Nizanim’di şimdi Dizanim mi oldu?

Vahdettin İnce - Yazar
16.03.2013

O köy senin köyündü de niye “kuyudaki kardeşinin” iniltilerini İngiliz şarkılarıyla yıllarca bastırmaya çalıştın, a çok bilmiş! İşine mi geliyordu kardeşlerin birbirlerini kuyuya atmaları? Kardeş kanından iktidar mı devşiriyordun yoksa?


Nizanim’di  şimdi Dizanim mi oldu?

Sanırım özel televizyonların yayına başlamasıyla birlikte özellikle doksanlı yıllarda epey gürültü koparan dini programların gözler önüne serdiği olgunun bir benzerine, Kürt sorunu ile ilgili açılımın ivme kazandığı şu süreçte de tanık olmaktayız. Diz boyu cehalet. O günlerde isimlerinin önünde unvan yoğunluğundan geçilmeyen koca koca adamlar, emekleyen bir çocuk yordamıyla İslami konulara dalıyor ve bin yılların sistemleştirdiği İslami değerleri, kavramları hallaç pamuğu gibi savuruyorlardı. Tam “dinimizi kurtardık” rehavetine kapılmıştık ki aynı unvan yoğunluklu zevat bu sefer Kürt meselesinde arzı endam etmeye başladı. Herhalde “çağdaş medeniyet düzeyine ayıp oluyor” diye düşünmüş olmalıdırlar ki artık “Kürt yoktur” demiyorlar. Ama herhalde “Kürt vardır” derken “aslında yoktur” demenin nobellik edebiyatını yarattıklarını siz de takdir ediyorsunuzdur.

Kürtçenin yeri yurdu...

Geçenlerde bir dostum aradı. Türkiye’nin ünlü üniversitelerinden birinde profesör olan bir arkadaşı yabancı bir kuruluş adına Kürtler hakkında bir makale hazırlamış, göndermeden önce (bilimsel nesnellik için) gözden geçirmesini, (Kürtçe ve Kürtlerle ilgili tanım ve isimlerde) varsa eksikleri yazmasını, yanlışlıkları düzeltmesini istemiş. O da bu işi benim yapmamı istiyordu. Kıramadım dostumu tabi. Makaleyi okuduktan sonra “Profesör herhalde bu makaleyi seferi iken hazırlamış” diye içimden geçirdim. Her bakımdan en az yüzde elliye varan bir tenkisata gitmişti çünkü (Seferi iken dört rekatlı namazlar iki rekat kılınır ya o bakımdan!). Kürtlerin nüfusları kesin olarak bilinmiyordu ama “iki elin parmak sayısını geçmezdi”.  Türkiye’de yoğunluklu olarak nerede yaşadıkları tam belli değildi (evet evet, aynen böyle). Kürtçe’nin ne olduğu, hangi dil ailesine mensup olduğu da belli değildi. En yaygın olan lehçe “Kurmançi” (biraz zorlasa Komançi diyecek handiyse) idi. Bir de “Luri” diye bir lehçe vardı (İran’da yaşayan “Lor”ların dilini kast ediyordu. Allah razı olsun dedim, en azından Lorları Kürt yapmışsın! Burnunun dibindeki Zazaları görememeiş aba ta Acem diyarının merkezindeki Lorları görebilmiş) ve Türkiye’de nerede konuşulduğu bilinmiyordu. Tamamen çevre dillerden kelime aldıkları için Kürtçe denilen dilde kaç orijinal kelime olduğu bilinmiyordu. Vs. vs...

Şimdi ben bu makalenin neresini düzeltecektim! Aklıma ünlü fıkra geldi. “Çokbilmiş soruyor: Erenler! Hangi kadın evliya komşuları tarafından denize atılmıştı? Erenler: Ben bunun neresini düzelteyim. Bir kere kadın değil erkekti, evliya değil peygamberdi, komşuları tarafından değil kardeşleri tarafından, denize değil kuyuya atılmıştı...” o derece yani.

Ben başımı iki elimin arasına almış, dinime ta’n edenlerin eşyanın hakikati karşısında aldıkları hezimetten ders alacakları yerde bu sefer Kürt meselesi bağlamında sahne alıp kardeşlik dokularını yanlış ilmeklemekten geri kalmayışlarını kara kara düşünürken aklıma İran Kürtlerinden büyük din alimi, tarihçi merhum Merduhi’nin “Tarih-ı Merduh” ismiyle Farsça kaleme aldığı eserinde anlattığı bir olay geldi.

Merduhi, Şah döneminde doğum yeri İran Kürdistanı’nın Mehabat şehrine gittiği bir keresinde şehrin valisini ziyaret eder. Vali ve üst düzey memurların önlerindeki masaya serdikleri bölgeye dair koca bir haritada harıl harıl bir yeri bulmaya çalıştıklarını, nüfus ve yerleşim birimleriyle ilgili arşivleri gözden geçirdiklerini görünce sorar: Nedir bu telaşınız? Neyi arıyorsunuz? Vali şu cevabı verir: Bu yakınlarda merkezi hükümet bir İngiliz haritacıyı bölgenin bütün yerleşim birimlerinin haritasını çıkarması için görevlendirmişti. İngiliz haritacının çizdiği haritada bugüne kadar adını duymadığımız, kayıtlarda geçmeyen bir köyümüzün olduğunu fark ettik. Şimdi eski kayıtları, eski haritaları bir kez daha gözden geçiriyoruz. Belki köye dair bir şeylere rastlarız diye. Şunu da eklemeyi ihmal etmemiş Vali: Bu Avrupalılar çok dikkatli, işlerini iyi yapıyorlar. Bunca zamandır nasıl da farkına varmamışız! Merduhi köyün adını sorar. Vali “Nazanum” der. Düşünebiliyor musunuz “Nazanum” adında bir köyümüz varmış ve bunca zamandır kimse fark edememiş!... Valiye sorar Merduhi: gidip gördünüz mü köyü? Hayır, der. O halde haritada belirttiği yere gidelim, bakalım hangi köymüş bu güne kadar kimsenin varlığından haberdar olmadığı, doğrusu ben de merak ettim der. Giderler ve İngiliz haritacının haritada gösterdiği yerde gerçekten bir köy olduğunu görürler. Ama köyün herkesçe bilinen, kayıtlarda ve eski haritalarda geçen bir adı da var. Sonunda mesele anlaşılır. Bölgeyi gezen İngiliz haritacı Mehabat’tan yanına aldığı rehberine “bu köyün adı nedir? diye sormuş. O da bilmiyorum anlamında Kürtçe’nin Sorani lehçesiyle “Nazanum” (bu arada kurmancîsi “nizanim”, zazakisi de “nizom”dur) diye cevap verince, garibim İngiliz de köyün adını “Nazanum” şeklinde haritaya geçirmiş.

Merduhi bu anekdotu, batılıların çalışkan, planlı hareket eden, entelektüel merakları yüksek ve donanımlı araştırmacılar olmalarına karşın bölgenin kültürel kodlarını ancak kendi zihin yapılarına göre anlamlandırdıklarını, derinlere nüfuz edemediklerini, bu yüzden de bazen gülünç neticelere de varabildiklerini vurgulama bağlamında anlatmaktadır.

Aslında İngiliz haritacıdan çok Vali’nin tavrı anlamlı. Bir batılının hata yapmış olabileceği aklına bile gelmemiş. Eğer Merduhi akıl etmezse, İngiliz haritacının haritaya işlediği köyün adından hareketle geriye doğru bir tarih ve coğrafya inşa edecek, kim bilir ne tür hukuki sorunlara, köyler arası arazi anlaşmazlıklarına sebep olacaktı. Belki de birçok insanın mülkiyet hakları ellerinden gidecekti. Ve de sonu gelmez kanlı çatışmalara kapı aralanacaktı. (Gel de Ortadoğu’daki kanlı çatışmalardan işkillenme!)

İçimizdeki garpzedeler...

Yazının girişinde de belirttiğim gibi son zamanlarda Türkiye entelijansyasında yüksek bir Kürt merakı depreşmiş bulunuyor. Gazete köşelerinde her gün bu konu tartışılıyor neredeyse. Kitapçı rafları bu konuya tahsis edilmiş eserlerle dolu. Televizyon programlarında Kürt uzmanlarından geçilmiyor. Sevindirici olmasına sevindirici de önlerindeki batı menşeli bir haritadan bakıyorlar meseleye. Bu da önemli olmazdı eğer zihin haritalarını da batılılar çizmemiş olsaydı. En azından haritaya bu kadar güvenmez gidip yerinde görmeyi akıl ederlerdi. Ne yazık ki Türk entelektüelleri fena halde “Merduhi’nin Valisine” benziyorlar. Diğer bir ifadeyle her bakımdan bir “garbzedegi” fırtınasına tutulmuşlar.

Hakikaten bu anekdot, hem entelektüellerimizin içler acısı durumu hem de Türkiye’deki Kürt sorununun bu hale gelmesi açısından son derece açıklayıcı.

Malum bölgenin haritasını İngilizler (onların şahsında batılılar) çizmiş. Yerli rehberin (o dönemin entelektüelleri) etkisinden midir yoksa başka bir hinlikten midir bilinmez, haritada her nasılsa “Kürt” köyünü göstermeyi ihmal etmişler. (Şimdi günahlarını almayalım) Belki de İngilizler yerli rehbere “burada kimler yaşıyor?” diye sormuş, o da muhtemelen Kürtçe’nin Kurmancî lehçesiyle “Nizanim” cevabını vermiş. Böylece “bilinmeyen bir halk”, “bilinmeyen bir dil” üzerinden doksan senedir bir kavgadır gidiyor. Yöneticilerimiz “İngiliz yazmış kardeşim, var mı ötesi” dedikçe Kürdün de adıyla sanıyla varlığını kanıtlama, adını haritaya yazdırma süreci inişli çıkışlı, kanlı, acılı bir süreç olarak devam etmiş. Kürt bu, haritada göstermediğin zaman yok olmuyor, bir fırsatını buldukça varlığını hissettiriyor.

Kürt’ün varlığı (hem de resmen) hissediliyor hissedilmesine de hala “İngiliz”in çizdiği harita üzerinde araştırılıyor. Kimsenin aklına koordinatları, konumu ve varlığı belli bu “köye” gitmek de gelmiyor. Sadece “uzakta bir köy var gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz” deniliyor.

O köy senin köyündü de niye “kuyudaki kardeşinin” iniltilerini İngiliz şarkılarıyla yıllarca bastırmaya çalıştın, a çokbilmiş! İşine mi geliyordu kardeşlerin birbirlerini kuyuya atmaları? Kardeş kanından iktidar mı devşiriyordun yoksa? Parmak uçlarımız barış umuduna dokuna yazmışken neden hala gözümüze sokuyorsun “İngiliz’in haritasını”?!

Bir de söz etmiyor musun “Kürt’ün onurundan” “Türk’ün haysiyetinden”

[email protected]