OHAL: Meseleyi doğru zeminde tartışmak

Haluk Alkan / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
15.10.2016

Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdidi özgürlük - güvenlik ikilemi üzerinden tartışmak konuyu farklı boyutlara taşıyarak tehdidin niteliğini perdelemektedir. Burada karşı karşıya kalınan durum halkın güvenliği ile özgürlüklerinin aynı anda tehdit altına alınması ile ilgilidir. Darbenin başarılı olması durumunda güvenlik ve özgürlük yitiminin aynı anda gerçekleşeceği unutulmamalıdır.


OHAL: Meseleyi doğru zeminde tartışmak

15 Temmuz darbe girişimini tek başına asker - devlet ilişkileri açısından çözümleyebilmek mümkün değildir. Bu girişim literatüre hakim olan kendini devletin koruyucusu olarak gören, yasal olarak sivil otoritelerden özerk askerlerin ideolojik tutum ya da kurumsal çıkarları doğrultusunda demokrasiye yapmış oldukları bir müdahalenin çok ötesindedir. Dolayısıyla darbecilerle mücadeleyi yalnızca silahlı kuvvetlerin yeniden yapılandırılması ve darbeye karışanların cezalandırılması ile sınırlı tutmak da 15 Temmuz’un gerçek dinamiklerinin göz ardı edilmesi anlamına gelecektir. Bu darbenin temel dinamiğini ordu hiyerarşisinin dışından, belli bir sosyolojiye ve yaygın bir örgüt ağına sahip bir yapılanmanın çıkarları tarafından yönlendirilmesi oluşturmuştur. Bu yönüyle darbeci askerler kurumsal bir konumdan çok bir sosyolojinin üzerinde konumlanmış, onun uzantısı olarak hareket etmiş bir gruptur.

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), devşirmeci devlet geleneğinin, modernleşme sürecimiz içinde şekillendirdiği tüm kurum ve mekanizmalara nüfuz ederek bu mekanizmaları çıkarları doğrultusunda kullanabilen bir yapılanmadır. Eğitim kurumları, yatılı okullar ve yurtdışı bursları yolu ile çocukların devşirilip Batılı reformların taşıyıcı gücüne dönüştürülmeleri, toplumdan görece özerk kılınmaları ve merkezileşmenin yanında yer almaları bu sistemin temel özelliğidir. FETÖ, 15 Temmuz öncesi çoğu yatılı, diğerleri öğrenci evleri ve yurtlarla desteklenmiş çok sayıda farklı düzeylerde eğitim kurumu ve üniversiteyi içeren yaygın bir eğitim ağına sahip bulunmaktaydı. Bu gün FETÖ adına konuşan, yurt dışına çıkan, tutuklanan veya ihraç edilen birçok isimin, kamu kurumlarının bursları ile yurt dışına gönderilip eğitim alan kişiler olmaları da bu açıdan anlamlıdır.  Fetullah Gülen, muhafazakar kesimlere sıcak gelen söylemlerle, gerek sosyal planda gerçekleştirmiş olduğu örgütlenme, gerekse devlet kurumlarına nüfuz etmekte benzer bir anlayışla hareket etmiştir. FETÖ, 80’li yıllardan itibaren devlet tarafından daha önce oluşturulmuş olan tüm devşirme mekanizmalarına nüfuz etmeye başlamış ve bu mekanizmaları kullanarak yabancılaştırma yolu ile dönüştürme stratejisi uygulayabilmiştir. Ordu bürokrasisi içinde geliştirdiği yöntemler ve yapılanması da aslında mevcut devşirme geleneğinden ve devlet şekilciliğinden yararlanabilme yeteneği ile açıklanabilecek bir durumdur.

Mesih ideolojisi ve gerilim

FETÖ’nün gerçekleştirdiği darbe girişiminin analiz edilebilmesinde üzerinde durulması gereken diğer bir unsur örgütün kurumsallaşma düzeyi ve yeteneğidir. Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler çerçevesinde doğrudan FETÖ ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle kapatılan kurumların sayısı ve dağılımına bakıldığında yaygın ve derin bir örgütsel ağ ile karşı karşıya bulunduğumuz ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, 15 üniversite, bine yakın ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim kurumu, 100’ün üzerinde öğrenci yurdu, 35 sağlık kuruluşu, 19 meslek örgütü, 200’ün üzerinde farklı konularda örgütlenmiş vakıf ve dernek, üç haber ajansı, 40’a yakın radyo ve TV kanalı, 45 gazete, 15 dergi ve 30’a yakın yayınevi kapatılmıştır. Çok farklı sektörlerde ve farklı biçimde, neredeyse toplumun tüm kesimlerini içerecek şekilde oluşturulan bu örgütlenme ağının, siyasetin dışında kalabileceğini düşünmek mümkün değildir. Bu ağ sosyal düzeyde hem birbirlerini tamamlayıcı bir çıkar ağı oluşturabilmekte, hem devşirmeci mekanizmalar olarak örgüt tarafından kullanılabilmekte, hem de örgüte üyeliği cazip hale getirebilmektedir. Bu çoklu örgütlenme yapısı siyasetin her rengine, farklı söylemlerle nüfuz edebilmeyi de mümkün kılabilmektedir. Bütün bu kurumsal yapı Mesihçi bir ideolojik zemine oturmaktadır. Fetullah Gülen Mesihçi ideolojiyi darbe sonrasında örgütünde bir çözülme yaşanmaması amacıyla ve genel olarak kamuoyunda gerilim yaratmak amacıyla kullanmaya devam etmektedir.

15 Temmuz darbe girişimi, yukarıda özetlemeye çalışılan çerçevede uluslararası işbirlikleri çerçevesinde hareket eden bir örgütün kalkışmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu darbe girişimi ile karşı karşıya kaldığı tehdidin boyutu iyi anlaşılmadan OHAL uygulamasının hukukiliği üzerindeki tartışmaların sağlıklı bir zeminde yürütülmesi mümkün değildir.

Güvenlik - özgürlük ikilemi

Olağan üstü bir yönetim usulü her şeyden önce keyfi, gelişigüzel bir rejim anlamına gelmemektedir.  Bir demokrasinin işlemesinin tehlikeye girebileceği durumlar yaşanmış ve her an yaşanabilecek bir gerçekliktir. Doğal olaylar, savaşlar, terör ve benzeri birçok gelişme normal demokratik süreçleri işlemez kılıp onu ortadan kaldırabilir. Bu tür gelişmelerin keyfiliğe yol açmaması için, aynı zamanda toplumu ve kurumları zayıflatarak sonuçta demokrasiyi ortadan kaldırmaması için her anayasal demokraside olağanüstü yönetim usulleri düzenlenmiştir. Bu kapsamda olağan üstü yönetim bir hukuki yönetim biçimidir. Tek fark bu hallerde tehdide karşı normal dönemlerde kabul edilmeyen bazı düzenleme ve tedbirlerin alınmasına, anayasal sınırlar içinde izin verilmesidir. Burada temel sorulardan biri tehdidin ne olduğu ve zorunluluk halinin ne zaman ortaya çıkacağıdır.

Bu konuda bize yol gösterici yorumları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin olağanüstü hallerde yükümlülüklerin askıya alınmasını düzenleyen 15. Maddesinin uygulamasına ilişkin AHİM’in vermiş olduğu kararlarda bulabiliriz. 15. Madde iki durumda, savaş hali ve ulusun varlığını tehdit eden genel tehlike durumunda sözleşmedeki belirli hak ve özgürlüklerin Avrupa Konseyine bildirim yapma koşulu ile askıya alınabileceğini hükme bağlamaktadır. Dolayısıyla bu konu birçok defa AHİM’in önünde dava konusu yapılmış ve Mahkeme yapılan itirazlarla ilgili gerekçeli kararlar vermiştir. Mahkeme, İrlanda, İngiltere, Fransa ve hatta Türkiye ile ilgili almış olduğu kararlarda terör olaylarında yaşanan artışı ulusun varlığını tehdit eden bir tehdit olarak değerlendirmiş ve ilgili ülkenin 15. Maddenin sağladığı istisnadan yararlanabileceğini hükme bağlamıştır. Mahkeme bu kararlarında terör eylemlerindeki artışı genel tehdit ya da tehlike olarak kabul etmiştir. AHİM’in olağanüstü hallerde ilgili ülke tarafından alınan önlemlerin durumun gerektirdiği ölçüde olmasını ayırt edici bir kriter olarak kabul etmektedir.

Benzer bir durumu 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de yaşanan gelişmelerde de görmek mümkündür. Üstelik ABD uygulaması OHAL ilan etmeyerek, çıkartılan yasalar yolu ile hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıdır ki bu uygulama bir yerde hak ve özgürlüklerin askıya alınmasını olağan halin bir unsuruna dönüştürmektedir. Amerikan yargısı da bu kapsamda çıkartılan yasa ve kararnameleri genellikle güvenlik sorununu önceleyerek, mevcut hukuk düzeninin bir parçası olmasına kapı aralamıştır.

Çok boyutlu bir planlama

Burada sorulması gereken soru; 15 Temmuz’da karşılaştığımız ve halen devam etmekte olan tehdidin yol açtığı tehlikenin, terörist eylemlerin yol açtığı tehlike ile karşılaştırıldığında daha ciddi bir tehdit teşkil edip etmediğidir. 15 Temmuz girişimi, ülkenin vatandaşı olmayan ya da ülke vatandaşı olup silahlı olarak örgütlenmiş grupların insan güvenliğini tehdit eden sansasyonel eylemlerin çok ötesinde bir tehlikeyi ihtiva etmektedir. Demokratik kurumlara ve bizzat halka karşı, doğrudan devlet imkanları kullanılarak, devletin içinden yapılmış bu saldırı, yukarıda belirtildiği gibi, yaygın bir örgütsel ağ ile desteklenen çok boyutlu bir planlamanın neticesidir. Hedef doğrudan demokratik devlet kurumları ve o kurumlara meşruiyetini veren halkın kendisi olmuştur. 15 Temmuz’un ABD ve Avrupa ülkelerinde gördüğümüz hak ve özgürlüklerin terör nedeniyle askıya alınması ve bunu destekleyici yargı içtihatlarının ötesinde kendine özgü niteliklerinin olduğu ortadır. Bu nedenle 15 Temmuz ile ortaya çıkan tehlikenin bertaraf edilmesi nasıl tek başına ordunun yapılanması ilgili bir sorun olarak görülemezse, benzer şekilde yerleşik içtihat kalıpları ile de çözümlenemez.

Türkiye bu yaygın tehditle topal bir yasal zeminde mücadele etmektedir. 15 Temmuz girişiminin anayasal karşılığı sıkıyönetimdir. Ancak 1982 Anayasası’nın  sıkıyönetim rejimini sivil otoriteyi devre dışı  bırakarak bir tür anayasal askeri rejim seklinde düzenlemiş olması bu yola başvurulmasını  engellenmiştir. OHAL kapsamında FETÖ ile mücadele edilirken yetersiz bir yasal zeminde hareket edildiği unutulmamalı, tehdidin büyüklüğünün OHAL çerçevesine hapsedilmeyeceği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdidi özgürlük - güvenlik ikilemi üzerinden tartışmak konuyu farklı boyutlara taşıyarak tehdidin niteliğini perdelemektedir. Burada karşı karşıya kalınan durum halkın güvenliği ile özgürlüklerinin aynı anda tehdit altına alınması ile ilgilidir. Darbenin başarılı olması durumunda güvenlik ve özgürlük yitiminin aynı anda gerçekleşeceği unutulmamalıdır.

[email protected]