Neşet Baba’nın intikamı!

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ/Yazar
29.09.2012

Sen garipliği ve intikamı bile milletin bir serveti, bir değeri haline getirdin. İntikamının anlaşıldığına ve makes bulduğuna şüphe yok; nadanlar ise her zaman nadandır; onların yüreğinin katılığını yumuşatacak bir ok, henüz hiçbir yaydan çıkmadı.


Neşet Baba’nın intikamı!

Neşet Usta, seni bir gün Şişli’de görmüş, bizden aldığın intikam hakkında konuşmak istemiş ama medeni cesareti yüksek biri olmama rağmen nedense önümden geçerken sesimi çıkartmamıştım.

Neşet Usta, hakkında çok ağır sözler sarf ettiğin Nida Tüfekçi seni anlayamamıştı. Beste türkülerin haddinden fazla revaç bulduğu bir dönemde Tüfekçi senin türkülerinin de çoğunu ya repertuara almamış ya da repertuardan çıkarmıştı. Oysa sen türkü bestelemiyordun; türkü havalandırıyor, türkü yakıyordun. Sen yanmıştın, yandıkça türkü yakıyor, bizi de yakıyordun. Zaten türkü yakanların çoğunun hayatı isyanın kapı eşiğinde dolanırdı. Çocukluğunda biri gözlerini, başka biri de depremde ana babasını kaybetmiş olurdu. Sen ve baban Muharrem Usta bir de tokluk hissini kaybetmiştiniz. Garipliğini bilmeyen yok; yaşadığın bozkırda biz ne kadar zengindik, bilmiyorum ama sen bizden daha da açtın. Asker ve vergi zamanı tahattur edilen bozkırda biz ne kadar zengindik bilmiyorum ama sen bizden daha da fakirdin. Demek ki dilenmek seni bileylemiş; oysa senin dilenciliğin başkaydı; dilenen yüreğindi, sazındı aslında. Sen elinden, dilinden çok, yüreğinle dilenen biriydin. Yüreğinin dilenmesi karşılıksız kaldığı için farklı biri oldun. Neşet Usta, ben eminim ki seni sen yapan sadece garipliğin değildi. Akrabalarının çoğu bugün bile garip ama senin ayarında bir usta çıkaramadılar. Sen bileylenmenin ötesinde dertliydin de. İstidat, kabiliyet gibi kavramlarla seni izaha çalışmak boşa kürek çekmek olur. İşte seni sen yapan derdindi: İntikam.

Neşet Usta, sen bizden intikam almaya karar verdiğin anda sen oldun. Hem kendi intikamını aldın hem de babanın...

Neşet Usta, intikam düşmandan alınır; sen bizim düşmanımız mıydın bilmiyorum ama biz senin düşmanın değildik. Ama kırıktın, kırgındın; bunu kan davası haline getirdin ve düşman olmadığın bir milletten intikam aldın. Senin bu intikamın ibret tarihinin eşsiz bir numunesi oldu. Dilenen yüreğin, intikam ateşi oldu ve kalpleri yaktı. Bu kadar mı olurdu usta be! Tahkir edilen, tezyif edilen, dışlanan biri bizi bu kadar mı ezerdi, utandırırdı. Sen bizi ezdin, sen bizi utandırdın usta.

Kusurdan münezzeh değiliz

Usta bakma biz yüce bir milletiz ama yine de kusurdan münezzeh değiliz. Rahmetli babam senin plaklarını pikaba koyar “biraz da Çingan oğlunu dinleyelim” derdi. Etnik olarak Türkmen- Avşar-Yörük bir nüfus homojenliğinin olduğu bir bölgede yaşadım; düğünlerimiz sissiz olmazdı ama en nazik hitap da “Abdal”dı; çoğumuz size Çingan derdi, Çingene derdi. Aşağılanmadığınız bir düğün hatırlamıyorum. Sesiniz taklit edilir ve “Abdal oğlu ‘eyeğime’ göre çal” denilirdi. Davul ve zurnanız sizden daha kıymetliydi. Çoğunuz çadırda, azınız da ahırdan farksız yerde barınırdı. Bir kültürün, folklorun nesilsen nesile taşıyıcısı olduğunuz hatırlanmazdı. 

Neşet Usta, inan ben de sana Çingene dedim, Çingan dedim. Abdallar ve bilhassa senin hakkında yazılmış bir kısmı akademik çalışmaları okudum. Bazı kaynaklar bir kısmınızı Abdal sayıp özbeöz Türkmen olduğunuzu söylerken bir kısmınıza da Abdal değil diyordu; yani Türkmen değildiniz; ama sana dair söz söyleyenlerin hepsi senin Türkmenliğinde biraz da mecburiyetten ittifak ediyordu. Usta, bunların hiçbirine inanmıyorum; ikna olamadım. Bence sen bir Türkmen değildin; ama halis-muhlis, katışıksız bir Türk’tün. Sen şivesiyle, giysisiyle, örf ve adetleriyle Türkleşmiş bir Çingene değil, hilafsız bir Türk’tün.

Garibliğin semeresi

Neşet Usta, ömrün Türkmen olduğunu ispatlamakla geçti. Sen “hâşâ Çingan/Cingan değilim” dedin. Seni buna mecbur ettik. Ben inanıyorum ki, sen üstüne basa basa Türkmen olduğunu söylerken, bunu ispata çalışırken intikam hissin de zirvelere varıyor, birçoğu ölümsüz eserlerin bu anlarda sökün ediyordu. Usta, bilmiyorum, sevinmeli miyim, üzülmeli mi? Seni garip bırakmasak, Çingan diyerek intikam ateşinin üzerine atmasak iyilik etmiş olur muyduk?

Neşet Usta, o demlerde yaşım müsait olsa, bugünkü bilgilere sahip olsam ve seninle tanışsaydık “üzülme be usta” derdim. “Biz ara sıra böyle ayıplarda bulunuruz; kaldı ki üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarını bize armağan eden Talat Paşa’ya da ‘Çingene’ dedik. İnan usta, ben her yerde aslen Çingene olmayan Talat Paşa’ya Çingene diyorum; bundan en ufak bir rahatsızlık duymuyorum. O bize Anadolu’yu, senin yaşadığın bozkırı armağan eden adamdı; sense kurtarılmış bir toprağı tahkim eden bir devsin”.

Neşet Usta, kusura bakma; biz aynı ayıbı Tanburi Cemil’e de ettik. Senin gibi bir Türk’e, bir değere Çingene dedik. Nezaketen “esmer vatandaş” dedik. Yahu usta, yazıyı şirazeden çıkaracaksın; Talat da İttihatçıydı, Tanburî Cemil de; acaba sende mi İttihatçıydın?

Acının büyüttüğü bir dev

Neşet Usta, bizim son iki asrımız bir millet olma asrıydı; din temelli bir millettik ama millet ismimiz gibi geleceğimiz de belli değildi. Nihayetinde biz toprak kaybede kaybede, küçüle küçüle Anadolu’da başka bir millet olduk usta. Elde avuçta kalan topraklarda yaşayan değişik etnik kökenden Müslümanlar olarak bu topraklara hicret eden değişik etnik kökenden Müslümanlarla kaynaşa kaynaşa bir millet olduk. İslam temelli bu millete “Türk Milleti” dedik.

Usta, derdinin büyüklüğünü bilmemek mümkün değil. Galiba sen ve senin gibiler hiçbir dönem bu milletin bir ferdi olarak görülmek istenmediniz. Çingene geldiniz, Çingene gidiyorsunuz. Sen bu acının büyüttüğü bir devsin. Belki de bunun için çokça bozlak çığırdın. Bozlak bir Türkmen çığlığıdır. Siz olmasaydınız bir yanımız fakir kalırdı. Karacaoğlan ve bizim serseri Dadaloğlu siz olmasaydınız sıradan bir ozanın ötesine geçemezlerdi. Siz, sizi aşağılayan Türkmenlerin canlı tarihiydiniz. Sen bozulurken bile biz, biz oluyorduk.

Neşet Usta, sen “millet öyle olunmaz böyle olunur; millete hizmet öyle olmaz böyle olur” diyerek çırpındın, her çırpınışın meğerse yüzümüze inen intikam kırbaçlarıymış. Bak usta kırbaç değmemiş bir hattımız kalmamış. Bu nasıl bir intikamdır böyle usta, hiç mi vicdanın yok, hiç mi insafın yok? Belki bir tek devlet sanatçılığını kabul etmeyerek kelimenin hakikî manasıyla intikam aldın.

 Neşet Usta, artık biliyoruz ki türkü, sadece bir kültür rüknü değildir; bizim şifahi tarihimizdir de. Ancak tınının bir folkloru böylesine tarihleştirdiği başka bir örneği başka bir yerde görebileceğimizi zannetmiyorum. Senin okuduğun türkülerin, bozlakların salt sözleri bana tarihten hiçbir şey anlatmıyor; ama babanın ve senin havalandırışların, yakışların nutkumu kesiyor. Tınılarınız tarihi canlandırıyor, bugünü tarih, tarihi de bugün yapıyor. Kahramanlığın tarihi, eşkıyalığın tarihi -ki eşkıya da bizdik-, fakirliğin tarihi, aşkın tarihi, çaresizliğin tarihi, hâsılı milletin tarihi biraz da sizinle öğrenildi. Malum, biz genelde devlet tarihini okur, millet tarihini yaşarız. Türkü denilince burun kıvıranlar, bozlak duyunca kulağını kapatanlar elbette bu tarihi anlayamaz.

Nadanlar ne bilsin...

Neşet Usta, ben Türkmen-Avşar etnik kökene mensup İslamcı bir Müslüman Türküm. Şuna inanırım: Bazı isimler, isimlerinin ötesinde bir etkiye sahiptirler; onların misyonu, bazen kendilerinin bile tahmin edemeyeceği bir neticeye müncer olur. Sen, kuvvetle muhtemel pek dindarane bir hayat yaşamadın; dinî bilginin de çok fazla olduğunu zannetmiyorum ama inan bizden pek bir şey almadıysan bile çok şey verdin. Günahsa Allah affetsin, bazen dindışı ya da dindışı gibi görünen şeyler bile dine hizmet eder. Türkü deyip geçmemek lazım. Sen Türkçenle, türkülerinle de bir Müslüman’dın. Kime âşık oldun, kime türkü yaktın beni ilgilendirmiyor ama o türkülerin, uğruna türkü yaktığın insanların ötesinde bir mana ifade ediyordu. Bunun gibi senin türkülerin de seni aştı, intikamın hepimizi kavurdu usta.

Sen garipliği ve intikamı bile milletin bir serveti, bir değeri haline getirdin. İntikamının anlaşıldığına ve makes bulduğuna şüphe yok; nadanlar ise her zaman nadandır; onların yüreğinin katılığını yumuşatacak bir ok, henüz hiçbir yaydan çıkmadı.

 Not: Ekim 2009’daki bir televizyon programında Sayın Başbakan’ın bir millet adamı olarak merhum Neşet Ertaş’a “Neşet baba” diye hitap edişi, sigara yüzünden hafif tartışır gibi olmaları unutulacak cinsten değildi.

[email protected]