Obama tarihinin sonu!

Birol Akgün - SDE Başkanı - Yıldırım Beyazıt Ünv. Öğr. Üy.
15.11.2014

Küresel sistemde jeopolitik güç mücadelesinin kızıştığı, liberal uluslararası sistemin zayıfladığı ve sistemik anarşinin arttığı bir konjonktürde Washington’daki iradesizlik, ABD ve onunla hareket etmeye çalışan müttefiklerini ciddi risklerle karşı karşıya bırakabilir.


Obama tarihinin sonu!

Birol Akgün - SDE Başkanı - Yıldırım Beyazıt Ünv. Öğr. Üy.

ABD’de yapılan ara dönem seçimlerinde altı yıldır başkan olarak ülkeyi yöneten Barack Obama’nın Demokrat Parti’si büyük bir siyasi yenilgi aldı. Vatandaşların seçime katılma oranının da oldukça düşük kaldığı ara dönem seçimlerinde 435 üyeli Temsilciler Meclisi üyelerinin tamamı yenilenirken; Senatonun 1/3’ü (100 üyenin 33’ü) ve eyalet valilerinin de yaklaşık 2/3’ü (50 eyaletin 36’sı) için seçimler yapıldı. Seçimlerin genel sonuçlarına bakıldığında, Cumhuriyetçilerin Senatodaki sandalye sayısı 52’ye ulaşırken; seçim yapılan 36 eyaletin 25’ini ve 435 üyeli Temsilciler Meclisinin de 244’ünü kazanarak Amerikan siyasi arenasında büyük bir başarıya imza attıkları gözlenmektedir.
 
Amerikan siyasi hayatı için ara dönem seçim sonuçları genel olarak, iktidardaki Başkanın partisi, Kongre ve eyalet yönetimleri için bir performans değerlendirmesi ve seçmenin kanaat notu olarak değerlendirilir. Özellikle işbaşındaki Başkan açısından yaptığı işin halk tarafından ne kadar takdir edildiğinin açık bir göstergesi, yani bir ara karne niteliğindedir. Bu açıdan bakıldığında aslında Başkan Obama’nın Amerika halkının çoğunluğunca siyaseten başarısız bulunduğuna ilişkin kamuoyu yoklamalarının verdiği alarm niteliğindeki veriler son seçimlerle doğrulanmış olmaktadır.  
 
Seçimlerin siyasi sonuçları
 
Başkan Obama ilk kez iş başına geldiği 2008 seçimlerinde Demokrat Parti, Kongrenin her iki kanadını da güçlü biçimde kontrol edecek bir çoğunluğa sahip olmuştu. İki yıl önceki seçimlerde Obama yeniden başkan seçilmiş, Demokratlar Senatodaki çoğunluğu korumuş ama Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçilerin eline geçmişti. Şimdi ise Beyaz Saray (Yürütme gücü) iki yıl daha Demokrat Partinin (Obama’nın) elinde kalırken; Kongre (Yasama organı) tamamen Cumhuriyetçilerin kontrolüne geçmiş durumdadır. Bunun siyasi anlamı, bölünmüş bir ABD yönetiminin ortaya çıkmasıdır. Aslında Amerikan siyasi tarihi ve sistemin işleyişi açısından bu tür bölünmüş hükümet dönemleri çok istisnai durumlar değildir ve geçmiş yıllarda da benzer tablolar çok yaşanmıştır. Ancak bugünlerde bölünmüş hükümeti ABD siyaseti ve dolayısıyla küresel siyaset açısından önemli ve hatta riskli kılan en önemli şey, uluslararası sistemin yaşadığı köklü değişim ve dönüşüm süreci ve bu süreçte ABD’nin nasıl bir politika izlemesi gerektiğine ilişkin Amerikan siyasi elitleri ve ABD kamuoyunda yaşanan derin kutuplaşmadır. Cumhuriyetçiler baba Bush döneminden beri ABD’nin sahip olduğu askeri gücü daha etkin biçimde kullanma ve 21. Yüzyılı da Amerikan Yüzyılı yapma arzusundayken, Demokrat Obama ABD’nin önceliğinin kendi ekonomik, sosyal (eğitim sağlık vb) ve fiziki altyapı sorunlarına öncelik veren bir iç restorasyon ve reform sürecine odaklanmak olması gerektiğini iddia etmektedir. 
 
Ancak Başkan Obama ne yazık ki dışarıdan gelen biri olarak, ne ülke içindeki reformlar için Kongreyi ikna edebildi, ne de dış politikada Avrupa ve Orta Doğu öncelikli geleneksel ABD dış politikasının eksenini Asya-Pasifik’e kaydırabildi. Bugün Amerikan halkının Obama’ya güven kaybının asıl sebebi de Obama’nın içeride ve dışarıda izlediği bu kararsız politikalardır. İçeride ekonomiyi yeniden büyüme trendine geri çevirmek, evrensel sağlık sigortası sistemini getirmek ve işsizliği azaltmak gibi öncelikli politikaları, Kongreyi ikna edemediği ve ABD kamuoyunu kendi lehine yeterince mobilize edemediği için gerçekleştirememiştir. Oysa Amerikan seçmeni için Başkan Obama’ya, iş başına gelirken kullandığı “evet yapabiliriz” (yes we can) sloganıyla güven telkin eden ve dolayısıyla Amerikayı içine düştüğü 2008 krizinden çıkarabilecek yetenekli bir siyasi lider olduğu için desteklemişti. 
 
Yes we can, but...
 
Daha da önemlisi son seçimlerde Cumhuriyetçilerin elini Obama’ya karşı güçlendiren en önemli nedenlerin biri de Obama’nın son zamanlarda dış politikada çizdiği zikzaklar ve aslında Ukrayna ve Irak’ta halkına yaşattığı utançlardır. Soğuk savaştan Sovyetlere karşı galip çıkan ve “Tarihin Sonu’nu ilan eden ABD siyasi elitleri için Berlin Duvarının yıkılışının üzerinden çeyrek asır geçtikten sonra Rusya’nın tüm Batıyı hiçe sayarcasına Kırım’ı kendi topraklarına katması ve Ukrayna’yı karıştırması; buna rağmen ABD’nin ise bazı selektif ekonomik yaptırımlar dışında olup biteni sineye çekmek zorunda kalması Amerikan kamuoyu için derin bir kriz ve psikolojik travma durumu oluşturmaktadır. Aynı şekilde Suriye’de kimyasal silahların kullanılmasına, 200 bin insanın ölmesine rağmen Başkan Obama’nın Türkiye gibi müttefiklerini yarı yolda bırakan ve Ortadoğu’da Rusya-İran operasyonlarına boyun eğen bir strateji izlemesi de Başkan Obama’ya yönelik güvensizliği artırmıştır. Nihayet Obama’nın gerek Arap Baharı sırasında Mısır, Suriye ve Irak’ta demokratik güçlere gereken desteği vermeyerek, gerekse de IŞİD gibi terör örgütlerine karşı mücadelede sergilediği tereddüt, kafa karışıklığı ve ikilemler bugün ABD halkı için Cumhuriyetçileri yeniden çekim merkezi haline getirmiştir ve 2016 seçimleri için de şanslarını artırmıştır. 
 
Seçimin dış politik sonuçları
 
Seçimlerde partisi hezimete uğrayan ve dolayısıyla Kongredeki çoğunluğunu tamamen kaybeden Obama’nın iç politikada da dış politikada da ülkeyi yönetme anlamında psikolojik güven kaybına uğradığı, erken bir dönemde “topal ördek” konumuna düştüğü söylenmektedir. Obama yönetimi artık hem içeride hem de dış politik konularda Cumhuriyetçilerle işbirliği yapmak durumunda kalacaktır. Beyaz Saray’ın rutin bürokratik yönetim işleri dışında kalan stratejik konularda inisiyatif alma ve topluma liderlik yapma imkanları zayıflamıştır. Zaten mütereddit bir siyasi liderlik sergileyen Obama’nın gelecek iki yılı maslahatı idare ile geçirmesi beklenebilir.
 
Ancak küresel sistemde giderek jeopolitik güç mücadelesinin kızıştığı, liberal uluslararası sistemin zayıfladığı, küresel yönetişim sisteminin zaafa uğradığı ve dolayısıyla belirsizlik ve sistemik anarşinin arttığı bir tarihsel konjonktürde hegemonik güç merkezi olan Washington’daki siyasi iradesizlik ABD’yi de, onunla birlikte hareket etmeye çalışan müttefiklerini de ciddi risklerle karşı karşıya bırakabilir. Bu durumu iyi okuyan ABD derin devletinin Cumhuriyetçilerin eliyle Obama’yı önümüzdeki dönemde Bush dönemini andırır savaşçı bir dış politikaya zorlamaları beklenebilir. Savaş karşıtı politika ve söylemleriyle Beyaz Saray’a yerleşen ve Nobel Barış Ödülü sahibi olan Obama’nın böyle bir savaşçı politikaya direnmesi beklenebilir. Ancak ülkedeki siyasi krizi daha fazla derinleştirmemek adına Obama’nın Cumhuriyetçilerle işbirliği yapmak için eskiye göre daha fazla askeri yöntemleri tercih etmesi de mümkündür. Örneğin, IŞİD’e karşı başlangıçta kara operasyonu yok derken, şimdilerde Obama’nın yeniden Irak’a danışman adı altında muharip asker göndermeye başlaması bu çerçevede değerlendirilebilir. Orta Doğu söz konusu olduğunda özellikle ABD-İran yakınlaşması sürecinin zora girmesi; en azından görüşmelerin zamana yayılması muhtemeldir. 
 
Türkiye ile ilişkiler bakımından ise Cumhuriyetçilerin Türkiye’nin Suriye’deki politikalar konusunda Ak Parti hükümetinin tezlerine daha yakın olduğunda şüphe yoktur. Ama aynı şekilde Cumhuriyetçiler İsrail’e de yakındırlar. Bu nedenle önümüzdeki günlerde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin İsrail (bu arada Mısır) ile barış karşılığında, Suriye’deki Esed rejiminin yıkılmasına destek verilmesi formülü ile karşı karşıya kalmaları büyük olasılıktır. Türkiye buna ne kadara hazırdır ya da AK Parti hükümeti için bu yeterince çekici bir siyasi formül olabilir mi ilerleyen günlerde bunu hep beraber göreceğiz.