Öğrenci prekaryasının sivil zayiatı

Doç. Dr. Adem Palabıyık / Bitlis Eren Üniv., Sosyoloji Bölümü
12.02.2021


Öğrenci prekaryasının sivil zayiatı

İnsanların dünya hakkındaki düşündükleri başka, düşünürken kullandıkları terimlerse daha başkadır. Tarihin büyük bölümünde ve dünyanın büyük kısmında bir avuç eğitimli ve önyargılardan arınmış insanın dışında hemen herkesin dünyayı tasarlarken kullandıkları terimler, kendi geleneksel yaşam tarzlarının bir yansımasıdır. Bu terimler aynı zamanda bir metafora karşılık gelebilmektedir. İşte endişeli Boğaziçililer bileşke terimi de böylesine bir gerçekliği kendi içerisinde barındırmaktadır, yani "öğrenci prekaryasının sivil zayiatı" olma adaylarıdır. Öğrenci prekaryasının sivil zayiatı kavramsallaştırmasıyla ise prekaryanın anti-tezi anlamında bir bağlam kast edilmektedir. Yani Boğaziçi'ndeki protestocu öğrenciler; maalesef asıl güvensiz olan sınıfların hınç ile dolmuş, kullanılan, canhıraş biçimde bağıran, beyaz yakalıların söylemlerini yansıtan, gerektiğinde "artık" olarak konumlandırılan, akıbeti ve konumu nihilizme göre dönüşen, gevşek, kendisinden olmayana yabancı/öteki olan, politikacıların provokasyonuna, demagojisine, manipülasyonuna açık, çok parçalı ve belirsiz bir varoluşu yaşayan sınıfsız sınıflılar olarak tanımlanabilir. Aslında etimolojik olarak bakıldığında metaforun eylemlerle bağlantılı olduğu söylenebilir.

Melez anlamlar

Toplumsal ilişkilerde eylemin yeri neyse dilde de metaforun yeri odur. Yani metaforlar, 'belirli bir mekândaki sözcüklerin ilişkilerini değiştirerek, sözcükleri onların her zamanki ortamlarından çıkararak, önceden belirlenmeyen ama her zaman da parçaların toplamından daha fazla bir şey olan melez anlamlar' yaratmaktadır. 'Endişeli Boğaziçililer' tabiri de bir metafor olarak bu tür bir melez anlamı içermektedir. Aslında 'Endişeli Boğaziçililer' metaforu, artan ve yükselen bir muhafazakârlığın yada siyasal muhafazakarlığın karşısında oluşan bir katlanabilmeyi, yani kabullenmeyi içerirken, bunun sadece bir endişe olarak yansıtılması doğru değildir.

Endişeli Boğaziçililer yani öğrenci prekaryasının sivil zayiatı, AK Parti'nin durduğu ideolojik zeminin biraz da hazmedilememesi ile ilişkilendirilebilir. Muhafazakârlığın yükselişine karşı oluşturulan hoş görememek anlayışı da, endişeli Boğaziçililerin bu hazmedemeyişinin bir diğer metaforudur. Ortada bir kabul yoktur, zaten kabul olsaydı, muhafazakârlığı kamusal alanda hoş görmek gerekmeyecekti. 'Kabul etme ama hoş da görme' anlayışı endişeli Boğaziçililerin, endişeli birey kavramını üretmelerinin diğer bir nedeni olabilir. Buna bakılırsa, muhafazakârlık da bir metafor olarak kullanılabilir. Esas hoşgör(eme)mek dindarlığın kamusal alana çıkmasıyla başlamış sayılabilir.

Hoşgör(eme)mek

Aynen başörtülü öğrencilerin ya da Anadolulu gençlerin 80'li yıllarda okumak için Türkiye'nin batısındaki üniversitelere gitmelerini hoşgör(eme)mek gibi...

Bu diyalektik, Türkiye'nin tarihinde hemen hemen her dönem görülmüştür. 'Din elden gidiyor' metaforuyla devlete karşı yapılan isyanlar; 'şeriat geliyor' metaforuyla sindirilen dindarlar; 'komünizm geliyor' metaforuyla şevklendirilen milliyetçiler; 'hakkınızı koruyacağız' metaforuyla Kürt halkını dolandırmaya çalışan PKK'lılar; 'modernleşiyoruz' metaforuyla Anadolu insanlarının hayatından yerel kültürü silmeye çalışanlar; 'Türkçenin öğretilmesi' metaforuyla ezanı Türkçeleştirip Anadolu insanını devlete düşman edenler; vb. gibi birden fazla metaforik vaka, ülkemizin tarihinde yer edinmiştir. Lakin tüm metaforların iki ortak yönü vardır. Birincisi, hiçbir metafor toplumsal yarar getirmemiştir. İkincisi ise hiçbir metaforik kavramın içi doldurulamamıştır. Endişeli Boğaziçililer veya öğrenci prekaryasının sivil zayiatı kavramsallaştırması da böylesine bir yapı arz etmektedir. Sosyolojik anlamda bu bileşkenin arkasında farklı bir anlamın olduğu aşikârdır. Çünkü mevcut kavramsallaştırma esas anlamını ortaya koyarken farklı yerlere atıf yapma ihtiyacı hissetmektedir. Endişeli Boğaziçililer kavramı da kendisini izah ederken farklı metaforlara atıf yapmaktadır: 'Yükselen muhafazakârlık', 'artan dindarlık', 'hoşgör(eme)me', 'AK Parti'nin politikaları', 'laiklik', 'kayyum rektör', vb. epistemolojisinden ve ontolojisinden kopuk olan endişelilerin dile getirdikleri bu metaforlar, çatı olarak endişeli Boğaziçililer altında birleşiyorsa, bir defa daha durup düşünmek faydalı olacaktır...

Avrupa'dan iki örnek

Avrupa tarihinden bu duruma verilecek iki güzel örnek mevcuttur. Biri 'cadı avı', diğeri ise Marx'ın 'Din, kitlelerin afyonudur' sözü. Cadı avı, kilisenin söylemlerini kabul etmeyen, reddeden ve bu yüzden de kilisenin düşman ilan ettiği kadınların vahşice katledilmesidir. Ne zaman kilise, kendi söylemlerinin dışında bir şey duyarsa bunu 'cadı' metaforuyla ortadan kaldırma yolunu seçmiştir.

Kaygan bir sınıf

İkinci olarak Marx'ın sözüne geldiğimizde ise karşımıza metafor gibi görünen ama gerçekliğin kendisini anlatan bir yapı ortaya çıkar. Marx, Ortaçağ'dan yeni çıkmış, Fransız ve Endüstri devrimlerini yeni yaşamış bir toplumun dininin şekillenmesine şahit olmuştu. Tanrı adına olur olmaz şeyler vaat eden papazları kim olsa ölesiye eleştirirdi. 18. yüzyılın filozofları, yılmadan usanmadan doğal ahlakın ve bireysel özgür düşünüşün sahip olduğu yüksek kişisel ölçütlerin Hıristiyanlıktan daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardı, Marx'ın yaptığı da bunun devamıydı. Yani "din, kitlelerin afyonudur" sözü bir metafor değil, kendi tarihi dinamikleri ile açıklanabilen ve takiyyecilik barındırmayan bir gerçeklik arz etmekteydi. Bu iki örnek, metaforun, ne olup ne olmadığını anlamak için yeterli sayılabilir. İşte 'endişeli Boğaziçililer' veya öğrenci prekaryasının sivil zayiatı metaforu da bu şekilde değerlendirilmelidir. Sosyolojik olarak bu kavram bileşkesi, izah için kendi iç dinamiklerine değil, dış dinamiklere; yani kendisinden bağımsız dinamiklere başvurmak zorunda kalmaktadır. Kavramın tarihsel sosyolojik yapısı da mevcut değildir. Tarihsel sosyolojide İbni Haldun'a göre, tarihin dış yüzü tarihi, iç yüzü ise sosyolojiyi ilgilendirir. Lakin 'endişeli birey' kavramı bu yapıyı da içermez. Kendini açmak için epistemolojik anlamda 'piç' (Peter Winch'ten alma) dinamiklere başvurur ve arkaik anlamda bir çözümlemeye tabi tutulamaz. Çünkü bu kavram, gerçeğin kaygan zemininde tutunmak için farklı kollara sarılmak zorunda bırakılan bir metafordur.

Praksis yoksunluğu

O halde 'endişeli Boğaziçililer' veya öğrenci prekaryasının sivil zayiatı, gerçekliğin dışında bir şeye işaret eden ve kapitalist dünya içerisinde, kendisine kavram pazarında yer bulmaya çalışan sosyolojik bir kavram değil, ucuz bir metaforik metadır. Emek gücünden ve sınıf bilincinden yoksun bir parçalanmışlıktır. Endişeli modernliğin bir sınıf bilinci de mevcut değildir. Çünkü işin özünde bir praksis yoksunluğu vardır. Marx'ın vurguladığı "kendinde sınıf" ve "kendisi için sınıf" anlayışlarından kendinde sınıfın hiçbir getirisi yoktur. Endişeli Boğaziçi protestocuları metaforu da böylesine bir sınıf anlayışına sahiptir. 'Endişeli Boğaziçililer' metaforunda bir benzetme de mevcuttur. Bazı akademisyenler tarafından idrak edilemeyen ama buna rağmen istenilmeyen bir toplumsal gerçeklik, "endişe" metaforu ile açıklanmıştır, yani "istememe", "endişe" ile eşdeğer kabul edilmiştir, hâlbuki burada Aristocu bağlamda bir mantık hatası vardır. Benzetmeler, metaforların ilk aşamasıdır. Metaforlar da benzetmelerde olduğu gibi anlatılmak istenilen kavram, onunla bir yönden benzerliği olan başka bir kavramla anlatılmaya çalışılır; metaforlar, genellikle söylemi süslemeye yönelik söz sanatından ibaret sayılır, ama önemi bundan çok daha fazladır. "Endişeli Boğaziçililer" de söylemin süslenilmesinden ziyade simüle edilmiş bir hiper-gerçekliğe (ikna edilmiş bir yalana) karşılık gelmektedir.

'Biz kibri'

Baktığımızda, "endişeli Boğaziçili veya öğrenci prekaryasının sivil zayiatı" kavramsallaştırmasının herhangi bir sınıfsal yapı da içermediğini görebilmekteyiz. O halde bu bileşke kavram, sosyolojik anlamda izah edilebilir değildir, olsa olsa yalnızca hayali bir gerçekliğe yahut mevcut polarizasyonun "biz kibrine" işaret eden bir tepki, yani hoşgör(eme)me/katlanamama metaforudur. İfade ettiğimiz bu kavramın bütünlüğünün aslında nasıl bir gerçekliğe karşı geldiği muğlaktır; bir tepkiyi mi, bir katlanmayı mı, bir endişeyi mi, bir hoşgörüyü mü ya da bir fetişleştirilmeyi mi işaret ettiği açık değildir. Sosyolojik bir analiz yapmak ve bundan bir sonuç çıkarmak pek tabii sosyolojinin doğasına uygundur. Unutulmamalıdır ki; Marx'ın "sosyalist toplum" diyalektiği sosyolojik bir analizdir ama sosyolojik anlamda da netice itibarıyla bir "ütopya"dan başka bir şey değildir.

[email protected]