Barack Obama için ikinci başkanlık dönemi, özellikle ‘topal ördek’ haline gelmeden önce- içeride ve dışarıda daha cesur ve idealist politikalar takip edebilmesini mümkün kılacaktır.
KILIÇ BUĞRA KANAT/Penn State Üniversitesi - Washington
Amerika’daki başkanlık seçimleri birçoklarının da beklediği gibi Başkan Obama’nın zaferiyle sona erdi. 6 Kasım’da yapılan seçimlerin sonuçları şüphesiz Amerika’nın iç ve dış politikasının geleceği açısından önemli etkiler yaratacaktır. Eğer kendisinin de istemesi halinde önümüzdeki dönem -özellikle de Obama’nın “topal ördek” haline gelmeden önceki zaman dilimi -başkan Obama için bu alanlarda daha cesur ve idealist politikalar takip edebilmesi için uygun bir psikolojik ortam hazırlayacaktır. Başkan Obama muhtemelen 21 Ocak’ta yapacağı başkanlık konuşmasında ikinci dönemindeki siyasi öncelikleeri konusunda bazı önemli ipuçları verecek. Ancak bunun öncesinde uzun süren seçim yarışında adayların söylemi, izlediği stratejiler ve vaadettiği politikalar ve seçimlerde ortaya çıkan tablo gelecek dönemde Amerika’daki iç ve dış politikanın öncelikli maddeleri konusunda bazı ipuçları veriyor bize.
İç politika ve Latino seçmen
Öncelikle seçim sonuçları itibariyle Amerika’daki iç dinamikler açısından öne çıkan unsurların başında Amerika’daki Latin Amerika’lı göçmenlerin siyasi davranışları ve oy kullanma dinamikleri geliyordu. Özellikle seçimin kaderini belirleyen kilit eyaletler arasında olan Nevada, Colorado ve Florida gibi eyaletlerde bu grubun oy verme şekli seçimin sonucunda belirleyici rol oynadı. Bu durum nüfusları hem yüksek doğurganlık hem de hızlı göç sebebiyle gittikçe yükselen Latino’ların önümüzdeki yıllardaki seçimlerde Amerika’nın kilit seçmen kitlesi haline geleceğini gözler önüne serdi. Bu grubun gelecekte de 2012 seçimlerinde olduğu gibi Demokrat Parti’ye eğilim göstermesi halinde –ki yapılan araştırmalarda Latino seçmenlerin yüzde 75’inin Obama ve sadece yüzde 23’ünün Romney’i desteklediği belirlendi- bundan sonraki seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’nin aynı göç karşıtı söylem ve politikalarla seçimi kazanması oldukça zorlaşacak.
Latino seçmenlerle ilgili bu durum Amerika’da orta ve uzun vadede yeni bir demografik dönüşümün ve etnik gruplar arasında yeni bir güç dengesinin ortaya çıkacağının işaretlerini veriyor. Nüfus olarak yaşanacak bir artış siyasi anlamda görünürlük ve etki ile ekonomik refah ve güçlenmeyi de beraberinde getirecek. Bu dönüşümün mevcut çoğunluk tarafından ne şekilde algılanacağı ve diğer grupların Latin Amerikalıların artan etkisine göstereceği tepki Amerika’daki toplumsal uyumu da etkileyebilir. Bunun yanında özellikle bu seçimlerden sonra başta Cumhuriyetçi Parti olmak üzere siyaset alanının Latino oyları daha fazla ciddiyetle ele almaya başlaması Latino nüfusun bu partilerin ideoloji ve stratejileri üzerinde de dönüştürücü etki yapmasının önünü açacaktır. Özellikle Cumhuriyetçi Parti bu grubun oylarını kazanabilmek için kendini yeniden tanımlama çabasına girecektir. Zira artık “vitrin isimler” ile bu grubun oylarını kazanmanın mümkün olmadığı görüldü. Bu çaba ya Cumhuriyetçi Parti’yi göç konusunda daha ılımlı bir çizgiye getirecek ya da önümüzdeki dönemde Cumhuriyetçi Parti’de tehlikeli bir kırılmaının önünü açacaktır. Parti içinde bu konuda bir yeniden yapılanmayı hazmedemeyecek aşırı sağ unsurlar partinin içinde veya parti dışında yeni oluşumlar ile göç ve göçmen karşıtı bir toplumsal hareketin fitilini ateşleyebilir. Bu durum Cumhuriyetçi Parti’de bir bölünmeye sebep olmasının yanında Amerika’daki ırk ve etnik tartışmalarını da yeniden gündeme getirebilir.
Latino oylar son olarak Amerikan dış politikası açısından Amerika’nın Latin Amerika ile ilişkileri üzerinde de önemli yansımaları beraberinde getirebilir. Latino seçmenin bölgeye yönelik dış politika talepleri ve Latino politikacıların Amerikan dış politikasında daha etkin pozisyonlara gelmesi Amerika’nın bölgeye yönelik stratejisinde dönüştürücü etkiler yaratabilir. Senelerce Florida’daki Küba asıllı seçmenlerin Amerika’nın Küba’ya karşı politikalarını etkilemeye çalışmasının ve lobi faaliyetlerinin benzeri durumlar bundan sonra da diğer Latin Amerika ülkelerine yönelik olarak yaşanabilir. Bu durum Monroe Doktrini’nden bu yana Amerika’nın Latin Amerika’ya karşı politikalarında yaşanan en önemli değişim politikalarının da önünü açabilir.
Dış politika ve ticari ilişkiler
Seçimlerde Libya olaylarına kadar sürekli olarak ikinci planda kalan dış politikada Obama’nın ikinci döneminde büyük oranda birinci dönem meydana gelen politikaların devamı gözlemlenecektir. Zira ülkenin öncelikli meseleleri arasında hala ekonomi birinci sırada yer alıyor. Ekonominin yeni bir resesyon döngüsüne girmesini engellemek ve finansal piyasalarda Amerika’ya olan güvenin artmasını sağlamak için başkan Obama önceliği bu alandaki stabilizasyona verecektir. Bu noktada Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu tekrar kazanan Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre’deki liderleri ile yeni bir diyalog arayışına girilmesi ve özellikle önümüzdeki yıllardaki bütçe görüşmelerinde bir önceki senelerde yaşanan krizlerin ortaya çıkmasını engellemek Obama’nın zamanının önemli bir kısmını alacaktır. Ancak yine de bir önceki dönemde büyük bir iddiayla ortaya atılan Asya Pasifik ve Afrika stratejileri önümüzdeki dönemde Amerikan dış politikasındaki öncelikli yerlerini korumaya devam edecek.
Obama için ikinci dönemde dış politika alanındaki öncelik Amerika’nın ticaret hacminin artırılması ve ekonomik çıkarlarının korunması yönünde çalışmalar olacaktır. Amerika’nın dünyadaki konumunun önündeki en büyük tehdit olarak görülen ekonomik meselelere karşı adı “economic statecraft” ve “economic diplomacy” olarak konulan yeni strateji belki de daha agresif bir şekilde sürdürülmeye çalışılacak. Bu strateji bir yandan ticaretin yoğunlaştığı Güney Çin Denizi gibi bazı bölgelerde Amerika’nın bir aktör olarak ortaya çıkmasının önünü açacakken öte yandan yeni ticaret alanlarının da keşfi için büyük bir diplomatik seferbeliği beraberinde getirecektir. Bu noktada enerji güvenliği ve enerji piyasalarındaki istikrarın Amerikan çıkarları dahilinde korunmaya çalışılması daha dikkatli bir şekilde sürdürülecektir. Zira ekonomideki kırılganlık ve ekonomik rakamların en ufak titreşimlere dahi duyarlı yapısı bu alanda meydana gelecek çok kısa krizlerin dahi dalga boyunu Amerikan ekonomisi için tehlikeli boyutlara yükseltebilir. Bu durumu önlemek için her ne kadar artık bir lanetli kavram muamelesi görünümünde olsa dahi enerji piyasası açısından kritik bölgelerle ilişkilerde “engelleyici önlemler” alınabilir.
Hem ekonomik hem de stratejik açıdan Amerika’nın önümüzdeki dönemdeki yüzü daha fazla Asya Pasifik bölgesine yönelecektir. Çin ile ticari ilişkilerin meydana getirdiği Amerika’daki dış ticaret açığı ve Amerikan endüstri devlerinin fabrikalarını Çin’e taşıması sonrası ortaya çıkan olumsuz hava Amerika Çin ilişkilerinde ekonomik meselelerin bu dönemde de gündemde kalacağını gösteriyor. Bu noktada iki ülke arasında devam etmekte olan Stratejik ve Ekonomik Diyalog toplantıları mevcut güdük sonuçları çıkarmaya devam eder ve özellikle Çin’in para biriminin değerlenmesi konusunda iki ülke arasında yaşanan anlaşmazlıklar çözümlenemesse iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça gergin günler yaşayabilir.
Bununla birlikte Çin’in Amerika’nın ulusal çıkar alanı olarak tanımladığı Güney Çin Denizi’nde Filipinler ve Doğu Çin Denizi’nde Amerika’yla savunma anlaşması olan Japonya’yla yaşamakta olduğu irili ufaklı adaların kıta sahanlığı ve hususi ekonomik bölge sorunlarının bu ülkelerle Çin arasında sıcak bir krize yol açması durumunda Amerika’nın bölgede yapacağı güç gösterileri de ikili ilişkileri gerebilecek bir başka unsur olacaktır. Meydana gelebilecek bu gibi krizler sırasında daha aktif rol oynaması beklenen savunma kadrolarının- özellikle de donanmaların- krizler karşısında soğukkanlılığını koruyabilmesi özel önem arzediyor. Zira özellikle liderlik değişimi yaşayacak Çin’de geçiş dönemlerinde meydana gelen yol kazalarının uluslararası krizleri beraberinde getirebildiği ve bölgedeki Çin ile Amerika arasında denge oyunu oynayan irili ufaklı devletlerin de bu tip bir sıcak temasa yol açabileceği hatırda tutulması gerekiyor. Bunlara Çin’de hızla yükselmekte olan aşırı miiliyetçilik, Tayvan sorunu, insan hakları meseleleri gibi artık ilişkilerde olağan şüpheli halindeki darboğazlar da katıldığında ikili ilişkileri zorlu ve uzun bir yol bekliyor.
ABD’nin yeni açılımları
Amerika’nın önümüzdeki dönemde dikkatini yönlendireceği bir başka bölge de Afrika olacaktır. Bölgede yapılacak Amerikan girişimleri aslında Asya Pasifik’de yapılması planlanan ve yapılmaya başlayan siyasi ve ekonomik ataklarla paralellik taşıyor. Afrika stratejisinin de en önemli parçalarından biri bölge ülkeleri ile yapılacak ticari hacminin geliştirilmesi meselesi. Son yıllarda dünyada en hızlı büyüyen on ekonominin altısına ev sahipliği yapan Afrika kıtası yeni ekonomik alanlar ve ticari fırsatlar açısından Amerikan ekonomisi için özel önem taşıyor. Son onbeş senedir Çin’in bölgede özellikle doğal kaynaklar odaklı izlediği proaktif ekonomik dış politika karşısında sembolik ziyaretlerin ötesine bir türlü geçemeyen ABD yönetimi özellikle Bush yönetiminin son yıllarından itibaren önceleri askeri odaklı da olsa daha aktif bir politika izlemeye başlamıştı. Ancak son yıllarda özellikle de bu yılın başında Obama yönetimi tarafından ilan edilen yeni Afrika Stratejisi ve sonrasında Hillary Clinton’un bölgede 11 başkente yaptığı gezi turu ile ABD bölge ülkeleriyle ilişkilerin çok yönlü bir hale gelmesi ve ABD’nin bölgedeki ekonomik imkanlardan daha fazla yararlanmasına yönelik bir yol haritası ortaya koydu. Bu sayede ABD hem bölgede varlığını muhkemleştirmeyi hem de ekonomik açıdan bölgede ortaya çıkmaya başlayan fırsatları değerlendirmeyi amaçlıyor. Bunlarla birlikte Amerika Afrika’ya yönelik stratejesiyle Çin’in bölgede yarattığı etkinliği dizginlemeyi ve bazı silahlı grupların Afrika’daki devlet kontrolünde olmayan bölgelerde yuvalanmaya başlamasının önünü almayı da hedefliyor.