Obama’dan 5 milyar dolarlık diplomasi

Yusuf Özhan Gazeteci/Yazar
8.06.2014

Suriye muhalefetinin askeri yardım taleplerini her defasında geri çeviren Beyaz Saray, bu tutumunu kademeli olarak değiştiriyor. ABD’nin Suriye ve Ukrayna krizlerinde “siyasi çözüme” bir türlü ikna edemediği Rusya’ya karşı, kuralları Beyaz Saray’ın koyduğu, risklerin ise müttefikler arasında dağıtıldığı yeni bir planla Suriyeli muhaliflere 5 milyar dolarlık silah yardımı yapılacağı açıklandı.


Obama’dan 5 milyar dolarlık diplomasi

Suriye iç savaşını ilgilendiren gelişmeler giderek hız kazanıyor. Son olarak ABD Başkanı Barack Obama, Kara Harp Akademisi’nde yaptığı konuşmada Amerikan yönetiminin Suriye silahlı muhalefetine askeri yardımda bulunacağını açıkladı. Buna paralel olarak Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçılar eliyle ülkeyi tam teşekküllü bir iç savaşa sürüklemeye kararlı gözükmesi, Suriye politikaları nedeniyle ABD ile Suudi Arabistan’ı karşı karşıya getiren Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan’ın görevden alınışı ve Suriye silahlı muhalefeti içerisinde yaşanan bir dizi gelişme, bu durumu tetikleyen diğer unsurlar arasında yer aldı.

Bu aşamada muhalefetin bugüne kadarki silah taleplerini her seferinde geri çeviren Beyaz Saray’ın mevcut politikasını gözden geçirerek kurallarını kendisinin belirlediği ancak risklerini müttefikleriyle paylaştığı yeni bir konsept oluşturmak istediği görülüyor. Suriye rejiminin kimyasal silahları vaktinde teslim etmeyeceğinin kesinleşmesi ve rejimin envanterindeki bazı silahları uluslararası toplumdan gizlediğinin ortaya çıkması da önümüzdeki süreci hızlandırabilecek en önemli başlıklar arasında yer alıyor.

İki rejimli savaş

Suriye silahlı muhalefeti bir yandan Suriye rejimi, İran, Irak ve Hizbullah milisleriyle aralıksız şekilde savaşmaya devam ederken, diğer yandan da abluka altına alınmaya çalışılan yol ve şehirlere düzenlenen hava saldırılarına karşı koymaya çalışıyor. Bunlara Irak El Kaidesi eski lideri Ebu Ömer el-Bağdadi liderliğindeki ekipte hiç yer almamış olan, kendisinden önceki lider kadrosunun en tepe iki isminin aynı anda öldürülmesiyle sonuçlanan roket saldırısından burnu bile kanamadan kurtulan Ebubekir El Bağdadi liderliğinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı verilen savaş da eklendiğinde, muhalefetin aslında “iki rejimle” birden başa çıkmaya çalıştığı gerçeği ön plana çıkıyor.

Ocak ayından bu yana 3 binden fazla Suriyeli muhalifin yaşamını yitirmesine yol açan bu çatışmalar sonucunda hızla kan kaybetmeye başlayan IŞİD, tüm iç savaş boyunca rejim koalisyonuna karşı düzenlediği intihar saldırılarının en az on katını muhaliflere karşı gerçekleştirerek kararlılığını da ortaya koyuyor. Bünyesinden kopuşları engellenmek için her geçen gün daha sert tedbirlere başvuran örgüt, fetvacılarıyla kendisine tabi olmayan tüm aktörleri “Esad rejiminden de tehlikeli” bir düşman olarak çerçeveleyerek son derece agresif bir savaş sürdürüyor.

Hizbullah dönülmez yolda

Muhaliflerin IŞİD’in yanısıra tarihsel varlık nedenini “İsrail direnişi” şemsiyesi altında meşrulaştıran Hizbullah’a karşı verdiği savaş da, IŞİD-El Kaide arasında yaşanan ayrışmaya benzer bir kırılmaya yol açıyor. Hizbullah’ın Mayıs 2013’te rejimin çöküşünü engellemek, Lübnan sınırını kontrol altına almak ve Lübnan’daki Şii bölgelere karşı düzenlenebilecek bombalı eylemleri durdurmak amacıyla parçası haline geldiği iç savaş, zamanla rejim helikopterlerine binen milislerin muhalif bölgelere varil bombaları atmaya dönüşmesiyle tarihsel bir kırılıma yol açıyor. İran tarafından kurulan ve Sünni tabanda da geçmişte geniş karışılık bulan örgütün İsrail direnişini ikinci plana atarak tüm gücünü Suriye’deki silahlı muhalefeti bastırmaya harcaması, Hizbullah’ı hızla kuruluş ilkelerinden uzaklaştırarak geri dönüşü mümkün olmayan bir yola sokuyor. İlk işaretleri Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastinde rol oynayan 5 kişiden 4’ünün Hizbullah üyesi olmasının ortaya çıkmasıyla beliren bu savrulma, Suriye iç savaşıyla zirve noktasına ulaştı. Tabanın mobilizasyonu için geliştirilen mezhep söylemlerinin de zamanla hareketi tepeden tırnağa esir alması, bu savrulmayı daha ileri noktalara taşıyor. Bu durum Hizbullah’ın Lübnan’daki konumunu kalıcı olarak etkileyecektir.

Genel hatlarıyla sahadaki durum böyleyken Amerikan yönetiminin silah yardımı sözünü tutup tutmayacağı, yardımların gerçekleşmesi halinde silahların hangi gruplara gideceği ve bunun dengeleri nasıl etkileyeceği şimdilik tamamen bu konseptin paydaşlar tarafından nasıl icra edileceğine endeksli gibi gözüküyor. Amerikan yönetimi ile Suudi Arabistan arasında sahada yaşanan geçmişteki anlaşmazlıkların Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan’ın “saray darbesi” ile görevden alınmasıyla tekrarlanmayıcığını, bölgedeki diğer aktörlerin de ABD’nin çizmek istediği rotanın dışına pek çıkmak istemeyeceğini düşünebiliriz. Bu nedenle paydaşlar arasında en önemli rol ise sahadaki silahlı muhalefete düşüyor. Beyaz Saray’ın prensipte yeşil ışık yaktığı yardımların serbest bırakılması için bu gruplar arasında hiçbir karışıklık yaşanmamasını şart koşacağına emin olabiliriz. Muhaliflerin böyle bir organizasyonu sağlayabilmesi için ise bir dizi engeli yolundan kaldırması gerekiyor.

Misak, engelleri aşıyor

Üstesinden gelinmesi gereken bu engellerin en başında ise silahlı muhalefetin bel kemiği konumundaki Suriyeli İslami gruplara karşı yürütülen marjinalleştirme kampanyası geliyor. Bölgesel aktörlerden İsrail’e yakın odaklar tarafından “cihadi,” İran ve Hizbullah’a yakın odaklar tarafından ise “tekfirci” sıfatlarıyla radikalleşme parantezine alınarak saf dışı bırakılmaya çalışılan bu gruplar alt alta sıralandığında sahada hiçbir “cihadi olmayan İslami unsur” kalmayacağını görebiliriz. Silahlı muhalefetin en güçlü çatı örgütü İslami Cephe tarafından 17 Mayıs’ta “Devrim Misakı” adıyla yayınlanan bildiri de, devrimin lokomotifi konumundaki bu grupların önüne çekilmeye çalışılan engelleri aşmayı hedefliyordu. Devrim Misakı çağrısı, sahadaki askeri koordinasyonun siyasi arenaya da taşınması için atılmış önemli bir adımdı. Misak, Suriye silahlı muhalefetinin kaderini olumsuz yönde etkileyebilecek girişimler karşısında Batı’ya verilen açık mesajlar taşıyordu. Misak ile hem Suriye devriminin dini, siyasi, etnik ve mezhepsel boyutlarına değinildi, hem de İslami gruplarla El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi arasına mesafe konuldu. Irak Şam İslam Devleti örgütüne karşı top yekün mücadele kararı yinelenirken, rejimin mutlak mağlubiyeti karşısında bölgesel istikrarın yeniden tesis edilebilmesi için bir çerçeve oluşturuldu.

Diplomatik kalkan

Suriye silahlı muhalefetini ilk olarak ocak ayında böyle bir bildiri için bir araya getiren bu zorlukları daha iyi anlatmak için İslami Cephe’nin Siyasi Kanat Sorumlusu Ebu Abdullah Hamavi künyesi ile bilinen Hasan Abbud örneğine bakılabilir. Abbud, İngiliz istihbaratı MI6’in eski Terörle Mücadele Daire Başkanı Richard Barrett’ın The Soufan Group’da yayınlanan “Suriye’de Yabancı Savaşçılar” başlıklı raporunda doğrudan El Kaide unsuru olarak tanımladığı ve silahlı muhalefetin en güçlü İslami grupları arasında yer alan Ahrar’uş Şam grubunun liderliğini üstleniyor. Ahrar’uş Şam, İsrail’e yakınlığı ile bilinen The Foundation for Defence of Democracies kuruluşu uzmanlarından Jonathan Schanzer’ın da Ebu Halid Es Suri adlı komutan üzerinden El Kaide ile ilişkilendirmeye çalıştığı örgütler arasında en başta yer alıyordu. Her ne kadar Brookings Institute’un kıdemli Suriye analisti Charles Lister bu konuda diğer uzmanlarla aynı görüşü paylaşmasa da, El Kaide’nin eski mensuplarından Suri’nin Ocak 2014’te IŞİD ile Nusra Cephesi arasında çıkan savaşta kendisini harici ilan eden IŞİD’in suikast timlerince öldürülmesi üzerine konu büyük ölçüde rafa kaldırılmıştı. Bugün ise İslami Cephe adına Ahrar’uş Şam lideri Hasan Abbud tarafından okunarak tüm silahlı muhalefetin onayına sunulan Devrim Misakı, cihadi/tekfirci kampanyanın önüne geçilebilmesi doğrultusunda atılmış stratejik bir adım olarak kabul ediliyor. Bu yönüyle Devrim Misakı, Suriye silahlı muhalefetini devrim maddelerine cevap vermeye ikna ederek, karşılığında gruplara uluslararası arenada diplomatik kalkan hizmeti görebilir. 

Rusya ikna edilemedi

Amerikan yönetimi “krizin askeri yollardan çözülemeyeceği” açıklamalarıyla daralttığı dış politika alanını silahlı muhalefetin bu adımlarıyla yeniden genişletebilir. Rusya’nın Suriye’de olduğu gibi Ukrayna’da da bölgesel çıkarlarını takip ederek müttefiklerinden hiçbir yardımı esirgememesi, Obama’yı da Suriye krizinde daha agresif adımlar atmaya zorladığını düşünebiliriz. Nitekim Amerikan yönetimi, tüm yaptırımlara rağmen, Rusya’yı ne Suriye’de ne de Ukrayna’da “siyasi yollardan çözüme” yanaşmaya ikna edebilmiş gözükmüyor. Bu şartlarda Beyaz Saray’ın Suriye’deki iç savaştan uzak kaldığı her geçen gün, Amerikan dış  politikasının uzun vadede yüzleşmek zorunda kalacağı problemleri daha da derinleştiriyor. Rejimin mutlak galibiyeti halinde Rusya, İran ve Hizbullah’ın Ortadoğu’da daha da güçleneceğine kesin gözüyle bakılırken, Suriye’yi terk edecek binlerce deneyimli savaşçının gittikleri ülkelerin ulusal güvenliğini daha fazla tehdit edeceği konusu ise artık spekülatif olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmeye başlamıyş durumda. Muhaliflerin galibiyeti halinde ise El Kaide’nin savaştan güçlenerek ayrılacağı, bu durumun da küresel güvenliği tehlikeye atacağına inanılıyor. Bunun en somut yansımalarından bir tanesi ise Nusra Cephesi’nin Golan Tepeleri yakınlarında kaydettiği ilerleme karşısında İsrail’in aldığı geniş güvenlik önlemleri gösterilebilir.

Amerikan yönetiminin bu iki varsayım çerçevesinde krizden daha fazla uzak kalmamayı tercih ettiğini farz edecek olursak, bu kararın kısa sürede başarıyla uygulamaya konulması halinde önümüzdeki haftalarda Suriye ve Ukrayna’da önemli gelişmelerle karşı karşıya kalacağımızı söyleyebiliriz.

[email protected]