Nefretin inşası, kötülüğün sıradanlaşması

Öğr. Gör. Tarkan Zengin / Ankara Yıldırım Beyazıt Ünv.
8.04.2023

Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik hakaretler, küfürler ve nefret dili düşünce özgürlüğü olarak ambalajlanınca, bu vahim eylemler sıradanlaştı. Ancak bu organik bir nefret değil. Siyasi rekabeti normal kuralları içinde sürdüremeyen bir zihniyetin geçmişten tevarüs eden bir hastalığı. İlmek ilmek dokunarak nefrete dönüştürülen bir cinnet siyaseti.


Nefretin inşası, kötülüğün sıradanlaşması

Geçtiğimiz hafta sokak röportajında bir kadının insanın kanını donduran nefret sözleri gündemdeydi. Yazarken bile insanı utandıracak o ifadeleri maalesef tekrar etmek zorundayız. İnsanlıktan nasibini almayan şahıs "Allah AK Parti hükümetinin, Tayyip'in soyunu sopunu neslini yok etsin. Ona oy verenler de 15 Temmuz'da ölen askerlerin kanında boğulsun. Ona oy verenler aynı depremzedelerden beter ölüme terk edilsin. Sinirlerim çok bozuk. O kadar doluyum ki, hangi birini konuşacak kelime bulamıyorum. O Tayyip kendi torunlarına gözü gibi bakıyor ya, o torunlarını parça parça Allah mezara koydurmayı nasip etsin" diyor. Ülkenin yarısından fazlasının oyunu almış bir Cumhurbaşkanı, bir lider, ailesi ve ona oy verenler de bu insanlık dışı nefret sözlerine maruz kalıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çalışma arkadaşlarının ailelerine yönelik sistematik hakaretler yapılıyor. Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın dördüncü çocuğunun doğumunu paylaştığı sosyal medya hesabının altına yazılan hakaretler, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun vefat eden annesiyle ilgili paylaşımının altına yazılan hakaretler ilk akla gelen vahim olaylar. Nefret içeren olayların sayısı ve boyutu bu yazının sınırlarını aşar.

İlmek ilmek dokunan nefret

İnsanlık suçu olan bu nefretin ve faşizmin en tehlikeli boyutu ise sıradanlaşması. Hatta 'nefretin sıradanlığının' da sıradanlaşması gibi bir durumu yaşıyoruz. Bu nefrete karşı tüm siyasi partilerin net bir tutum almaması nefreti ve kötülüğü sıradanlaştırıyor. Cumhuriyet mitingleriyle başlayan, gezi kalkışmasıyla devam eden, 17/25 Aralık kumpasları, özerklik çağrılarıyla başlayan çukur siyaseti, 15 Temmuz hain darbesi ve sonrasında yaşananlara karşı tüm partiler ortak tepki vermeyince iktidara karşı şiddet ve nefret sıradanlaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik hakaretler, küfürler ve nefret dili düşünce özgürlüğü olarak ambalajlanınca, bu vahim eylemler sıradanlaştı. Ancak bu organik bir nefret değil. Siyasi rekabeti normal kuralları içinde sürdüremeyen bir zihniyetin geçmişten tevarüs eden bir hastalığıdır. İlmek ilmek dokunarak nefrete dönüştürülen bir cinnet siyaseti. Yalan, iftira ve itibar suikastlarıyla bir şahsı merkeze alarak oluşturulan bir nefret. 14 Mayıs 1950 tarihinde Menderes'e iktidarı kaybeden zihniyet aradan uzun yıllar geçse de siyasi aktörler değişse de aynı yöntemlerle nefret siyaseti üretmeye devam ediyor. Bugün Erdoğan'ın şahsında oluşturulan bu nefret siyaseti geçmişte Menderes, Özal, Erbakan, Türkeş ve Yazıcıoğlu gibi siyasetçilere de aynı zihniyet tarafından uygulanmıştı. Yakın siyasi tarihimizde yaşananları incelediğimizde nefret üretenler ve yöntemleri ile nefrete maruz kalanların aynı mirasın temsilcileri olduğunu görüyoruz.

Menderes'in eserlerine yönelik propaganda

14 Mayıs 1950 yılında Demokratların seçimi kazanması, İnönü'de geçmişle hesaplaşmaya girişileceğini endişesi oluşturmuştu. İnönü bu sebeple 27 Mayıs 1950 tarihinde yeni iktidarı şu sözlerle uyarmıştı: "Demokratik rejimin feyizli bir halk idaresi suretinde tecelli etmesi muhalefet partisine bağlıdır. Eğer iktidar karşısına geçen muhalefet partileri Devleti ve Milleti kötülemek pahasına da olsa her şeyi fena göstermek yolunu tutarlarsa, eğer muhalefet partisi her Hükümetin tabii olan her güçlüğünü büyütmeye kalkarsa, hülasa iktidarla muhalefet arasındaki münasebet şuursuz bir çekişme ve dalaşma halinde soysuzlaşırsa demokratik rejimin atisi yoktur." İnönü ve arkadaşları sonraki yıllarda bu yaklaşımının rağmına hareket ederek yıkıcı bir muhalefet anlayışı gütmüştü.

Menderes'in yaptığı kalkınma hamlelerine ve eserlerine ilişkin dönemin muhalefetinin kullandığı olumsuz propaganda yöntemleri, o dönem hazırlanan bir raporda şu şekilde ifade ediliyor:

1. Bir yerde temel atıldı mı bunun kandırmak veya seçim için yapıldığı, temellerine su dolacağı, sivrisinek yuvası olacağı gibi değersizleştirici bahaneler,

2. Temel atıldı mı eserin yeri hakkında şayialar,

3. Eser inşa halinde iken hesapların yanlış çıktığı, işin bırakıldığı/bırakılacağı şayiaları,

4. Kurulan fabrikaların sağlam yapılmadığı (Seyhan barajı vb.) hatalı kurulduğu,

5. Açılış merasiminden sonra eserin faydası bir tarafa bırakılıp su tesislerinin ikmal edilmediğine dair kampanya başlatmak, Mısır piramitlerine benzetmek, göl diye alay etmek.

6. Bacalarından duman tüten şeker fabrikaları için, 'Ot saman yakıyorlar' yaygaraları çıkarmak,

7. İkmalden sonra hesaplı olmadığı, kar getirmeyeceği iddiaları (Erzurum Şeker Fabrikaları hakkında söylenenler gibi yalanlar eserin bulunduğu mahal dışında yayılır),

8. Yalan tahakkuk etmeyince 'Biz de yapacaktık. Planlar zamanımızda yapıldı" gibi söylentiler.

Menderes'in eserleri hakkında en çok üretilen yalanlar plansızlık, israf ve yolsuzluk iddialarıydı. O dönemde Menderes ve iktidarını yıkmak için kullanılan yöntemlerin bugün de kullanıldığını söylemek herhalde eksiklik olmayacaktır.

Menderes'e yönelik affetmez bir kin

Menderes ve iktidarını yıkmaya kararlı olan muhalefet Meclis'te kavga ve kargaşa çıkarıyor, halk arasında korku ve endişe yayıyordu. Bu durumu DP dönemi milletvekillerinden Samet Ağaoğlu, 'Arkadaşım Menderes' adlı kitabında şöyle anlatıyor: "Ortada yalnız Demokrat Parti'yi değil, Türk devletini çökertmek ister gibi gözüken işaretler var. Gizli dudaklar halkın her mahallede yaratılmış milyonerler eliyle soyulduğunu, bakanların bu milyonerlerle ortak olduğunu, memleketin savunmasının tehlikeye sokulduğu, Türk ordusunun kapitalist Amerika'nın emrine verildiğini fısıldıyor. Gizli kalemler bu korkunç yalanlarla dolu beyannameler yazıyor, gizli matbaalar bunları yüzbinlerle basarak yayıyor." Bugün durum farklı mı? Devletin çökertilmesini isteyen terör örgütleri her gün açıklama yaparak hükümetin yıkılması için çalıştıklarını söylüyor. Muhalefet partilerinden bunlara karşı tepki gelmemesi ise ilginç. Dün Türk ordusunun Amerika'nın emrine verildiği yalanını söyleyenler, bugün Türk ordusunun Katar'a satıldığını söylüyor. Dün gizli kalemlerin yalanları varken bugün sosyal medya mecralarından troller eliyle üretilen yalanları devreye sokuluyor.

Merhum Menderes bu kinin nedenini şöyle açıklıyordu: "Bizim bütün günahımız iktidara gelmemizdir. Affetmez bir kin, bizi bu günahımız için ölünceye kadar takip edecektir." DP'li Dr. Mükerrem Sarol ise Yassıada savunmalarında CHP zihniyetinin muhaliflerine karşı neden acımasız olduğunu şöyle tespit ediyordu: "CHP'nin uzun yıllar, memleketi tek başına ve çok sert metotlarla idare etmesi, onu birtakım kötü ve kusurlu alışkanlıklara sürüklemiştir. Memleketin bütün güçlerini daima kendi elinde tutmak ister. Rakipleriyle mücadeleyi sportif ölçülerle yapmaz. Mağlubiyeti hazmetmeye hiç tahammülü yoktur. Geniş halk kitlelerine ve onların menfaatlerine dönük olmayan bir siyasi felsefesi vardır. Kendi içine kapalı kalmıştır. Kendisinin dışında iktidar tanımaz. Onu yıpratmak için her çareye başvurmaktan çekinmez." Gerçekten de iktidarda olmadıkları dönemde yıkıcı muhalefetin en acımasız metotlarını uygulamaktan geri durmuyorlar.

Yargılayacağız, asacağız tehditleri

Sarol ayrıca iktidarları döneminde CHP'lilerin kendilerine yönelik olarak yaptığı haysiyet cellatlığını şöyle anlatıyor: "Hızlarını ve hınçlarını Meclis kürsüsünde alamayan muhalefet hatipleri, yurdu bir uçtan bir uca dolaşarak, yalan ve tezvirler saçarak memleketi kapkara hale soktular. Bir kısım dergiler, gazeteler, broşürler aile şeref ve haysiyetlerinin celladı haline gelmişti. Devlet ve hükümet başkanlarından, mebusuna kadar iktidar mensupları her fırsat ve her vesile ile çirkin hakaretlere maruz bırakıldılar." Dün Özal'a, Erbakan hocaya bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a atılan bazı iftiralar geçmişten miras alınan kötü alışkanlığın bugünlere yansımasıdır.

Menderes 1957 seçimlerinde üçüncü kez iktidarı kazandı. 1957 seçimlerinden hemen sonra CHP Kars Milletvekili Sırrı Atalay, CHP Üsküdar İlçe Kongresinde şöyle bir konuşma yapmıştı: "Müstakil bir mahkeme kuracağız ve Menderes, bu mahkeme huzurunda, bütün iktidarının hesabını verecektir. Neticeyi, bu mahkeme tayin edecektir." CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek 1958 senesinde Balıkesir Kongresi'nde yaptığı konuşmada şunları söylemişti: "Bugün gitti, gidecekler. Çok az bir zaman kalmıştır. Bazıları Amerika'da, İsviçre'de villalar alırız, o gün gelince dört motorlu uçağa biner kaçarız, derler. Onları götürecek Türk pilotu yoktur. Şayet kaçmak isterlerse arkalarından jet uçakları gider, alır getirir." CHP milletvekili Nihayet Suphi Baykam 1960'ta DP'lileri şu şekilde tehdit ediyordu: 'İktidarı aldığımız takdirde sokakta leşi sürünmeyen siyaset adamı kalmayacaktır!' Sırrı Atalay ise 1959 yılında bir başka konuşmasında ise "Bu batakçı zihniyetten kurtulmak için icap ederse vatanın her yeri Gaziantep olacaktır." Menderes ve arkadaşları, Gaziantep'te mücadele verdiğimiz işgalci Fransızlara benzetilmektedir.

Nefret dili oluşturan etkenler

Geçmişte olduğu gibi bugünde sistematik bir nefret ilmek ilmek inşa edildi. Ucube rejim, saray rejimi, diktatör, dikta rejimi, hırsızlar, yolsuzlar, liyakatsizler, diploması yok gibi kavramlar bu nefretin oluşması için kullanıldı/kullanılıyor. Bir kadının diline yansıyan nefret sözlerine benzer ifadelere köşe yazılarında, televizyon programlarında, sosyal medyada ve tartışmalarda tanık oluyoruz. İktidar partisine oy veren kesimleri suçlayan bir dil kullanıldığında bunun nasıl vahim bir nefrete dönüştüğünü görüyoruz.

CHP ve yandaşları Erdoğan'a sürekli olarak idam edilen Başbakan Menderes'in akıbetini hatırlatıyor. Bu tutumları geçmişten miras aldıkları yıkıcı muhalefet anlayışını bugün de devam ettirdiklerinin göstergesi. Sürekli darağacı göstermek, asmakla tehdit etmek nefret dilinin yansımasıdır. Çok örneği var ancak birkaçını söyleyelim. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, "Erdoğan'ı canlı yayında Vatana ihanetten yargılayacağız" demişti. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, 2021 yılında katıldığı bir televizyon programında Cumhurbaşkan'ı Erdoğan'ı hedef alarak darbeciler tarafından idam edilen Başbakan Adnan Menderes'i örnek vererek, "Sonu benzemesin" ifadelerini kullanmıştı. Yazar Ragıp Zarakolu ise Menderes ile Erdoğan'ı karşılaştırdığı yazısına "Makus kaderden kaçış yok" başlığı atmıştı.

Birçok meslekte insanların CHP'li ya da solcu olması bir nitelik sayılırken mukaddesatçı/milliyetçi olanlar liyakatsiz, ehliyetsiz ve yandaş oluyor. Burada kullanılan suçlayıcı dil nefretin oluşmasına neden oluyor. CHP'li olmayanların veya AK Partili olanların yandaş olduğu, liyakatsiz olduğu, militan olduğu gibi ifadeleri partinin en yetkililerince kullanılırsa bu sahaya nefret olarak yansıyacaktır. Bazı örnekler verelim.

"Sabahı selamı kesin"

7 Haziran 2021 tarihinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir video yayınlayarak şu vahim ifadeleri kullanmıştı: "Ülkemizin geleceğini siz tayin edeceksiniz, bu haramzadeler değil. Bu haramzadelerin sofrasına oturmayı reddedin. Selamı sabahı kesin." AK Parti'ye oy verenlere "haramzade" demek toplumda nefreti körüklemektir. Hele "Bunlarla selamı sabahı kesin" demenin sokağa nasıl yansıyacağı açıktır. Kılıçdaroğlu, farklı meslek gruplarıyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: Öğretmenlere, "Hala iktidarın peşinde giden öğretmen varsa, kimse kusura bakmasın, ben ona öğretmen demem", Emeklilere "Kusura bakmayın, emekli gidip AKP'ye oy veriyor, bunu kabul etmiyorum, şiddetle reddediyorum. Hiçbir emeklinin AKP'ye oy vermesini istemiyorum" demişti. Esnaflara "Benim kızgınlığım Saray'a değil. Benim kızgınlığım seni açlığa mahkum eden siyasi partiye oy verenlere. İnsan biraz aklını kullanır. Oyu sen verdin, sen iktidara getirdin", Sanatçılara, "Bir ülkenin sanatçıları diktatörün karşısında asla ve asla boyun eğmezler. Yalakadan sanatçı olmaz" demişti. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ise "Artık rektöründen başçavuşuna uzman çavuşuna kadar herkes AK Parti militanı' demişti. Kılıçdaroğlu, bu açıklamaya destek veren konuşmasında, "Vay sen misin militan diyen... İçişleri Bakanlığı bütün valiliklere yazı gönderiyor. Hepiniz dava açın, diye. Dava açmazsanız namertsiniz. Hepiniz militansınız. Ahlaksızlığın militanısınız" demişti.

Yassıada'da yargılanan DP Milletvekillerinden Samet Ağaoğlu: "Bu tarihin sahifelerinde bir iktidarı devirmek, manen öldürmek, şeref ve haysiyetten mahrum kılmak için çeşitli gizli, açık kuvvetlerin nasıl el ele verdiklerinin, her vasıtayı nasıl ve ne kadar insafsızca kabullendiklerinin hikayeleri de yazılıdır" diyor. Evet tarih her olayı kaydetmeye devam ediyor. İyileri de kötüleri de. Zalimleri de mazlumları da. Nefret üretenleri de nefrete maruz kalanları da. Nefreti sıradanlaştıranları da sevgiyi yaymaya çalışanları da. Milletimiz nasıl ki dün nefreti yayanlara, sıradanlaştıranlara sandıkta cevap verdiyse bugün de aynısını yapacaktır. Nefret değil samimiyet kazanacaktır. Yalan değil hakikat kazanacaktır.

@TarkanZengin