Öğretmenlik düşüşe geçti... İtibarı en hızlı yükselen meslek aktörlük

Röportaj: Hale Kaplan
5.09.2020

Lütfi Sunar: “Öğretmenlik en dramatik kayıplardan birine sahne oluyor. 2015'te yayımladığımız ilk araştırmada bütün meslekler arasında 4. sırada çıkmıştı şimdi 14. sırada. Kamudan ziyade özel sektördeki hizmet işlerinin itibarında da artış var; medya, sanat ve spor meslekleri bu artışta önemli bir yer tutuyor.”


Öğretmenlik düşüşe geçti... İtibarı en hızlı yükselen meslek aktörlük

İlki 2015 yılında hazırlanan Türkiye’de Çalışma Hayatı ve Meslekler Araştırmasının ikincisi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Lütfi Sunar’ın yürüttüğü Toplumsal Yapı Araştırmaları Programı (TYAP) kapsamındaki araştırma Türkiye’de çalışma hayatına dair temel dinamikleri, değerleri, değişimleri ve özellikle mesleklerin itibar hiyerarşisini ortaya koyuyor.

Sizi böyle bir araştırma yapmaya iten ne oldu?

Çalışma hayatı Türkiye’de giderek daha sık gündeme geliyor. Mesela geçtiğimiz günlerde üniversite tercih sonuçları açıklandı. İki milyona yakın genç, kendilerine meslek kazandırmasını umdukları bölüm ve programları yazdı. Birçok kişi şu veya bu bölümden mezun olmanın getireceği iş imkanları hakkında fikir edinmek için sosyal çevresine sordu, araştırdı.

Çünkü mesleklere dair sosyolojik bilgi, toplumda en geniş anlamda ve en sık ihtiyaç duyulan bir bilgi. Bu hem bireysel ölçekte bütün vatandaşların ihtiyaç duyduğu bir şey, hem de kurumsal anlamda kamunun da özel sektörün de bugüne dek elinin zayıf olduğu bir alan. Oysa mesela yine çok konuşulan genç istihdamı meselesine doğru yaklaşmak için de bu bilgi şart.

Bizim araştırmamız Türkiye’de çalışma ve hayatına dair temel dinamikleri, değerleri, değişimleri ve özellikle mesleklerin itibar hiyerarşisini açığa çıkarmak noktasında böyle bir ihtiyaca karşılık geliyor. 2015’te ilkini yayınlamıştık, şimdi daha kapsamlı ve karşılaştırmalı olarak ikincisini yayınladık.

Ne kadarlık bir sürede, nasıl bir sahada çalıştınız?

Araştırma 2019’da yapıldı. Türkiye çapında bir anket uyguladık. Örneklemde 2711 kişi var. Örneklemin hane büyüklüğü, gelir, yaş, eğitim ve yerleşim yeri gibi temel bilgileri Türkiye’nin toplam nüfusuyla büyük uyum içinde. Bu da temsil gücü yüksek bir örneklem demek. Araştırmada işe bakış, çalışmaya dair kanaatler ve mesleki itibara dair çeşitli ve geçişken soru setleri olduğu için zengin bir malzeme derledik. Verilerin işlenmesi, kontrol edilmesi, analiz ve yazım aşaması derken nihayet yayımlandığı için mutluyuz.

Ortaya çıkan tabloda inişe geçen ve beklenenden yüksek ivme gösteren meslekler var. Öğretmenlik geriliyor. Aktörlük ise 31 puan birden artmış. Bu sonucu ne ile ilişkilendirmeliyiz?

Evet, öğretmenlik en dramatik kayıplardan birine sahne oluyor. 2015’te yayımladığımız ilk araştırmada bütün meslekler arasında 4. sırada çıkmıştı. Bu, öğretmenliğin eski maddi ve manevi getirilerini hala elinde tuttuğu izleniminin toplum nezdinde aşınmadığını söylüyordu. Ancak o zaman dahi sahadan öğrendiklerimiz ve öğretmenlik mesleğiyle ilgili az da olsa yapılan sosyolojik araştırmalar bu mesleğin hem ücret hem itibar anlamında giderek gerilediğini ortaya koyuyordu.

Ama mesleğin itibarı, mesleğin gerçeğinden daha yavaş değişiyor. Şöyle de diyebiliriz: Mesleğin içinde hissedilen depremler, mesleğin dışından ya hissedilmiyor ya da çok sonra hissediliyor. Bu araştırmada öğretmenlik 14. sırada; çok açık bir gerileme var ve bunun beş yılda gerçekleşmesi çarpıcı. Cumhuriyet tarihi boyunca bilgi ve değer taşıyıcısı olarak görülen bu meslek, günümüzde ciddi bir erozyonla karşı karşıya ve bu da iki araştırma arasındaki sıra farkında ifadesini buluyor.

Bazı meslekler hem en çok yapılmak istenen hem de istenmeyenlerde sıralamaya girmiş, öğretmenlik, doktorluk gibi... İlginç değil mi?

Öyle, çünkü her meslek aslında toplumdaki farklı tabaka ve sınıfların farklı bakış açılarını kendinde toplayan bir kesişim noktası. Her meslek üzerinde bu nedenle zıt görüşler buluşabiliyor. Öğretmenlikten bahsettim; bu meslek ev hanımları nezdinde veya düzenli ve muteber bir işi olmayanların nezdinde hem yıllık izinler hem çalışma temposu bakımından cazip bir meslek. Öğretmenliğin halen daha kamu istihdamıyla özdeş düşünülmesi de etkili. Ama aynı toplumda önemli bir çoğunluk da çocuklarını gönderdikleri okullarda öğretmenlerin çalışma şartlarındaki değişimi de seziyor ve gözlemliyor. Ücretli öğretmenlerin durumunun veya özel okullardaki mesleki özerklik kaybının farkındalar. Bu da istenmeyen mesleklere girmesine yol açıyor aynı mesleğin. Doktorluk da öyle; birinci sırada, her zaman olduğu gibi. Fakat doktorların yaşadığı iş yeri stresi ve doktora şiddet haberleri gibi olumsuz etkenler, mevcut işinden edindiği kazanç ve itibardan memnun insanlar nezdinde istenmeyen meslekler listesine sokuyor.

Tıp doktorluğu birinci sırada. Eskiden de öyleydi. Fakat pandemi sürecinde bunun daha da artmış olması muhtemel. Gözler bilim kurulunda, hayatın her alandaki akışına müdahiller. Bu güç ve yönetim demek. Tıp için bu yeni bir dönem olabilir mi?

Aslında tıp doktorluğu sadece bizde değil, Amerika’da ve Avrupa’da yapılan mesleki itibar araştırmalarında da hep birinci sırada geliyor. Bunun birçok nedeni var. Doktorluk, eğitim süreci üniversite düzeyinde en erken kurumsallaşan mesleklerden biri, bu nedenle kendini rahatlıkla bilimle eşdeğer görebiliyor ve sunabiliyor. Tıbbın dışarıya kapalı bir jargon ve anlam dünyası içinde nesilden nesle aktarılması ve icra edilmesi de bunun bir parçası. Özerklik, otorite ve kurumsallık anlamında tıp modern dönemde bütün dünyada en muhkem ve muktedir meslek denebilir. Tıpla ilişkimiz bu nedenle hep asimetrik bir ilişki oluyor. Günlük çıktıları bakımından “hayat kurtaran” olma özelliği de tıbbi hizmet alan herkesin gözünde değerini pekiştiriyor.

Salgın sürecinde bütün gözler tıbba çevrildi, meslek bir noktaya kadar ister istemez şeffaflaştı. Tıpla göz hizasından ilişki kurmaya yaklaştı toplum. Ancak diğer yandan artan vaka sayılarıyla birlikte “virüsle savaşın ön cephesi” olmanın getirdiği yorgunluk ve sitem, yeni bir mesleki söyleme yol açtı görünüyor. Salgın aslında tıp ile sosyal bilimler arasında işbirliği kurmanın hem salgının geçmesini isteyen herkes hem de tıbbın kendisi için ne kadar faydalı olabileceğini gösterdi. Fakat bunun dayanacağı kurumsal mekanizmalar ve daha önemlisi, mesleki yatkınlıklar yok gibi. Oysa salgınla birlikte virüslerin asla sadece tıbbi, biyolojik veya epidemiyolojik bir gerçek olmadığı anlaşıldı; sosyal eşitsizliklerin virüs deneyimini sınıf, meslek ve statü farklarına göre temelden değiştirdiği görüldü. Meselenin bu tarafını çok daha fazla konuşmalıyız.

Araştırmada kazançtan ziyade zeka ve yeteneğin üst sıralara yerleştiğini görüyoruz. Dünya sıralamalarıyla Türkiye arasındaki benzerlikler farklılıklar nedir bu anlamda?

Türkiye’de mesleklere bakışta iki şey çok önemli: Bilgi ve otorite. İtibar sıralamasında en yukarıdaki mesleklere bakın, kendi bilgi sistematiği olan ve otorite sahibi meslekler görürsünüz: Tıp doktoru, hakim, üniversite profesörü, büyükelçi, mühendis, general gibi. En çok yapılmak istenen meslekler sorusuna verilen cevaplarda da öğretmen, polis, hemşire ve savcı var. Bunlar sağlık, yargı, akademi ve güvenlik sektörlerinde kamu düzenini ve yararını temsil eden meslekler. Başka ülkelerde tam böyle değil, mesela Amerika’da itfaiyecilik ve bankacılık bize göre çok daha yukarıda yer alıyor. Ama bizde temelde bir mesleği yapmak için gereken eğitim seviyesi ve mesleğin dayandığı kurumsal otorite öne çıkıyor.

Bir de şu önemli: Önceki araştırmayla karşılaştırdığımızda, geçen beş yılda toplumun kol emeğine ve zanaatkârlığa daha düşük; zihin emeğine ve ücretli beyaz yakalı işlere daha yüksek itibar atfettiğini gördük. Hizmet sektöründe istihdam edilenlerin oranı geçen beş sene içinde artarken kol emeğine dayalı “kirli” işlerin itibarı daha da azaldı. İşçi gibi, esnaf ve çiftçi gibi. Kamudan ziyade özel sektördeki hizmet işlerinin itibarında da artış var; medya, sanat ve spor meslekleri bu artışta önemli bir yer tutuyor. Bu da tarım, sanayi ve zanaatlardan çok hizmet sektöründeki kırılgan ve kaygan konumlara yönelim olduğunu gösteriyor.

Hizmet sektöründe çalışanların sayısındaki artış da dikkate değer. Türkiye’nin çalışma hayatı ve ekonomisine dair ne söyler bu sonuç?

Türkiye’de iş gücü son kırk yılda yapısal bir dönüşüm geçirdi. 1980’lerde çalışan 100 kişiden 53’ü tarımla uğraşıyordu, bugün tarımın payı yüzde 17. Buna karşılık artış sanayi sektöründe olmadı, hizmetlerde oldu. Bugün çalışanların yüzde 56’sı hizmet sektöründe ve yüzde 70’ten fazlası ücretli olarak çalışıyor. Bu, kendi toprağını süren, kendi dükkanını veya atölyesini işleten dedelerin torunlarının büyük şehirlerde daha kaygan ve dayanıksız bir iş hayatı sürdürmesi demek. Son yirmi yılda bedensel işlerde ve vasıfsız hizmet işlerinde çalışanların oranı yüzde 17’den yüzde 34’e çıktı. Bu da bilhassa genç kuşakların istihdamda düşük konumlarda bulunması, bağlı çalışmaya mecbur kalması demek. Bunun temelinde de, üniversiteleşme dalgasına göre istihdamın çok daha yavaş genişlemesi yatıyor.

Köye dönüş söyleminin en çok yükselişte olduğu dönemde çiftçilikteki düşüşe şaşırdım. Kentli birey köye beyaz yakasıyla mı dönmeyi hayal ediyor?

Köye dönmek, işte İstanbul’daki plazayı terk edip Ege’nin bir köyünde iki dönüm arsa alıp bağ bahçe işleriyle uğraşmak şeklindeki eğilim aslında toplumun geneline kıyasla anlamlı bir ağırlığa sahip değil. Bu biraz, bu tür imajları yayan meslek ve sektörlerdeki kişilerin kendi konum ve deneyimlerini, kendi değer ve ilgi dünyalarını toplumun ortalamasına göre çok daha baskın ve meşru sunmasıyla alakalı. Oysa hem bizim araştırmamız hem de üniversiteleşme ve şehirleşmeye dair ulusal veriler, tarımdan hizmetlere, kırsaldan metropole yönelik toplumsal akışın büyük oranda devam ettiğini gösteriyor.

Ne zaman gerçekten çiftçiliğe rağbet olur? Çiftçilik yapmanın ekonomik ve kültürel anlamı değişirse ve bu meslek yeni nesillere, kentli ve diyelim ki mühendis anne ve babalarından daha yüksek bir sosyo-ekonomik statü vadederse olur. Çünkü üniversiteleşme bizde halen çok güçlü bir dinamik. Araştırmada tarımsal ve geleneksel işlere lise altı eğitime sahip olanlar daha yüksek puan verdi.

Üniformalı mesleklere meyil yine dikkat çekici. Z kuşağının farklılığından dem vuruluyor ya hep. Bu tabloyu değiştirir mi sizce bu kuşak?

Üniformalara aslında mesleklerin ruhuna, kemiğine işler. Kolay çıkarılan ve atılan şeyler değildir. Üniforma uzmanlık, yetkinlik ve profesyonelliği ima eder. Böylece karşısındaki kişiye, yani hizmet alan vatandaşa şunu der: Son kararı ben vereceğim çünkü bu hizmetin gerektirdiği teknik bilgiye ben sahibim. Bu ilişki biçimi, hele de eğitim hayatı boyunca üniformanın verdiği mesleki otoriteyi içselleştirmiş kişiler için vazgeçilemez bir eğilim. Z kuşağı gibi buluşlar ilk bakışta heyecan verici bir sosyal değişimi ifade ediyor gibi görünse de aslında herhangi bir sosyolojik dayanıklılığa ve geçerliliğe sahip değil.

Eskiden çocuklara sorulduğunda “doktor olmak istiyorum” cevabı zirvedeydi. Şimdi büyük bir kısmı youtuber olmak istediğini söylüyor. Bu nasıl bir veri ileriye yönelik tahminler için?

Youtuber olmak istediğini söyleyen çocukların 17-18 yaşına geldiğinde yine doktorluk, avukatlık veya mühendislik için sınava çalışacak olması kuvvetle muhtemel. Hangi mühendisliği isteyecekleri değişebilir. Çünkü eğitim ve kurumsallıkla gelen otorite, her zaman aranan bir mesleki özellik. Araştırmada sağlık, güvenlik, ulaşım ve inşaat sektörlerindeki meslekleri kendi içlerinde karşılaştırdık. Her sektörde otorite ve eğitim içeren meslekler itibar puanı bakımından daha yukarıda çıktı. Bu, kolay değişecek bir eğilim değil.