Nükleer anlaşma, ‘Yeni İran’ ve normalleşme sancısı

MURAT YEŞİLTAŞ / SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü
18.07.2015

Geçen Salı İran’ın sorunlu nükleer programı nedeniyle P5+1 (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) ile vardığı Kapsamlı Eylem Planı Anlaşması İran-Batı ilişkilerinde 1979’daki İslam devriminden bu yana yaşanan gerginliği yeni bir işbirliği evresine taşıyacak ölçüde tarihsel bir durum ortaya çıkardı.


Nükleer anlaşma, ‘Yeni İran’ ve normalleşme sancısı

MURAT YEŞİLTAŞ / SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü

Şayet sorunsuz bir şekilde uygulama imkanı bulursa, anlaşmanın yakın bir gelecekte bölgesel ölçekte ortaya çıkaracağı jeopolitik implikasyonlar Ortadoğu’nun hali hazırda karşı karşıya olduğu “fetret düzenini” yeni bir aşamaya da sokabilir. Varılan anlaşmanın basit sonucu, nükleer sorunu taraflar açısından bir çatışma sebebi olmaktan çıkararak, İran’ı uluslararası sistemin en azından şimdilik normal bir aktörü olarak kabul edilmesini sağlamış olması.

Obama ve normalleşme

Daha makro ölçekte bakıldığında ise, nükleer anlaşmanın, Soğuk Savaş döneminde bölgesel dengeleri yeniden tahkim edecek ölçüde jeopolitik bir değişime neden olan Camp David düzenine benzer bir sonuç üretebilme ihtimali. Nitekim Obama da tam da böyle bir saikle hareket ederek İran’ı, anlaşma vasıtasıyla ‘güvenli bir alanda tutarak’ bölgede doğrudan bir askeri çatışmanın tarafı haline getirmeme stratejisi izlemişti. Anlaşmanın hemen ardından yaptığı açıklamada, “aksi bir durumun bölgede yeni bir savaş anlamına geleceğini” ifade etmesi tam da bu durumu teyid eder nitelikte. Üstelik, İsrail’in bütün ‘muzurluklarına’ ve içerdeki İran karşıtı cephenin bütün engelleyici çabalarına rağmen Obama’nın ısrarcı tavrı sonuç vermiş oldu. Böylece, Obama Amerikan dış politika kültürüne Küba ile birlikte İran ile normalleşmenin mimarı olarak önemli bir miras bırakmış oldu. Sonuç olarak Obama’nın hedefi, İran’ın nükleer silah yapacak seviyede uranyum zenginleştirmesine ket vurmaktı ve bunu şimdilik 10 yıllığına ertelemiş oldu.

İran dış politikası

Ne var ki anlaşmanın, İran’ın bölgesel ölçekte yürüttüğü mütecaviz dış politika için bir manevela rolü oynayıp oynamayacağı, iç siyasetini nasıl dönüştüreceği ve Tahran-Batı arasındaki ‘söylemsel antagonizmayı’, özellikle de ABD-İran ilişkilerini yumuşatıp yumuşatmayacağı halen zor bir soru olarak ortada duruyor. Zira anlaşmanın doğuracağı muhtemel sonuçların kime yarayacağı ve kimin kaybetmesine neden olacağını şimdiden kestirmek zor. Ancak ortada bir tür ideal ve mükemmel tasarlanmamış fakat karşılıklı olarak tarafların kazandığı bir durum söz konusu. Buna rağmen anlaşmanın, meseleye öyle ya da böyle dahil olan ikinci veya üçüncül taraflar açısından tam olarak tatmin edici sonuçlar üretmeyeceği de açık. Bu anlamda nükleer anlaşmaya karşılıklı olarak iki başkente verilen tepkilerle bölgesel ölçekte verilen tepkiler arasında ciddi bir paralellik söz konusu. Anlaşmanın bir “hata” ve stratejik bir kumar olduğunu vurgulayan kötümser bir İran-şüpheci cephe ile anlaşmaya büyük umutlar bağlayarak “Yeni İran” beklentisinin hakim olduğu iyimser bir cephe daha şimdiden ortaya çıkmış durumda. Özellikle şüpheci ve kızgın cephenin bundan sonra anlaşmanın uygulanmasına yönelik nasıl bir pozisyon alacağı son derece önemli hale geliyor.

Dolayısıyla, şimdilik bu anlaşmanın sadece bir başlangıç olduğunu söylemek ve izleme sürecinin doğası gereği ortaya çıkacak yol kazalarına da hazırlık olmakta fayda var. Bir bütün olarak, anlaşmanın hem şüpheci cephe hem de iyimser cephe açısından ciddi sonuçlar üretmesi için iç cephe ile bölgesel cephenin eş zamanlı bir biçimde dikkatle anlaşılması gerekiyor. Böylesi bir tespiti yapmak için anlaşmanın, sadece İran’ın nükleer programına yönelik olduğunu, dış politika alanının tümüme yönelik bir durum ise ortaya çıkarmadığını öncelikle söylemek gerekiyor.

Normalleşme sancısı

Bu düzlemlerden ilkini anlaşmanın İran açısından ne anlama geldiği ve iç siyaset denkleminde hangi taşları yerinden oynatacağı oluşturuyor. Bu nedenle beklentilerin aksine nükleer anlaşmanın en büyük etkisinin İran iç cephesinde yaşanacağını söylebiliriz. Bu etki, öncelikle nükleer müzakereler ekseninde şekillenen iç siyasetin normalleşmesini sağlamakla kalmayabilir ve aynı zamanda muhafazakar-reformcuiktidar blokları arasındaki mücadelede de hatırı sayılır bir denge oluşturabilir. Bu nedenle nükleer müzakerelerden başarıyla çıkmış ve görünüşte istediklerini almış bir Ruhani’nin iç siyasette elinin daha güçlendiğini söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanı Ruhani’nin iktidara gelmesinden bu yana, müzakereleriiçerdeki muhafazakar bloğun muhalefetine rağmen itidal söylemine ekensinde yürütmeye başlaması bügün durumun ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. Nükleer programın Batı’yataviz verilmemesi gereken milli bir dava haline getirilerek İran devrimi söyleminin yeniden üretimine hizmet eden bir “direniş” politikasına dönüştürülmesine rağmen Ruhani’nin Hamaney ve toplumu ikna ederek varılacak anlaşmanın, İran’a nefes aldıracağına ikna etmiş olması da bir diğer unsurdur.Tabi ki, İran’ın nükleer müzakerelerde ‘direniş söylemini’ sahiplenmeye devam etmesi ne kadar mümkündü sorusu akıllarda tutulması gerekir. Nükleer programdan dolayı uygulanan ambargoların İran’ı ekonomik olarak zayıflattığı ve nefes alamayacak duruma soktuğu herkesin malumuydu ve Ruhani de bu zaafı akıllı bir diplomasi ile avantaja çevirebildi.

Ruhani üzerinde baskı

Anlaşmanın uygulanma sürecinde daha fazla emek ve dikkat sarf etmesi gerekenin İran tarafı olduğu açık olsa da anlaşmanın dibacesinde, “İran’ın nükleer programının barışçıl olduğu” tezinin kabul edilmiş olması bir başarı olarak tanımlanabilir. Bu durum, Hamaney’in de anlaşmaya yönelik daha dikkatli ve takdir edici bir şekilde yaklaşmasına neden oldu. Öte yandan anlaşmanın önemli bir parçasını teşkil eden gözetleme ve denetleme safhalarının, İran’daki muhafazakar askeri kanadı ve bürokratik eliti rahatsız edecek olması Ruhani’nin elini sıkıştırabilecek bir potansiyele sahip. Muhafazakarlar bu durumu, UAEK’nın denetimi olarak değil, Washington’un gözetlemesi olarak sunmaya gayret göstereceklerdir. Bu denetim merkezleri arasında askeri tesislerin de yer alması ve sadece 15 gün önceden haber verilerek yapılacak olması bu kesimi diken üzerinde tutacağı gibi Ruhani üzerinde de psikolojik bir baskı kuracaktır.

Öte yandan varılan anlaşmayla, İran’ın nükleer programından dolayı askeri bir müdahale tehdidinin ortadan kalkması, nükleer program kaynaklı ambargoların kademeli olarak kaldırılacak olması ve ekonomide yaşanacak muhtemel bir çarpıcı yükseliş Ruhani’nin müzakereler için ortaya koyduğu ekonomik refahın toplumsallaştırılması tezini hayata geçirmesi için psikolojik bir rahatlama sağlayacaktır. Böylesi bir ilerleme, içerdeki muhafazakar baskıyı uzun vadede dengeleyecek yeni bir toplumsal sınıfın gücünü konsolide etmesine imkan tanıyacak ve iç siyasetin güvenlikçi bir dile hapsolması böylece engellenmiş olacaktır. Elbette bu durumun iç siyasetin devrimci siyasi diskurdan tamamen özgürleşmesi anlamına gelmeyeceğini söylemek gerekir. Diğer bir ifade, ile refahın elitlerden toplumunun geneline yayılması ve siyasetin nükleer program nedeniyle depolitize edilme imkanı şimdilik ertelenmiş gözükmektedir.

Bölgesel cephe

Bölgesele cephede ise nükleer anlaşmanın sonuçlarını kestirmek daha zordur ve daha sancılı olacaktır. Yani İran’ın elinin rahatlamasıyla bölgesel siyasette rakiplerine karşı daha agresif bir tavır alıp alamayacağına dair kesin bir hüküm vermek oldukça zor. Çünkü, İran ile ABD arasında son iki yılda yaşananyumuşamanın nükleer anlaşma ile birlikte kurumsallaşacağını ve Ortadoğu’da yeni bir ittifak biçiminin doğmasına neden olacağını söylemek için hem çok erken hem de ciddi zorlukları var. Nükleer anlaşma, ABD- Batı-İran arasındaki sorunlu ilişkilerde, o da NPT’ye uygun bir biçimde hayata geçirilebilirse, sadece nükleer başlığının yumuşama ihtimalini ortaya çıkardı. Zira anlaşma ile ne ABD ile İran arasındaki bölgesel meselelerdeki farklı pozisyonlar sihirli bir biçimde uyumlaşacak ne de İran bölgesel siyasetindeki mevcut tutumundan ABD lehine vazgeçecektir. Daha önemlisi anlaşmanın uygulanma sürecinde taraflar bütün mesailerini sorunsuz bir şekilde uygulanması için harcayacaklardır.

Bölgesel ölçekte enerjisini İran’ı askeri ve siyasi olarak dengeleme arayışında olan jeopolitik bir bloğun varlığı dikkate alındığında ise nükleer anlaşmanın Tahran’ı sahada bir adım öne geçireceğini ve bir dengesizlik oluşturacağını da söyleyemeyiz. Nitekim Washington yönetimi, bölgedeki diğer oyuncuları fazla kızdırarak nükleer krizden daha büyük bölgesel bir krizin maliyetini katlanmak zorunda kalabilir. Daha da önemlisi, anlaşmanın sadece nükleer konularda olduğunu ve İran’ın Suriye, Hizbullah, İsrail, Yemen ve Irak gibi bütün bölgeye yayılmış dış politika tutumlarına karşı bir yumuşamayı getirmeyeceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle, İran’ın ambargolardan kurtularak daha ofensif bir dış politika izlemesi ve diğer bölge ülkelerini sıkı bir güvenlik ikilemine mahkum etmesi oldukça zordur.

Özellikle Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve İsrail’in, anlaşmanın “stratejik bir kumar” olduğunu yönelik değişmez tutumları Washington yönetiminin daha dikkatli davranmasına gerekli kılmaktadır. Ayrıca, hali hazırda ABD İran’ın bölgesel politikalarındaki mevcut tutumunu destekler görünmemektedir. Irak’ta IŞİD ile mücadele bağlamında oluşan zimmi ve geçici bir birlikteliğin dışında Obama yönetiminin İran’a yönelik tutumu oldukça nettir. Öte yandan ABD’nin nükleer program dışındaki teröre destek ve insan hakları gibi konularda İran’a yönelik ambargolarının devam edecek olması hala havuç-sopa ilişkisinin devam edeceğinin de bir göstergesi niteliğindedir.  

Sonuç olarak, gerek iç siyasetteki kısıtlar gerekse de bölgesel ölçekte İran karşıtı cephenin saflarını sıklaştırma temayülü, nükleer anlaşma sonrasında bir tür pax-İranbölgesel düzenin oluşmasını engelleyebilir. Bu nedenle Ortadoğu’nun İran sorunu, İran’ında normalleşme sancısı bir müddet daha devam edecektir.

[email protected]