Neoliberalizme kim direnebilir?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / KTO Karatay Üniversitesi
23.10.2021

Esasında konu basit ama içerik karmaşık. Tıpkı kapitalizm gibi. Kapitalizmin de dayandığı temel fikir çok basit: para kazanmak. Zor ve maliyetli bir yolu var kapitalizmin. Her şeyden önce birçok konuda taviz vermek gerekiyor. Günümüz dünyasında cari olan sistemin izlerini taşıyan dizide de zaten başrol oyuncusu önce paraya olan şiddetli ihtiyacından dolayı yediği dayağa misli ile mukabele edemeyip yutkunmakla işe başlıyor.


Neoliberalizme kim direnebilir?

Bugün dünyanın gidişatını belirleyen kapitalizmin nasıl doğduğu konusunda çok derin bir felsefi tartışma var ancak işin en basit tarafı yeni üretim araçları sayesinde gerçekleşen ihtiyaç fazlası üretim ve bu üretim sonucunda ortaya çıkan yeni malların sahip oldukları reel değerlerden çok daha fazla karla satılıp sermaye birikimine bağlı olarak gerçekleştiğidir. Esas doğum yeri Avrupa'dır. Her ne kadar bazı sosyal bilimciler çok eski zamanlardan beri insanlığın ruhunda kar elde etmek ve özel mülk sahibi olmak gibi bazı (sözümona) ilkel duygulara dayalı bir sömürü düzeninin var olduğunu söyleseler de işin sistematik hale geldiği tarih onaltıncı yüzyıldır.

Biz destekledik

Bugün sanıyorum ki hiçbirimiz bu mevcut olan kapitalist düzeni içtenlikle benimsemiyoruz ama pratiklerini ise çok büyük bir hevesle yerine getiriyoruz. Bir ideolojinin temel değerlerini ve ilkelerini benimsemeden bütün pratiklerini keyifle yerine getirmek en basit ifadesi ile ilkesizliktir, ahlaksızlıktır. Kapitalizmi benimsemeden onun gereklerini yerine getirmek zorunda olanları dışarda tutarak söylemek gerekir ki bu sistem bizim desteklerimizle ayaktadır. Eğer biz, yani büyük insanlık ailesi bu pratiklere direnebilseydik işler bu hale gelmeyecekti. Ona direnme odağı veya mevziisi olma gayesi ile üretilmiş olan antitezin de onun ruh ikizi olduğunu sanıyorum artık farketmişiz.

Bu gidişatın ideolojik bir karşıtlıkla durdurulması mümkün değildir. Aksine ona karşı farklı pratikler sergilemek gerekir. Kapitalizm pratiklerle yaygınlaşan bir sistem, o halde onun muhatabı da farklı ontolojik önermelere dayanan başka pratikler olmalıdır.

En vahşisinden kapitalist

Oysa kapitalizme alternatif olarak önümüze konan diğer ideoloji olan sosyalizmin esasında bir paranın diğer yüzü olmanın ötesinde bir anlamının olmadığı, yani özsel olarak aynı olduğunu teorik olarak kanıtlamak belki biraz zaman aldı ve muhatapları ikna etmek de mümkün olmadı ama dünyadaki örnekler bize bu konuda büyük bir katkı sağladı. Bugün dünyada adı (anti kapitalist sistem) sosyalist-komünist olan siyasi yapıların tamamı eksiksiz birer kapitalisttirler. Hem de en vahşisinden.

İster alt yapı üst yapıyı belirler deyin ister üst yapı alt yapıyı etkiler fark etmez nihayetinde söylediğiniz şey, üretim araçları ve biçimlerinin her şeyi belirlediğidir. Bir başka ifade ile bu dünyanın bir çıkar çatışması ve kazanç deposu olduğunu düşünmekten başka bir şey kalmayacak elinizde.

Oysa bu dünya sadece maddi bir dünya değildir. Ebedi olan kusursuz mekana giden yolun bir durağıdır. Büyük işler yapabileceğimiz bir varlık alemidir. Bunu da ideolojik olarak savunarak kanıtlayamayız, pratiklerle göstermek mecburiyetindeyiz zira Kuranı Kerim de "yapmadığınız şeyleri söylemeniz ve iddia etmeniz bir günah konusu olması bakımından Allah katında büyüdükçe büyüdü" diye buyurulur. Yani var olan sistemlere direnirken ideoloji/söz ile değil, davranışlarla bunu yapın. Ki günümüzde de artık konu pratiğe karşı pratik, ideolojiye karşı ideoloji şeklinde formüle edilmeye başlandı.

Komünist Partinin davetlisi olarak bir heyet ile birlikte Çin'e ilk gittiğimde hayatımın en kıymetli bilgisini edindim dersem abartmış olmam. Bu iki beşeri ideolojinin bir ve aynı olduklarını bizzat orada pratik olarak gördüm. Adı da içeriği de komünist olan sistemin aslında lirik bir kapitalizm olduğunu bizzat gördükten sonra Komünist Parti Akademisinde meslektaşım olan bir profesörün bu kusursuz kapitalist sistemi ve işleyişini doğrudan Marx'ın kutsal kitabı olan Kapital'den ürettiklerini söylediğinde şaşırmadım ve o esnada aklıma ünlü düşünür Marshall Berman'ın Marksizmle Maceram adlı kitabında dünyanın en etkileyici kitabı olduğunu düşündüğü Komünist Manifesto'nun da aslında coşkulu bir kapitalizm övgüsü olduğunu söylediğini hatırladım.

Varlığı konumlandırma

Ez cümle bugün Çin Halk Cumhuriyeti komünizm ile idare edilen bir kapitalizm cennetidir. Nihayetinde ikisi arasında bir fark yok zira her iki sistemin üzerine oturduğu felsefi önermeler aynıdır. Her ikisinin de varlığı (ontolojiyi) konumlandırma hedefi şu anda tüm dünyayı kasıp kavuran Squid Game dizisinde bahse konu edilen ana temanın akrabası bir düşüncedir.

Dizi yayınladığı günden bu yana tüm dünyada en çok izlenen yapımlardan birisi oldu. Çarpıcı ve sürükleyici bir hikaye. Esasında konu basit ama içerik karmaşık. Tıpkı kapitalizm gibi. Kapitalizmin de dayandığı temel fikir çok basit: para kazanmak. Mantık basit ama yol çetrefilli. Zor ve maliyetli bir yolu var kapitalizmin. Her şeyden önce birçok konuda taviz vermek gerekiyor. Günümüz dünyasında cari olan sistemin izlerini taşıyan dizide de zaten başrol oyuncusu önce paraya olan şiddetli ihtiyacından dolayı yediği dayağa misli ile mukabele edemeyip yutkunmakla başlar.

Her bir karaktere yüklenen bir anlam ve değer dünyası olduğunu varsaydığımızda nihai hedefe kapitalizmin varmış olması, muhatap olduğumuz sistemin acımasızlığından çok insanın acizliğine ilişkin imaların daha çok ağır bastığını söyleyebilirim. Keza iki yan karakter olan kadınlara da yüklenen sosyalizm de mücadeleye ila nihaye devam edemiyor zaten.

Hatırlanırsa kapitalizmin kök salmasına ön ayak olan yeni toplumsal sınıf olan burjuvazinin doğuşu ihtiyaç fazlası üretim ile gerçeklemiştir. İnsanların ihtiyacı olmadığı halde ürettikleri yeni ürünleri "ihtiyaç haline getirerek" tüketim üzerinden de siyasi bağımlılık tesis eden bu sınıf, artık dünyanın yeni egemen gücü haline gelmiştir.

Bizi bu açmaza mahkum eden esas bağlam ise metafizik ile aramıza koymuş olduğumuz mesafedir. Daha doğrusu metafiziği toplum ve evren dışı bir alan olarak konumlandırmış olmamızdır.

Çünkü insanlığın önüne serilen en esaslı ulvi değerlerin dahi nihayetinde bir çıkar ilişkisine bağlandığı bir dünyadayız bugün. Ölenlerin sayısıyla orantılı miktarda para kazanmayı vaad eden bir "oyun" başka hangi gerekçe ile modern insanı bu kadar cezbedebilir acaba?

Tarihçi Johan Huizinga, günümüz insanını diğer filozofların homo sapiens homo erektus vs gibi tanımlama ve anlama çabalarının karşısına farklı bir temellendirme ile karşılık verir: Homo Ludens, yani oyun insanı veya oyun oynayan insan. Ona göre en temel kültür yapıcı edimlerden birisidir oyun. Çünkü insan oyuna özgürce razı olur ve oyunda tamamen emredici kurallara uyar fakat onu aynı zamanda da bilincinin iradi eylemi olarak kabul eder.

Nitelik değiştiren oyun

Huizinga, günümüz dünyasına egemen olan bilimsel bilgi paradigmasının hayatımızdan oyunu çıkardığını söyler. Evet hayatımızdan geleneksel oyunların kahir ekseriyetini çıkardık, sosyal eğlenceyi bitirdik yerine dijital maskaralıklar doldurduk. Eskilerin yerine yenilerini inşa ettik.

Belki dostumuz 1940'larda bu dünyadan göçtüğü esnada insan hayatındaki oyun kuramının nasıl bir nitelik değişimine uğradığını görmedi ama onun dediği gibi oldu sahiden, zihinsel ve biyolojik ihtiyaçtan fazlasını karşılayan aktivite şimdi bambaşka bir şekle büründü. Kör ebenin, dokuz taşın, aç kapıyı bezirganbaşının, satrancın, birdir birin, çelik çomakın, mangalanın, uzun eşeğin, yağ satarım bal satarımın yerini yeni oyunlar aldı.

Günümüz dünyasında oyunlar da nitelik değiştirdi. Kore'nin geleneksel değerlerinden mülhem üretilen bir oyun üzerinden bugün yaşadığımız değişimlerin aynı zamanda nasıl kanlı bir senaryoya dönüştüğünü gözümüzü kanatarak bize sunan yönetmenin asıl hedefi belli ki kapitalizm veya neo liberalizm eleştirisidir. Bu duyarlılığı saygıyla selamlayalım da onun alternatifi olarak önümüze konulan nedir? Kocaman bir hiç değil mi? Aynı hedefe giden farklı bir yoldan başka bize ne sunabilir ki modern Batı'nın paradigması ile zihni iğfal edilmiş zamane entelektüelleri ya da sanatçıları? İnsanın yürüyebileceği tüm yolları kendisine bağlayan "aydınlanmadan" başka ne var elimizde?

Bu dünyadaki varlığımıza eşlik eden metafizik/ulvi bir değerin olmamasının maliyetini telafi etme gayesine matuf bu çabaları takdir edelim ama bir netice çıkmayacağını da hep akılda tutalım.

Bütün medeniyetlerin ve dinlerin en önemli çabalarından birisi de insan denen varlığı tanımlamaktır. İnsan nedir sorusuna tatminkar bir cevap vermektir. Bizzat sahip olduğu kendi varlığının hangi özelliğinin tüm insanlığın ortak paydası olduğunu bilmiyor gibi düşünmesi esasında çok büyük bir eksikliktir. Ama insan sahip olduğu büyük nimetler (akıl) ve imkanlar (zeka) ile bunu aşabilen bir varlıktır aynı zamanda. Zira o kendi varlığından daha çok içerimlere sahiptir. İnsan, kendi varlığını oluşturan tüm unsurların toplamından daha fazlasından da fazladır.

İşte bu gerçeği fark eden bir gözle yapılan bir eleştiriyi arıyoruz ve bundan dolayı da distopyalar çok ilgi çekiyor. Ki sinema tarihinde daha önce de benzer ölüm oyunlarına ilişkin filmler vardı ve yine bir hayli ilgi görmüşlerdi. Ancak Squid Game sosyoloji ile farklı bir iletişim kurdu ve işin içine çocukları da dahil etti. Çocukların saf duygularının örselenmesi insanlığın sahip olduğu masumiyetin kirlenmesi demektir. Daha doğrusu insanlığın kirlenmiş olduğunun kanıtlanması, kralın çıplak olduğunun dillendirilmesi demektir...

[email protected]