Niteliğin ve sözün asaleti

Ali K. Metin / Şair, yazar
24.01.2020

Toplumsal niceliğin kültürel nitelikle asimetrik bir sürece yol açması, başımıza gelebilecek en büyük musibetlerden biridir. İletişim teknolojisi yazık ki bizi bu musibetle karşı karşıya getirmiş gözüküyor. Daha öncesinde nitelikle nicelik arasında nispi düzeyde bile olsa pozitif şekilde süregelen zihinsel ve kültürel ilişki, şimdi adeta tersi bir istikamete girmiş durumda.


Niteliğin ve sözün asaleti

Neyi söylememiz gerektiği konusunda zihnimizi berrak hale getirememişsek, söylediklerimizin bir söz yumağına dönüşmesi işten değil. Bununla her konuda hazır ve kesin cevaplara sahip olmayı kastetmiyorum. Bilakis yaşadığımız dünya ve insanlık durumu bizi öğrenilmiş ve tekrar edilip duran hazır cevaplara karşı ihtiyatlı olmaya sevk ediyor. Hakiki sözler söylemenin zorluğu burada. Günümüzün bilgi ve iletişim dünyası sözü çoğaltmaya çok elverişli bir zemine sahip. Üstelik bu sadece makale ve köşe yazılarında değil şiirde de hikayede de böyle. Baudrillard’ın simülasyon kavramı, geçerliliğini düşünce ve kültür alanında da gösteriyor. Daha dramatik olansa sözün değeriyle çoğalma katsayısı arasındaki mütekabiliyetin ortadan kalkmış olması. Ne hakikilik ne de nitelik bu çoğalmada belirleyici bir durum arz etmiyor. Öyle olsaydı bundan zaten burada bir sorun diye bahsetme ihtiyacını duymayacaktık. Bilgi ve iletişim araçlarının oluşturduğu simülasyon potansiyeli, her sözün kanserli bir hücre gibi iletişim ortamlarını ele geçirmesine yol açıyor. Buna mukabil, televizyonu, sosyal medyayı vs. günah keçisi yaparak meselenin aslına dokunmuş olmuyoruz, sadece meselenin üstünü örterek sanıyorum bir rahatlama sağlıyoruz.

Niceliğin merkez gücü

Zira yaşadığımız bu örtülü gerçeğin arka planında iki temel hususiyetin olduğunu söylemek mümkün. Birincisi, niceliğin niteliğe hükmetme hadisesi, çağımızın iletişim ortamlarında hem bir vakıaya dönüştü hem de aynı zamanda görünür bir hale geldi. İkincisi, hakiki sözü söyleme ve/veya ihya etme konusundaki entelektüel yetersizlik iletişim mecra ve ortamlarındaki simülasyonu dolayısıyla niteliksizleşmeyi beraberinde getirdi. Nicelik, başka deyişle genel toplumsal vasat denebilir ki tarihin hiçbir döneminde böyle bir görünürlüğe ve belirleyiciliğe sahip olmamıştı. Toplumsal ve kültürel hayat, merkez-periferi ayrımını belirgin bir statüko ekseninde muhafaza etmekteydi. Yeri gelmişken, Türkiye’deki dini-muhafazakarlığın da bu ayrımın muhafazası sayesinde bugünkü toplumsal, siyasi dinamiklerine sahip olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Burada sözünü ettiğimiz iletişim, kültür, düşünce alanlarına ilişkin simülasyon ve niteliksizleşmenin ise muhafazakarlıkla sınırlı bir durum olmadığı malum. Toplumsal ve kültürel elitler, mevcut simülasyon ortamı içinde artık marjinalleşmiş durumdalar. Nicelik yani genel toplumsal vasat, tabir caizse merkeze doğru sınıf atlayarak iletişim ortamlarındaki düşüncenin ve kültürel üretimin niteliğini tayin edecek düzeyde güçlü bir ağa sahip hale gelmiştir. Söz konusu elitler varsa bile, niceliğin gücü ve yaygınlığı karşısında sesleri iyiden iyiye kısılmış bulunuyor. Mesele bugün niceliğin görünürlük kazanmasından ibaret olsa, bunu çok demokratik hatta sağlıklı bir gelişme diye görebilirdik. Ancak süreç büyük ihtimalle niteliğin aleyhine doğru işlediği için, hatta tam da bu yüzden, bunu ciddi bir sorunsal olarak görmek zorundayız. Toplumsal niceliğin (ekseriyetin) kültürel nitelikle asimetrik bir sürece yol açması, başımıza gelebilecek en büyük musibetlerden biridir. İletişim teknolojisi yazık ki bizi bu musibetle karşı karşıya getirmiş gözüküyor. Daha öncesinde nitelikle nicelik arasında nispi düzeyde bile olsa pozitif şekilde süre gelen zihinsel ve kültürel ilişki, şimdi adeta tersi bir istikamete girmiş durumda.

Entelektüel dejenerasyon

Ne ki, entelektüel kifayetsizliğimizi niceliğin söz konusu hakimiyetiyle izah etmek isteyecek kadar ileri gidemeyiz. Hatta aksini iddia etmemiz mümkün: Entelektüel alandaki yetersizlik, niceliğin (toplumsal ve kültürel çoğunluğun) niteliği bu denli berhava etmesinin sebeplerinden biridir. Ancak sonuçları itibariyle bundan çok daha önemlisi, entelektüel plandaki nitelik çabasının dumura uğraması ve böylece niceliğe hükmeden kültürel-zihinsel simülasyonun etkisi altında yavaş yavaş amacından uzaklaşmaya başlamasıdır. Hakiki sözü söyleme kaygısının yerini, gücü tahkim edecek bir söz söyleme kabiliyetini göstermenin alması entelektüel dejenerasyonun hiç şüphesiz en temel sebebidir. Bunun akademik dünya da dahil olmak üzere entelektüel mecraları çok sinsi ve amansız şekilde etkisi altına alan bir dejenerasyon biçimi olduğunu söylemek zorundayız. Pragmatizmin entelektüel dünyaya sirayet etmeyeceğine dair bir garantiyi hiç kimse veremez. Nitekim güce eklemlenme refleksleriyle işleyen pragmatik tutum, entelektüel dünyamızın sabıka dosyasını her geçen gün biraz daha kabartmaktadır. Güç derken, burada iktidar veya muhalefet ayrımı yapmadığımızı belirtmek isterim. Dahası çıkarların, hatta maddi olduğu kadar ideolojik, kültürel çıkarların gözetilmeye başladığı durumda hakiki sözden bahsetmek muhal olacaktır. Sözle sahibi arasında da hakiki bir bağa ihtiyaç olduğunu mutlaka dikkate almak gerekir. Sözün değeri sahibinin değerinden, diğer ifadeyle hakikat ehli olma konusundaki cehtten ayrı mütalaa edilemez. Bu sebeple en kıymetli, en çarpıcı sözler, onunla hakiki bağları kuramamış bir ağızda harcı alem bir seviyeye düşmekten kurtulamaz. Önü arkası olmayan bir kelimeler topluluğundan ibaret kalır. Hakiki söz, sahibinin zihninde olduğu kadar ruhunda da hayati bir kaygı ve çabayı taşır. Niteliksel üstünlüğünü bilhassa bu çabadan alır. O yüzden zihinsel ve kültürel simülasyonun çıktılarıyla benzeşmeyen bir doğallığa ve asalete sahiptir. O yüzden dolambaçlı yollara girer, sezginin dehlizlerinde yol alır, ayrıntıları da ütopyayı da olabildiğince önemser, ama sonuçta yara bere içinde bile kalsa istikametinden vazgeçmez. Güce boyun eğmemenin asaleti değil mi ki bütün sonuçlardan daha önemlidir. Hakiki söz öncelikle böyle bir asalete talip olmayı gerektiriyor. Buysa, güzel sözle kanmayacak ve kandırmaya tevessül etmeyecek kadar hakiki bir yerde olmakla mümkün. Neyi söylememiz gerektiğinden emin olmamız için öncelikle yerimizi iyi belirlemek durumundayız. Yanlış yerde durarak hakiki, doğru sözü yakalama şansımız olmayacaktır. Bu yöndeki gayretlerin ise niceliğin ve gücün büyüsüne maruz kalmış kimselerin iltifatına mazhar olmasını hiçbir zaman beklememeli.

Derdi olan söz

Toplumsal çoğunluğun niteliksel bir aşama kaydederek hakiki söze ve oradan hakiki bir ideale doğru yol almasını sağlamak bizim açımızdan elbette istenen bir şeydir. Toplumu nitelikçe bir yoksunlukla tarif ve tavsif eden her türlü yaklaşım bizi eni konu elitizme götürür, şüphe yok. Belki istikbalde de toplumun geneliyle elitler arasındaki nicelik-nitelik ayrışması devam edip gidebilir. Yine de, Ortega y Gasset’in deyimiyle “Cemiyet, her zaman, iki parçanın dinamik bir birliğinden oluşur: azınlıklar ve kütleler” (Kütlelerin İsyanı, 20, Birleşik Yayıncılık) şeklinde değişmez bir sabite konusunda ısrarcı olmamız gerekmiyor. Bu konuda en azından Gasset kadar sabit fikirli olmamızı gerektirecek ne bilimsel bir güvene ne de sınıfsal bir kibre sahibiz. Fakat nitelikle nicelik, hakikatle halk arasında bir tercih yapmamız söz konusu olduğunda tereddütsüz şekilde bizi hakiki söze götürecek olan nitelikten yana tavır koyacağımıza emin olmak gerekir. Aslına bakarsak niceliğin yani toplumsal çoğunluğun da niteliğe karşıt bir güç olmadığını kabul edebiliriz. Geçmişte insanlar büyük topluluklar halinde din değiştirme iradesini göstermişlerse mesela, bu biraz da sanıyorum dönemsel ve sosyal açıdan hakiki sözle karşı karşıya gelmiş olmanın bir sonucu sayılır. Toplum açısından nitelik kendi başına yetmiyor, bunun aynı zamanda hakiki sözü temayüz ettirecek bir noktaya da gelmesi gerekiyor. Türkiye gerçeğinde elitlerle halk arasında hala daha tam olarak giderilemeyen kültürel-siyasal bölünmeyi, hakiki sözü söyleyememeye bağlamak yanlış olmaz. Kültürel elitlerin öteden beri taşımaya yüksündükleri dert, hakiki sözü içinde barındıran yegane imkanı ifade etmektedir. Bu dert, ne dünya gerçeğine ne de yaşadığımız toprakların ruhuna yabancılaşmayı olumluyor. Aksine hakiki sözü, bu iki yabancılaşmayı da reddederek ve aşarak inşa ve/veya ihya etme çabasıyla kendisini gösteriyor. Derdimiz varsa söze sahip olmaktan öteye söz sahibi olma umudumuz da olabilecektir.

Niceliğin döngüsü

Pragmatizmin meydana getirdiği yanılsamalar bizi çoğu zaman asıl meseleden uzaklaştırıyor. Temin ettiğimiz kazanımların dünyanın gerçekliğine ve istikametine nasıl bir etkide bulunacağını dikkate alma ihtiyacı duysak bile, bu konudaki karamsarlığımız bizi yoldan çıkarmakta. Elimizdekinin kıymetini bilmek ve niceliğin üstünlüğünü temin etmek adına kendimizi zihinsel ve ruhsal planda kötürümleştiriyoruz. Hikmetin ve bilginin yerini artık istatistikler almaya başlamıştır. “Enformatik cehalet” yaşam ve düşünme tarzımızı belirler oldu. Bunun bize neye mal olduğunu sorgulamaya bile tahammülümüz kalmamış gibi. Bu yöndeki her türlü sorgulamayı çağ dışı veya fantastik tortular sayarak geçiyoruz. Niceliğin dünyası ruhumuzu da zihnimizi de neredeyse kıskıvrak ele geçirmiş durumda. Eğer baktığımız ve dokunduğumuz her alanda niteliksizliğin revaçta olduğunu müşahede ediyorsak bunun manidar, bir o kadar da ürkütücü bir anlamı olmalı. Niceliğe verilen ödün, beraberinde nitelik düşmanlığını ve aleyhtarlığını da getiriyor. Neyi, nasıl heba ettiğimizi bilmemiz için bu kısırdöngüye maruz bırakılmış bütün yapı, ilişki ve zeminlerdeki çürümeyi iyi değerlendirmek gerekir. Bunun için niceliğin tahakkümünü işlevsiz kılacak bir ferasetin ve samimiyetin ön almasına ihtiyaç var.

Hakiki söze ve niteliğin asaletine talip oldukları kesp edilmiş şahsiyetlerin muhtelif alanlarda değer ve itibar görmeleri toplumun/ülkenin selameti açısından büyük öneme sahip. Niceliğin yıkıcı etkilerine karşı bu yönde atılacak olan samimi adımlarla çok daha inandırıcı, etkin ve iyimserliğimizi artıracak bir toplumsal/siyasal dinamizme kavuşmak mümkün. “İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun” (Ali-imran: 104) ayeti kerimesinin, bunu iktiza ettiğini söylemek bile fazla. Ne ki bu bahiste, marifetin iltifata tabii olmadığını söylemek zorundayız. Nitelik dediğimiz, sıcağı görünce diyelim ki eriyip gidiverecek zayıf, edilgen bir şey değildir. Varken yok oluveren, yokken de hemen ortaya çıkacak bir elastikiyet taşımaz. Değilse,“onu o kılan şey”den zaten mahrum olduğu anlaşılır. Pek çok alanda yaşadığımız sınavın anlamı da galiba budur.

Cehdi ve kavgayı göze almadan özgül bir niteliği ortaya koyabileceğimizi kimse düşünmemeli. Örselenmeye, hatta şiddete maruz kalmak hakiki niteliğin bedelidir. Bu tarafıyla nitelik ve hakiki söz, hem bir şahsiyet (asalet) hem de bir dava ve varoluş meselesi diye görülse yeridir.

[email protected]