Kurban, insanın zincirlerini kırarak ayak bağlarından kurtulması mesaisinde fevkalâde hayatî bir ibadettir. Sadakatle ve saadetle Ulu Kapı'ya yönelmeyi temin eder. Kapının eşiğine dünyevî hiçbir şeyle gelinemez. Ne mal ne şöhret ne de benlik… dünyalık namına her ne varsa her şey orada kurban edilmek durumundadır. Pür-ibadet olarak kurban: “Nefsini kurban et ki aşk'a eresin ey can!” diye fısıldar daima.
Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
Kurban, varlık ve oluş meydanında bir kurbiyet tecellisidir. İnsanın Hakk'a yüzünü dönerek kendisine kemliği fısıldayan nefsi ile arasını açması, Hakk'a yakınlaşması kendisi olma yolunda hakikatli bir adım atmasıdır. Bütün esrarı ile bir ibadet olarak, görünürde pay/laşmayı ve infakı tebarüz ettirse de mânâda, varlığın derinliklerindeki cevheri harekete geçiren İlâhî çağrının kul ve kül olma makamındaki cevabıdır. Modern çağın aklı, kurbanı genellikle ya kutsal bir güne ait gelenekli bir törenin (şimdilerde ritüel diyorlar) yapılması ya da ekonomik bir paylaşım biçimi olarak tarif etmeyi tercih etmektedir. Ancak hikmet nazarından bakan ehl-i dil bir inanç eri için vaziyet, bu ibadette görünenin ardındaki saklı olanı ve duyularla algılananın gerisindeki aşkın tecrübeyi görüp idrak etmeyi de gerektirir.
Bir ilim olarak fenomenoloji, şeyleri, göründükleri hâliyle değil, görünenin taşıdığı anlamı ile ele almayı tembih eder. Bu bakımdan, kurbanı da yalnızca kurban edilen hayvan, kesen bıçak, dağıtılan et düzleminde görmemelidir. Gerçek şu ki kurban; insanın varlıkla, varlığını Hakk'a adayıp nefsini Yoluna kurban etmesi ile anlamlandırıp, marifet yolunda malı ve canı ile bulunma ikrarında ve taliminde olduğu idrakini temsil etmektedir.
Kurban, varlığın hududunda erilen bir tecrübedir ve insanın haddini fark etmesidir. Varlık âleminde her şeyin bir sınırı vardır. Tabiî ki var edilmişlerin en değerlisi olan insan da böyledir. Çünkü insan, akleden kalp sahibidir ve bahşedilen irade nimeti ile sınırlarının dahilinde vehimlerine karşı direniş ve diriliş bilinci ile hareket ederek vehimlerini kırma ve ol/ma yolunda seferberdir. Bu itibarla, kurban, her zaman etinden, sütünden ve sair unsurlarından istifade ettiği bir varlığı ibadet kastı ile keserken, esasında Nefs-i Emmare'sini boğazlar ve benlik putunu yere serer. Bu noktada önemli olan, fiilin kendisinden çok, fiilin bilinçte meydana getirdiği güçlü yankıdır. Öyle ki kurban, kişinin kendisini aşkın olana yani Mevlâ'ya adama niyetinin somutlaşmış biçimidir. İbrahim'in İsmail'i kurban etmeye yönelmesi, bir baba eyleminden çok, teslimiyet tahtında bir hakikat yürüyüşüdür.
Merhamet penceresi
Hak uğruna, en kıymetli olanı feda etmenin/edebilmenin mânâ tecellisi olan kurbanın, mü'min insanın bilinç katmanlarındaki yankısı güçlüdür. Bu açıdan kurban ibadeti, birkaç farklı bilinç düzeyinde tecrübe edilir: Niyet, hayvan, bıçak, kan, et ve infak. Kurban, şekli bir uygulanma biçimine sahiptir. Fakat bu şekilde şiddet yoktur ve merhamet galiptir. Her ne hikmetse insanlık, başından beri hayvanları kesip eti ile beslenir. Bu şiddet olmuyor da Kurban ibadetine sıra gelince şiddet kavramı gündem oluveriyor modern zamanın ana yemeği et olan doyumsuzları nazarında.
Vakıa, hikmet gözüyle bakan için bu görüntüler semboldür; mânânın kabuğudur. Kurban, başkasına verme eylemidir. Etin dağıtılması, nefsin vermeye/verebilmeye alıştırılmasıdır. Bu benlikten ötekine açılan bir merhamet penceresidir. En derin düzeyde kurban, bir feda tecrübesidir. Kişi kendinden vazgeçer, "ego'yu/ene"yi bıçak altına yatırır. Bu, tasavvufî anlamda "fenâ"ya giden bir yoldur. Bu düzeyde, kurban kesilmez; insan kendi içinde erir.
Hak için en sevileni terk edebilmenin ameliyesi olan kurban, belirli bir zamanda (bayramda) gerçekleştirilir. Bu zaman, artık sadece herhangi bir saat değil, "rahmet anı"dır. İbadetin mekânı bir takdim sahnesidir. İnsanın bir ibadeti belli zaman ve mekânda yapması, o anı ve yeri aşkın olanla buluşturur. Böylece dünya, Hakk'a yakınlaşmanın sahnesine dönüşür. Kurban da bu anlamda bir "kutsal zaman-mekân" tecrübesidir.
Kurban, cana kıymaz; cana dokunur. Varlığın en derin yerinde bir titreşim başlatır. O titreşim, kalpten geçer, ruhta yankılanır ve insanı hakikate çağırır. Her kurban, bir kapıdır. Açan, içeri alınır. Yüz çeviren, dışarıda kalır.
Kurban: Benlikten sıyrılıp hakikate bir yolculuk
İnsanın varlığı/nı anlamlandırma çabası, küçük âlemi ve büyük âlem olan kendini bilmesi ve olması, akletmesi/düşünmesi ile başlar. Bu derin çaba akleden kalbin aydınlattığı safahatta esasen hakikate doğuştur. Yol Onundur, varlık da Onundur. Benlik/ego sınırını aşmayana yol kapalıdır. Çünkü benlik/ego, hakikate ve marifete perdedir. Bu perdenin açılması mağfirete yüz dönmeyi getirir. Kurban'ın zahirindeki mânâya âgâh olma bahtı dahi işbu makamda insanın kemâl yoluna ışıklar salan bir mehabettir.
Kurban, insanın zincirlerini kırarak ayak bağlarından kurtulması mesaisinde fevkalâde hayatî bir ibadettir. Sadakatle ve saadetle Ulu Kapı'ya yönelmeyi temin eder. Kapının eşiğine dünyevî hiçbir şeyle gelinemez. Ne mal ne şöhret ne de benlik... dünyalık namına her ne varsa her şey orada kurban edilmek durumundadır. Pür-ibadet olarak kurban: "Nefsini kurban et ki aşk'a eresin ey can!" diye fısıldar daima.
Varlığını Hakk'ta eritmeye razı olmak demek olan kurban, en derin anlamıyla nefsin feda edilmesidir. Âlâlardan âlâ tarîk-ı Muhammediyye'de malum olan bereket şudur: İsmail gibi canını feda edene Allah muhakkak bir koç/bedel gönderir. Bu yolda olan, İsmail gibi, Hüseyin gibi, Hallâc gibi ve toprağa can eken Mehmed/çik gibi benliğini kurban edenin aslında yok oluş değil varlığı hazmedişinin ilanıdır. Şu var ki bu ilan, çoğu zaman kanla mühürlenir.
Bir tecrübe olarak kurban, eksikliğiyle yüzleşen insanın hiçliğini fark edip kaygılarından kurtulmasıdır. Kurban, bunu fark ederek elindekini feda edebilen insana neler fısıldar neler. İnsan mülkün değil kendine emanet edilenin sahibidir/bekçisidir. Her emanet günü gelince geri alınır. Bu bakımdan kurban, acziyeti kabuldür. Böylelikle hayvanla beraber kibir, hırs ve ihtirasın da kesilmesidir.
Kurban ibadeti zamanla kayıtlıdır. Yılın belirli günlerinde ifa edilir. Bu durum ise bir bayram neşvesi içinde zamana kutsiyet getirir. Kurban, bu yönüyle zamana ruh üfler ve İlahî ikramların tecelli ettiği bir tecrübeye dönüşür. İnsan, her ibadetin aynasında kendi hakikatini seyreder. İşte kurban, bu seyri derinleştirir. Medeniyetimizin mübarek menzillerinden olan Kurban Bayramı da yalnızca bir ibadet takviminin vakti değil, insanın hem kendisiyle ve Rabbiyle kurduğu ontolojik bir ahittir.
Kurban Bayramı, kan dökmenin değil nefsin dizginlenmesinin adı olan İbrahimî teslimiyetin has mirasıdır. Modern zamanlar, insanın içindeki "kurban etme" duygusunu ya bastırmış ya da seküler bir kasvetle boğmuştur. Halbuki Kurban Bayramı, bu kadim insanî duyguyu yeniden tevhid eksenine oturtmuştur. Kurban keserken, aslında toplum gönül bağlarını tazeler. Konuya-komşuya, yoksula, yetime et göndermekle ve misafire ikram etmekle, mide ile beraber insan kalbi de doyurulmaktadır.
Kurban Bayramı, bireyselliği yani benliği değil ait olunan toplumda biz olmayı amirdir. Çekişmeyi, görmezden gelmeyi, hiçe saymayı ve şedit rekabeti değil, merhametle paylaşmayı hatırlatır. Modern insanın yalnızlığını, doymak bilmeyen arzusunu, tükenen ilişkilerini sorgulatır.
İşte bu yüzden Kurban Bayramı, dinî bir vecibenin ötesinde, insanın nefsini bilme, arınma ve kendini bulma imtihanıdır. Kurban Bayram, ancak bu arınmadan sonra gerçek bir sevinç hasıl olur.
İnanç, Kurban ve Gazze: İnsanlığın en ağır sınavı
Dâvâ yükünü omuzlayan insan, sadece bir fert değil aynı zamanda varoluş değerinin derdini çeken ve dert bölüşen pür-mehabet bir anlamdır. Öyle bir anlam ki; gâh Câlut'un karşısına sapanı ile çıkan bir civanmert, gâh bir canım var deyip canını fedaya hazır bir İsmail, gâh her çağda çarmıhı göze almış bir İsâ nefesli inanç abidesi, gâh zulmün karşısına tek başına çıkan Arslan oğlu Arslan Hüseyin olarak tecellî eden bir has duruştur.
İmanın ışığı ile gözü aydın olan insan, vakti geldiğinde gözü yaşlı ve sînesi dert yükü bir kurban olarak fedâî olmayı göze aldığında halkının suskun feryadı olur ve o anda tarih sahnesini tutar. Zaman ve mekân onda dürülür adeta. Bakışı Mağrib'ten Maşrık'a kadar arzda tek başına yankılanan çığlık olur. Duruşu, sadece bir coğrafyanın değil, insanlığın yüreğinde kaynayan sessiz bir alev topunun sessiz kıyamıdır. Bu duruş, pas tutmuş yüreklerin varlıklarına inat; inancın, sabrın ve fedakârlığın harften sıyrılmış hâl dili ile yapılmış bir tefsiridir. Sıradanlığın bataklığında eşelenen ve yedi sokak süprüntüsünden bin beter nasipsizlerin kahrına râm olmama dirayetidir. İmanın bedene bürünmüş hâlidir o. Yani içi sızlayarak "Metâ Nasrullah!?" deyince, ötelerden gelen Ammar'ın ve Sümeyye'nin sabır telkin eden mütebessim muştusu ile sermest olmaya başlamaktır.
Tam da Gazze'nin ve Gazzeli'nin tarifi bu işte. İnanç, bedel ister ve bu bedel de çoğu zaman "kurban"la ödenir. Kurban, Gazze'de hakikat uğruna kendinden vazgeçiştir.
Gazze'nin çaresizleri, mazlum insanları, sadece canlarını değil evlerini, çocuklarını, sevdiklerini, hatıralarını ve hatta geleceğe dair umutlarını dahi kurban etmektedir. Bu ise modern dünyanın anlamakta zorlandığı çok üst seviyede bir irfan ve fedakârlık boyutudur.
Gazze, yeni zamanın Kerbelâ'sıdır. Çünkü sıkıştırılmış o küçücük toprak parçası, bir coğrafya değil, bir vicdan sahrasıdır. Orada yaşanan zulüm, dünyanın her tarafında insanlığın tepkisini çekmektedir. Mesele, taraflar arasında başgösteren siyasi bir anlaşamamazlık ve çekişme değildir. İnsanın yeryüzü macerasında varoluşunun sınanmasıdır. Vakıa, Gazzeliler Hüseynî'dir. Zalimler yine susuz bırakıyor, çocukları hedef alıyor, duaları bombalıyor. Gazze'de çocuklar ağladığında, vicdan sınavını kaybedenler, körleşti ne oldu ise. Gözleri vardı, görmedi. Kulakları vardı, işitmedi. Kalpleri vardı, hissetmedi. Lâkin Gazze sustuğunda, hakikat bağırmaya başlıyor ve arzın her tarafında yankılanıyor.
Hepsi ayrı ayrı birer İsmail olmuş Gazze kıyamının neferlerine ne kurban anlatılır ne de bayram. Fakat her şeye rağmen şu gerçek de var: Zemheri'nin en şiddetli olduğu an, baharın en yakın olduğu zamandır. Ne Câlut'un karşısında elinde sapanı ile dimdik duran civanmert Dâvud, ne Nemrut'ın nârına atılan İbrahim, ne de Firavun'un karşısında zerre geri adım atmayan Mûsa unutulabilir. Mûsa'ya zulmedenler, en kudretli zamanlarında Kızıldeniz'in sularında boğuldular. Bundan dolayı, Bayramımız bayramdır... Çünkü her bayram muştu ile gelir.
Bayramda vuslat, sevinç, buluşma galiptir. Lâkin coğrafya zor olunca kader de ağır tecellî ediyor. Neyleyelim ki Gazze'de Kurban kanın secdesi, Bayram ise sabrın öznesidir. Kurban Bayramı, İbrahimî teslimiyetin bir nişanesidir. Gazze'de ise yıkıntıların, yoklukların ve yasların ortasında umutların, çocuklukların, hayallerin ve duaların kurban edilmesidir. Fakat bütün bu dayanılmaz acıya rağmen Gazze'de bayram, bir unutuş değil; bir hatırlayıştır. Varlığın niçin verildiğini, ömrün neye adandığını, hangi inancın uğruna neyin feda edildiğini hatırlamaktır. Neye mal olursa olsun mevzîyi terk etmeyenlere bin/ler selâm!..
Gazze'de kurban ve bayram, bir özge sükûta uyanmaktır. Kuru ekmekle sevinmeyi öğrenmiş çocukların masum bakışları karşısında, dua ederken gözyaşlarını gizleyen kadınların sabır elbiselerini giyip metaneti kuşanmasıdır.
İşte bu yüzden Gazze'de Bayram Namazı, şahitlerin sürekli eksildiği saflarda, azâları eksik kalmış çocukların umut yeşerttiği yenilenen bir diriliş ikrarıdır. Kurbanlar kesilemese de, kurban ruhu canlıdır. Sabırlı bekleyişle etin ulaşamadığı sofralarda dua ve gözyaşıyla yoğrulmuş merhamet vardır. Bu sebeple, her bir tarafta yaşayan ve hep insan kalanların Gazze'dekilerin acılarını hiç olmazsa temiz vicdanlarında hissedebilmeleri önemlidir şüphesiz.
Sonuç:
İnançsız bir hayat, susuzluk çekerek kavrulup savrulmaktan bin beterdir. Taşıdığı mânâya denk düşecek şeklide Kurban ibadeti dahi hayata Kur'ân'lı bir kıvam vermektir.
Gazze ise tıpkı unutulan Doğu Türkistan, Suriye, Keşmir ve Miyanmar gibi yeryüzünün hâlis mü'minler topluluğuna; inancın, belâya göğüs gererek sabır göstermenin, ibadetin sırrına vâkıf olmanın ve irfanla her dem yeniden doğmanın talimhanesidir. Gazze insanlığa, neyin ve hangi tarafın kurbanı olunduğunun göstergesidir. Her kurban derin bir anlam taşır. Gazze, bu çağın en anlamlı ve kınalı kurbanıdır.
Gazze, çağın en büyük insanlık trajedisine sahne olurken, uluslararası hukuk metinleri raflarda tozlanmaktadır. İnsanlık onurunun yerle bir edildiği, çocukların mezar taşlarına dönüştüğü topraklarda, uluslararası toplumun sessizliği, sadece hukukun değil, ahlâkın da iflâsına işaret etmektedir. Gazze'de ölen kabiliyetini kaybetmiş insanlık anlayışıdır aslında.
Gazze, bir insanlık sınavıdır ve sağırlığı tercih edenlere acılı bir adalet çağrısıdır. Gerçek şu ki, bu çağrının en yüksek sesli duyarlılıkla hissedildiği ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Türkiye, Gazze konusunda sadece bir devlet refleksiyle değil, medeniyet hafızasının, tarihî sorumluluğunun ve insanlık icabı olan vicdanî duruşunun gereği olarak sahnedir. İslâm dünyasının sıkıştırılmışlığını, parçalanmışlığını ve enerjisinin berhava edilmişliğini giderecek diplomatik ittifaklarla nefes alınmaya ve can suyu olunmaya çalışılmaktadır.
Türkiye, dünyanın vicdanıdır. Sessiz ve kimsesiz kitlelerin örselenmiş vicdanlarının temsilcisidir. Önümüzde zor bir eşik bulunmaktadır. İnşallah yoğun diplomasi ile aşılacaktır.
İnsan, insana değer katan erdemler karşısında halden hale girerek hassalarını yitirirse medeniyet boşluğu kaçınılmazdır. Hakikatin kıvamında yeni bir insanlık tahayyülüne ihtiyaç vardır. İman hâlesinin kuşatıp aydınlattığı Kurban Bayramı'nda nazlı niyazların, dua oklarının varıp menzilini bulacağı umulur. Hukukun üstünlüğünün ahlâkın/erdemin ve merhametin katılımı ile gerçek üstünlüklere evrilmesi temin edilmelidir. Küresel adalet, devletler düzeyinden de öte fertlerin vicdan ortaklığı olarak yeniden kurgulanmalı ve gereği yapılmalıdır.
İsmail'ce bir saltanat olan Bayramın; acıların bittiği, sulhün ve huzurun hakim olduğu, yaraların sarıldığı, gönüllerin kasvetten arındığı ve daima insan kalmanın şuuruna erildiği bir dünyaya kapı açması niyazı ile... Hüseynî'lere bin/ler selâm!..