanıcılar yalnızca kendi düşüncelerini onaylayan içeriklerle karşılaşır, farklı fikirlere karşı hoşgörüsünü kaybeder. Böylece nefret söylemi, bireysel öfkenin ötesine geçerek toplumsal kutuplaşmanın dijital yakıtına dönüşür.
Nefret söylemi, sadece hedef aldığı kişileri değil, onu üreten toplumu da zehirler. İnsan onurunu hiçe sayan bu dil, bireyler arasında güven duygusunu zedeler, toplumsal barışı yıpratır. Kadınlara, göçmenlere, farklı etnik veya dini gruplara yönelik saldırgan paylaşımlar, zamanla dijital ortamın olağan bir parçası haline gelir. Bu normalleşme, en tehlikeli eşiği oluşturur; çünkü nefretin sıradanlaştığı yerde empati kaybolur, insanlık duygusu zayıflar.
Öte yandan, nefret söylemine maruz kalan bireylerin yaşadığı psikolojik yıkım da göz ardı edilemez. Dijital zorbalık ve toplu linç girişimleri, kişinin kendine güvenini sarsar, sosyal izolasyona yol açar ve bazen gerçek hayatta trajik sonuçlar doğurur. "Sadece bir yorum" ya da "bir paylaşım" olarak görülen dijital eylemler, aslında bir insanın hayatına doğrudan dokunan, kalıcı izler bırakan saldırılardır.
Etik farkındalık
Bu tablo karşısında dijital platformların sorumluluğu büyüktür. Ancak nefret söylemiyle mücadele yalnızca algoritmaların ya da denetim mekanizmalarının gücüyle çözülebilecek bir mesele değildir. Bu, aynı zamanda etik bir farkındalık meselesidir. Her kullanıcı, paylaştığı kelimenin bir insanı nasıl etkileyebileceğini düşünmeli; dijital özgürlüğün sınırının, bir başkasının onuruna zarar vermemek olduğunu bilmelidir.
Toplumlar, ifade özgürlüğüyle nefret söylemi arasındaki ince çizgiyi doğru biçimde tanımlamak zorundadır. Eleştiri, özgür düşüncenin temelidir; fakat bir kimliği hedef almak, bir grubu aşağılamak veya şiddeti teşvik etmek özgürlük değil, istismardır. Bu farkın bilincine varmak, dijital çağın en büyük vatandaşlık sorumluluğudur.
Daha açık yazacak olursak nefret söylemi, yalnızca dijital bir sorun değil, insani bir krizdir. Ekranların arkasında kaybolan empatiyi yeniden hatırlamak; dijital alanlarda da insan onuruna saygıyı hâkim kılmak, her birimizin görevidir. Çünkü internetin dili ne kadar zehirlenirse, toplumun vicdanı da o kadar susar. Ve suskunluk, nefretin en güçlü silahıdır.
Dijital platformlarda yaşadığımız tek sorun nefret söylemi de değil. Son yıllarda dijital medya, yalnızca bir iletişim aracı olmaktan çıkıp bireylerin bilgiye ulaşma, sosyalleşme ve gündemi takip etme aracı haline geldi. Ancak bu yaygın kullanım, kötü niyetli aktörler için de uygun bir zemin oluşturdu. Özellikle sosyal medya platformları, hem bilgi kirliliğine hem de bireylerin çeşitli yollarla istismar edilmesine olanak tanımaya başladı.
Dijital medyada dolandırıcılık
Dijital dolandırıcılık, bireylerin kişisel verilerinin çalınması, sahte yatırım fırsatlarıyla kandırılması ya da duygusal manipülasyon yoluyla maddi kazanç sağlanması gibi yollarla gerçekleştiriliyor. Son dönemde özellikle sosyal medya üzerinden yayılan "sahte yardım kampanyaları", "kripto para yatırımı vaatleri" ve "kimlik avı" saldırıları dikkat çekiyor. Bu tür dolandırıcılık yöntemleri, kullanıcıların güven duygusunu istismar ederek hızla yayılıyor.
Kimlik avı, genellikle meşru bir kurum ya da kişi gibi davranarak kullanıcıyı kandırma temeline dayanır. Saldırganlar, e-posta veya sosyal medya mesajları aracılığıyla kullanıcılardan parola, kredi kartı numarası veya kimlik bilgileri gibi hassas verileri talep eder. Bu tür saldırılar, sosyal mühendislik yöntemleriyle desteklenerek bireylerin güven duygusunu istismar eder.
Kimlik avı saldırıları üç temel biçimde gerçekleştiğini görüyoruz. E-posta tabanlı kimlik avı, Sosyal medya avcılığı ve sahte web siteleri.. İçlerinde en yaygın olanı E- posta tabanlı kimlik avıdır. Kullanıcıya banka, e-ticaret sitesi veya kamu kurumu gibi görünen sahte e-postalar gönderilerek gerçekleştirilir.
Sosyal medya hesapları üzerinden gönderilen sahte bağlantılar veya mesajlarla da kullanıcı bilgileri hedefleniyor. Ve tabii gerçek sitelerin kopyaları oluşturularak kullanıcıların giriş yapması sağlanarak da kimlik avcılığı gerçekleştiriliyor.
Sosyal medya, kullanıcıların kişisel verilerini kamuya açık şekilde paylaştığı bir ortam haline dönüştü. Bu durum, saldırganların kişiselleştirilmiş dolandırıcılık yöntemleri geliştirmesini kolaylaştırıyor.
Özellikle dijital reklamlar, sponsorlu içerikler ve sahte marka hesapları, kimlik avının yeni yüzünü temsil ediyor. Yapay zekâ destekli sahte içerik üretimi (deepfake, sahte haber, sahte ekran görüntüsü vb.) kimlik avını daha ikna edici hale getiriyor. Bu da geleneksel güvenlik önlemlerinin yetersiz kalmasına yol açıyor.
Birey ve kurumlar üzerindeki etkiler
Kimlik avı yalnızca maddi zarar doğurmuyor aynı zamanda bireylerin dijital güven duygusunu da zedeliyor.
Bireysel düzeyde, kimlik avına maruz kalan kullanıcılar finansal kayıplar, kimlik hırsızlığı ve özel hayatın gizliliğinin ihlali gibi sorunlarla karşılaşıyor.
Kurumsal düzeyde, çalışanların kimlik avı saldırılarına karşı zayıf olması, veri ihlali, itibar kaybı ve hukuki yaptırımlar gibi sonuçlara yol açıyor.
Altını çizerek belirtmeliyim ki, kimlik avına karşı alınacak önlemler, hem teknik hem de bilinçlendirme boyutunu içermelidir. Kullanıcıların sahte e-posta, bağlantı ve içerikleri ayırt edebilmesi için sürekli kendilerini geliştirmelidirler. Hesaplara ek güvenlik katmanı ekleyerek saldırıların etkisi azaltılmalıdır..
"https://" ile başlayan güvenli siteler tercih edilmeli, bağlantı adresleri dikkatle incelenmelidir.
İşletim sistemleri, tarayıcılar ve antivirüs yazılımları düzenli olarak güncellenmelidir.
Sosyal medyada paylaşılan kişisel bilgiler sınırlandırılmalı, tanınmayan kişilerden gelen bağlantılar açılmamalıdır.
Unutmadan hatırlatayım: Bugün birçok insan farkında olmadan kendisiyle ilgili çok fazla bilgi paylaşıyor. Fotoğraflar, konumlar, özel anlar... Oysa dijital ortamda paylaşılan hiçbir şey tam anlamıyla silinmez. Bilinçli bir kullanıcı, dijital izlerini yönetmeyi bilen, gizlilik ayarlarını düzenleyen ve kişisel verilerinin değerini fark eden kişidir.
Sahte videolar ve psikolojik harekât
Öte yandan yapay zekâ teknolojilerindeki ilerlemeler, sahte videoların (deepfake) gerçekçiliğini artırmış ve bu içerikler aracılığıyla kamuoyu manipülasyonu daha da kolaylaştırıyor. Politik figürlerin, gazetecilerin, sanatçıların, iş insanlarının ya da kanaat önderlerinin sözde açıklamalarını içeren bu videolar, bireylerin algısını yönetmeyi hedefleyen psikolojik harekâtların bir parçası haline geliyor.
Özellikle kriz zamanlarında dolaşıma giren sahte videolar, halkın kutuplaşmasına ve gerçeklik algısının zayıflamasına yol açıyor.
Bunun için görsel ya da işitsel materyallerin kaynağı mutlaka sorgulanmalı; resmi kurumlar ve güvenilir medya kuruluşlarından doğrulama yapılmalıdır.
Kasten yanlış bilgi yaymak, hedef gösterme veya nefret söylemi barındıran kampanyalar birçok ülkede hukuki yaptırımlara tabidir. Etik açıdan ise demokratik süreçlere müdahale, bireysel hakların ihlali ve toplumsal zarara yol açma riskleri büyük endişe kaynağıdır. Hem platformların hem de regülatörlerin bu alanda sorumluluk üstlenmesi beklenir. Dijital medyayı doğru kullanmak, önce anlamaya çalışmakla başlar. Her bilgi, her görsel, her paylaşım bir bağlam içinde değerlendirilmelidir. Paylaşmadan önce doğrulamak, eleştiriden önce anlamak, yorum yapmadan önce düşünmek, dijital dünyanın en temel ahlak kuralıdır. Çünkü bir yanlış bilgi, birkaç saniyede binlerce kişiye ulaşabilir; ama o yanlışın yol açtığı tahribatı düzeltmek bazen yıllar alabilir.
Siber zorbalık: Dijital şiddetin yükselişi
Dijital ortamların meydana getirdiği ciddi sorunlardan biri de siber zorbalık... Siber zorbalık, dijital ortamda bireylere yönelik hakaret, tehdit, aşağılama ya da ifşa etme gibi davranışları kapsıyor. Özellikle genç kullanıcılar arasında yaygınlaşan bu durum, bireylerin psikolojik sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Zorbalık; sosyal dışlanmaya, depresyona, hatta intihara kadar varan sonuçlara yol açabiliyor.
Zorbalığa maruz kalan bireyler, bunu gizlemek yerine yakın çevresiyle ve uzmanlarla paylaşmalı; zorbalık yapan kişiler dijital platformlara şikâyet edilmelidir.
Sosyal medya şirketleri, kullanıcı güvenliğini korumak amacıyla taciz, tehdit, nefret söylemi ve zorbalık içeren davranışları rapor edebilmek için özel sistemler geliştirmiştir.
Zorbalığı bildirmek, hem mağdurun kendini korumasına hem de benzer olayların önüne geçilmesine katkı sağlar. Unutulmamalıdır ki sessizlik, zorbalığın sürmesine zemin hazırlar; paylaşmak ve şikâyet etmek ise hem bireysel bir güçlenme adımı hem de toplumsal bir bilinç göstergesidir.
Ve dijital medyayı doğru kullanmak, aynı zamanda katılımcı bir bilinç geliştirmektir. Yalnızca izleyen, beğenen, paylaşan biri olmak yerine; doğru, faydalı ve topluma katkı sağlayan içerikler üretmek, dijital ekosistemin kalitesini yükseltir. Bir kullanıcı sadece ne tükettiğiyle değil, neyi görünür kıldığıyla da sorumludur.
Elbette tüm bunlar, dijital dünyayı tehlikelerden arındırmak anlamına gelmez. Ancak bilinçli bireyler çoğaldıkça, nefret söylemi, dezenformasyon ve siber zorbalık gibi karanlık alanların etkisi azalır. Dijital medya, kötüye kullanıldığında manipülasyon aracına, doğru kullanıldığında ise bilgi, dayanışma ve özgürlük platformuna dönüşür.