Nice Şerbet Güla'nın keskin bakışları üzerimizde

Kâmil Yeşil/ Yazar
11.07.2023

İspanya'dan gelen Yahudilere kucak açmış bir millet, bir adım ötesindeki yüzlerce yıllık tarihi birlikte yazdığı, yaşadığı kardeşlerine “ensar” olmaktan kaçamazdı, kaçmadı. “Suriyelileri ve diğer ülkelerden gelenleri sürüp çıkaracağız” diye seçim vaadinde bulunanlara milletimiz kulak asmadı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu husustaki duruşuna destek verdi ve büyük millet olduğunu gösterdi.


Nice Şerbet Güla'nın keskin bakışları üzerimizde

14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinin ana temalarından biri canını kurtarmak için ülkesinden kaçmak zorunda kalan Suriye merkezli geçici vatandaşlarımız oldu. Sorun o kadar çok yönlü ki isimlendirmede bile karar verilmesi zor. Sosyal medyaya, muhalif basın ve siyasetçilerin diline baktığımızda bu karmaşayı daha açık görüyoruz. Kimlerden bahsediyoruz? Göçmenlerden mi? Sığınmacılardan mı? Mültecilerden mi? Bu hususta fark büyük çünkü. Kim bunlar? İnsan, Müslüman, komşu, mazlum, denirse sahip çıkmak zorunda kalacağız diye onları bu özelliklerinden farklı bir kelime ile tarif ediyorlar. Kaçak, sığınmacı, Arap, Suriyeli, Afrikalı... böyle pejoratif kelimelerle tarif ediyorlar. Sınırımızın hemen öbür yanında, dini islam olan kişilere "yabancı" mı demeliyiz? Vatanlarından kovulmuş "vatansız"lar mı? "geçici koruma"ya alınmış bu kişilere bir isim bile bulamıyor, veremiyor insani ve İslami bakmayanlar. 2011 Suriye iç savaşından beri onlara hukuki statü arıyoruz.

Hama'yı Halepçe'yi unutmadık

Ülkelerindeki yönetime katılamayan fakat nesillerdir katlanmak zorunda kalan halkın hak arayışı hayatî tehlike olarak geri döndü. Tam da bundan dolayı "muhacir" oldular. Çünkü bu insanlar baba Esad'ın Hama ve Halepçe katliamlarını biliyor. Onlar Hama ve Halepçe Katliamını biz de Boraltan Köprüsü faciasını unutmamışken kardeşlerimizin canlarını tehlikeye nasıl atabiliriz? Allah ve tarih önünde nasıl hesap veririz?

Suriyeli kardeşlerimizin aklına ilk gelen çare en yakın komşu ülke Türkiye'ye geçmek idi ve öyle oldu. Herkes böyle yapmaz mı? Canını kurtarmak telaşına düşmekle karşı karşıya kalan herkes yılana bile sarılır. Kaldı ki biz yılan değiliz, insanız. Seçim sürecinde birileri niçin insan oluyoruz, niçin yılan olmuyoruz diye bir tavır içinde oldular.

Farklılıkların ortadan kalktığı zamanlar

II. Dünya Savaşı yıllarında bazı Yahudi ailelerin Alman komşularına sığındığını biliyoruz. Denildiğine göre Almanlar, bir gün nasıl olsa onları kovacağız, gitmeyenleri itlaf, mallarını da müsadere edeceğiz, şimdiden selam verip yüz göz olursak daha sonra onları düşman belleyip öldüremeyiz düşüncesiyle Yahudi komşuları ile selamlaşmazlarmış. Gün gelir tartıştığımız, küstüğümüz kişiler bile sığınak olabilir. Deprem, yangın, sel, düşman işgali gibi afetlerde yardım etmek için insan olmak yeterlidir. Dil, renk, cinsiyet, din farklılığı böyle zamanlarda akla gelmez.

İnternette görmüşsünüzdür, annesini kaybeden kedileri, yavru edinen köpekler var. Aslanı anne belleyen buzağıyı hatırlıyorum mesela.

Çanakkale Savaşlarında düşmanına sigara, kibrit atan, kırbasından su ikram eden asker bizim askerimizdir. Bununla övünürüz hâlâ. Film/kurgu olsa bile (Er Ryan'ı Kurtarmak) büyük fedakârlıkları severiz, unutmayız. Böyle iyilikleri "Geleceğini biliyordum" diyerek yaşatırız, dilden dile aktarırız.

Kaldı ki ülkemize sığınan Suriyeliler düşmanımız değildir. Onlar dinde kardeşlerimizdir, Rabbimiz bizi kardeş ilan etmiştir.

Modernizm ırkçı olduğu için insanları deri rengi, göz rengi ve kafa tası ölçüsüne göre tasnif ederek bu ahlaksızlığına bilim kılıfı giydirme becerisi de gösteriyor. Ancak Batı'nın bilim hilesi dikiş tutmuyor. Bir çift yeşil delici göz bütün kuramları alt üst ediyor. Oysa insanın değerli olması için fotoğrafın National Geographic'te yayınlanması "Afghan Girl" (Afgan Kızı) olarak takdim edilmesi; yakıcı, delici bir çift yeşil göze sahip olması gerekmiyor. Nice Şerbet Güla keskin bakışları ve yeşil gözleriyle bizim üzerimizde ve ülkemizdedir. Ve onlardan kimi aç, kimi çıplak, kimi öksüz ve yetimdir. İnsan tacirleri, fuhuş mafyası, organ tacirleri, ucuz iş gücü peşinde olanlar, karanlık işler çevirenler, paralı asker arayanların ellerine düşüp "Vah yazık!" denilmesini beklememiz mi gerekir? Bir yandan zenginliğine zenginlik katmak isteyen sömürücüler olmadığımız gibi "Az bile"cilerden olmamalıyız.

Suriye, Afganistan ve başka ülkelerden gelen insanları düşünelim bir an. Bir insan yedi ceddinin, ailesinin yaşadığı bir yeri terk etmek için uçağın kanadına yapışacak kadar ne yaşamış olabilir? Üstelik bu uçak, ülkesini yıllardan beri bombalayan emperyalist ülkenin uçağı.

Tabutlarının üstünde zar atıyorlar

Hayatta kalmak isteği çaresizliği, acziyeti yener. Halihazırda ayakta olmaları, nefes alıp vermeleri bir "başarı". Fakat insan olmalarına hele insan kalmalarına yetmiyor nefes almak. O günden beri katlandıkları vatansızlık, cedlerinin toprağından, mezarından koparılmışlık, hissettikleri köksüzlük, korona, deprem, sel, kar, hastalık, açlık, susuzluk, çıplaklık, bütün yönleriyle istismar, ucuz iş gücü, suç şebekeleri gibi dar geçitlerden geçtiler, geçiyorlar. Karanlık sözler yazıyorlar hayatları hakkında. Karın tokluğuna beden gücünü harcıyorlar. Aşkları, inançları işgal altında. Tabutlarının üstünde zar atıyorlar.

Adresleri yok. Var olan adreslerinden umutta mı kalmasın?

Böyle bir zamanda umut olmak ve o umudu boşa çıkarmamak vazifesindeyiz.

Her millette olduğu gibi onların içinden de kötülüğe bulaşmış, gayrimeşru işler yapan, suç işleyenler olacaktır. Devlet de onlara gereği ne ise yapsın, yapıyor ve yapacak. Fakat bu tür kişilere bakarak "Bunların hepsi böyle" genellemesi zulümdür. İçlerinde nice saf, ince, gönlü kırık, haya ehli, vefalı, çalışkan, becerikli, temiz insanlar var. Bir gün gelecek bu insanların bilime, teknolojiye, tarıma, ormancılığa, bizim kültürümüze, kalkınma ve refahımıza yaptığı katkıları da konuşacağız. İspanya'dan gelen Yahudilere kucak açmış bir millet, bir adım ötesindeki yüzlerce yıllık tarihi birlikte yazdığı, yaşadığı kardeşlerine "ensar" olmaktan kaçamazdı, kaçmadı. Suriyeli ve diğer ülkelerden gelenleri sürüp çıkaracağız diye seçim vaadinde bulunanlara milletimiz kulak asmadı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu husustaki duruşuna destek verdi ve büyük millet olduğunu gösterdi.

Umalım ki Suriye ve diğer memleketlerin yöneticileri, 2011'den beri mahrum kaldıkları insan zenginliği ve insanlık faziletinin farkına çabuk varsın, onları bağrına bassın, bu hususta bütün kolaylıkları göstersin. O zamanın gelmesi yakındır inşallah.

[email protected]