Okul tasarımı nasıl konuşulmalı?

ASIM ÖZ / Yazar
7.07.2019

Öğrenme ortamlarının tasarımı nasıl ele alınmalı? Bu konuda dağarcığımızda, tarihsel tecrübemizde ve yakın çevremizde ne tür örnekler bulunur? Mimari tasarımın sosyo-mekânsal boyutları ile eğitim süreçleri arasındaki ilişkiyi tarihsel açıdan ele almaya çalıştığımızda karşımıza hangi söylemler çıkar? Eğitim ortamlarına dair bu sorulara “özlü” cevaplar bulmamız gerekiyor.


Okul tasarımı nasıl konuşulmalı?

Geçmişe nazaran daha karmaşık roller üstlenen eğitimciler, tarım ve endüstri devriminden sonra, bilişim devrimiyle insanlığın köklü bir dönüşüm sürecine girdiğini savunuyor.  Bunun son on yıldır giderek yaygınlık kazandığını biliyoruz; sadece kullandığımız teknolojilerde hızlı bir değişim yok, aynı zamanda hayat tarzımızda da büyük bir dönüşüm yaşanıyor. İletişim araçları ve mecraları çalışma biçimimizi, bilgi edinme ve erişimle bağlantılı öğrenme yöntemimizi, alışverişimizi, sohbetlerimizi, kısacası hemen her şeyimizi etkisi altına alıyor ve kalıcı bir şekilde dönüştürüyor. 

Erişim imkânının arttığı bir dünyada, eğitim kurumlarında istediğini öğretmenin mümkün olmaması bir yana neyin öğretileceği bile tanımlanamıyor artık. Daha da ötesi, bu bilişim mecralarının izlerini, öğretim program, yapı ve tasarımlarındaki değişimde de görüyoruz.  Büyük dönüşümlerin yaşandığı bu süreçte okul tasarım anlayışına dair birtakım önerilerin gündeme gelmemesi düşünülemez. Zira eğitim mekânlarının tasarım özellikleri, farklı meslek grupları ve aktörler arasında sürdürülen çok yönlü etkileşimin sonucunda şekilleniyor; toplumsal bakımdan sürekli yeniden üretiliyor. 

Okulu yeniden düşünmek 

Böylesi bir dünya-tarihsel bağlamda okul tasarımı ve estetiği için daha en baştan bazı açıklamalara ihtiyacı var. Örneğin şöyle sorulara cevap vermek gerekecek: Öğrenme ortamlarının tasarımı nasıl ele alınmalı? Bu konuda dağarcığımızda, düşünce dünyamızda, tarihsel tecrübemizde ve yakın çevremizde ne tür örnekler bulunur? Okulların fiziksel özelliklerinden kaynaklanan sorunlara çözüm önerileri sunarak eğitim ortamlarının mekânsal tasarım kalitesinin yükseltilmesi öğrenmeyi doğrudan etkiler mi? Mimari tasarımın sosyo-mekânsal boyutları ile eğitim süreçleri arasındaki ilişkiyi tarihsel açıdan ele almaya çalıştığımızda karşımıza hangi söylemler, anlatılar, stereotipler çıkar? Saygınlığı bulunan sanatsal-mimari başarılar aynı ölçüde öğrenmeye de saygınlık katar mı? 

İşte bu ve benzeri soruların cevaplarını almak için İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Öncü Okul Yöneticileri Derneği Uluslararası Okul Yöneticileri Konferansı düzenledi. Okul tasarımı ve estetiği ana temalı konferans okul yöneticilerini, akademisyenleri ve eğitimcileri bir araya getirdi. Farklı uzman ve akademisyenler okul tasarımını kendi perspektiflerinden ele aldılar. Konferansın amacı,  eğitim ortamlarına dair yaratıcı uygulamalara dikkat çekmek ama aynı zamanda konuyla ilgili merak edilen sorulara “özlü” cevaplar bulmaktı. 

Bununla beraber, dilden düşmeyen eğitim tartışmalarına bir yenisini eklerken şu handikabın da farkında olmak gerekir: Türkiye’de eğitimcilerin önemli bir bölümünün bir tür “ideal-mekân tasarımı” düşüncesiyle yani eğitim ortamlarını neredeyse her nitelikli öğrenme eyleminin temeline yerleştirmekle malul olduğunu söylemek mümkün. Bizde öteden beri eğitim felsefesi gibi daha temel meselelerde herhangi ciddi bir teşebbüs görülmezken, aktüel eğitim tartışmalarında adeta bir “hiper enflasyon”, tuhaf bir ölçüsüzlük söz konusudur. Bu yüzden, özgül tarihsel şartların ve spesifik uygulamaların ürünü sayılması gereken pop konular, her türlü kılığa bürünür, neredeyse daima karşılaşılabilecek bir eğitim meselesi olarak sunulur. 

Kültürel üretkenlik 

Okul tasarımı ve mimarisiyle eğitim arasındaki bağlantının mahiyeti hakkında birbirini besleyen hatta nakzeden çok çeşitli açıklamalar yapılabilir. Kitlesel eğitimin öne çıkmaya başladığı yıllardan itibaren hemen tüm yönetimler kendi özgül okul mimarlıklarını ortaya koymaya ve dayatmaya hevesli olmuşlardır. Okul mekânı üretiminin bizatihi siyasi bir etkinlik olduğunu anlamak için Osmanlı modernleşmesi sürecinde inşa edilen okullardan başlayarak günümüze doğru bir yolculuk yapmak hemen her şeyi anlatmaya yeter. Buradan bakıldığında genellikle mekânın öğrenmeyle ilişkisi bir gereklilik hiyerarşisi içinde çalışırmış gibi tahayyül edilir. 

Eğitim paradigmasındaki değişimlerin izini süren ve bunları olumlu bir şekilde değerlendiren tüm akademik izahlar farklı mecralarda yapılsa da okulların tasarımını öne çıkarmak noktasında kolayca örtüşürler. Çok farklı eğitim anlayışına sahip çıkan eğitimciler bile okul tasarımı durumuna koydukları teşhiste çoğunlukla çakışırlar. İyi mimarlığın, kaliteli binaların tam öğrenmeyi sağladığı şeklinde bir çıkarım elde etmek hiç de zor görünmez. Nedense bunun tek yönlü bir zorlama, hatta güdüleme ilişkisi olduğu düşünülmez. Uğur Tanyeli, Uluslararası Okul Yöneticileri Konferansı’nda okul mimarisine yüklenen anlamı eleştirel bir analize tabi tuttu.  Tanyeli, entelektüel içeriği güçlü “Mecazi ve Gerçek Anlamıyla Eğitim Yerine Erişim Mimarisi” başlıklı açılış konferansında mimarlık eğitimi alanındaki deneyimlerinden yola çıkarak öğrenme ve okul arasında determinist bir ilişki kuran varsayımın yanlışlıklarına dikkat çekti. Kendisinin sevdiği bir ifadeyle dolce dolare; tatlı hüzünlü bir sunum yaptı.  

Bilenler bilir; Uğur Tanyeli’yi dinlemenin ve okumanın her zaman heyecan verici tarafları vardır. Çünkü önünüzde hep yepyeni düşünme yolları açılır, sanat, tarih, mimarlık ve mimarlar üzerine söyledikleri “kültürel üretkenliğin abesle iştigal ederek” tırmandığını gösterir adeta. Bahsettiğim konferansı da okul tasarımı ekseninde ilerlese de aslında araçsal eğitim anlayışının bir eleştirisiydi. Konferans, erişim çağında yeni bir okul tasarımı inşa etmek için bir yönteme, yani bir bakış farklılığına ihtiyaç duyduğumuzu fark ettirmesi yönüyle değerliydi. Tanyeli, mimarlık teorisi ve tarihi derslerinden hareketle, bugünün dünyasında yeni düşünceler üretmek için ezberlemenin değil, kaynak ve mecra kullanmayı ve yorumlamayı öğrenmenin esas olduğunu güçlü bir şekilde ifade etti. İyimserlik üzerine bina edilen kalıp yargıları tarihselleştiren Tanyeli, hafıza, kültür tarihi ve felsefe gibi pek çok konuyla birleşen özgün yorumlarıyla okul tasarımı ve estetiğine ilişkin egemen söylemleri sorunsallaştırdı. 

Hiçbir çağda olmadığı kadar kentleşmiş bir dünyada çok tartışmalı bir konu olan okul tasarımının çıkış noktasına tarihsel açıdan baktığımızda, yaygın kabullere şerh düşme imkânı elde edilebilir. Mimarlık mekânlarının eğitimin kalitesini ve niteliğini tanımlayıcı olduğu şeklindeki iyimser görüşe itiraz eden Uğur Tanyeli,  bunun mimarlara büyük bir sorumluluk yükleyerek aynı zamanda onlara bir iktidar alanı açtığını vurguladı. Mimarlığın ve mekânın öğrenme yapılanması sürecinde mucize yaratamayacağını ileri süren Tanyeli, mimarlık üzerindeki ısrarın temelinde on sekizinci yüzyıldan kalan tartışmalı bir görüş yattığını kaydetti. Eleştirerek ilerleyen sunumda dile getirilenleri yaşadığımız mekânları ve onunla kurduğumuz ilişkiye dair farklı bir metoda işaret eden bir “altlık” diye anlamak da pekâlâ mümkün. 

Hiç şüphesiz eğitim süreçleri sadece mekânlar üzerinden tecrübe ederek kurduğumuz bir ilişki değildir; ilaveten öğrenmeyi de yeniden gündeme almak gerekir. Sıklıkla kendi deneyimlerine dönen Uğur Tanyeli, mekânlarla ilişkimizin dinamik bir boyutunun bulunduğunu hatırlattı. Bu bağlamda “şöyle bir mekânın böyle bir insan yaratacağı” şeklindeki vehmedilmiş erdemler silsilesini pekiştiren anlayışın yanlışlığını ifade etti. Dahası öğretimden mucizeler beklenemeyeceğini yani okulun da tasarladığı insanı yetiştirme kudretinden uzaklığının altını çizdi. Özetle, mekân ve öğrenmenin birbiriyle münasebetinin dinamik bir bağlantı olduğunu, birinin diğerini belirlemediğini belirgin kıldı. 

Osmanlı modernleşmesinin başladığı Tanzimat’tan bu yana gelen süreci tartışmadan eğitim ve mimari ilişkisini ele almanın mümkün olmadığını çeşitli araştırmalardan hareketle söyleyebiliriz. Tanzimat sonrasında hemen her alanda karşımıza çıkan araçsallık okul mimarisinde ve öğretim programlarında oldukça barizdir. Uğur Tanyeli, on dokuzuncu yüzyıldan başlayarak yaygınlık kazanan araçsal bilgi öğretiminin ihtiyaç odaklı tasarlanmasına dikkat çekti. Tasarım ve eğitim arasındaki ilişkide süreklilik kazanmış kimi tarihsel yanılgıları kısaca gözden geçirdi. Bunlar, modern eğitim tasarım tarihinin ilk önemli döneminde güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bürokratik elit yetiştirmek, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren tüm öğretim programları mimarisini kuşatan bir döngü olarak devreye girmiş ve bu tasarım bir türlü terk edilememiştir. Ona göre bürokratik kadrolar üretme perspektifi, eğitim ve öğretim mimarisini de şekillendirmiştir. 

Yıkıcı yüzleşmeler

Eğitim tasarımını araçsallaştırma arzusunun izlerini sürerken üretilen mimari eserlere bakan Uğur Tanyeli, araçsal bilgi üretiminin Darülfünun binasının bir türlü üniversite olarak kullanılamayışında daha rahat bir şekilde görülebileceğini ifade ederken Friedrich Schiller’in 1798’de Jena Üniversitesi’ndeki açılış konferansına dikkat çekti. Şu kadarını özetlemek bile farklılığı anlatmaya yeter: Dinleyicilerini düşünsel güzergâhlarda yolculuğa çıkaran Schiller, bu konuşmasında kabaca ekmeğini kazanmak için öğrenim gören insan mı üreteceğiz, yoksa felsefeyi önemseyen insan mı meselesi üzerinde durur. Araçsal bilgi üretimi ile öğrendikleri üzerinde düşünmeyi birbiriyle taban tabana zıt iki konuma yerleştiren Schiller, modern zamanlarda ihtiyaç duyulan insan tipinin ikincisi olduğunun altını çizer.  

 Var olan egemen yaklaşıma itiraz sürecinde bu ayrımı dikkate alan Uğur Tanyeli,  İstanbul’da İkinci Abdülhamit döneminde 1890’lardan itibaren inşa edilen rüştiyelerden hareketle okul binalarının standartlaştığını ve bunun daha sonra memleket sathına yayıldığını ifade etti. Dolayısıyla tipolojik okul mimarisinin Tanzimat sonrasının genel yaklaşımını içinde barındırdığını bunun da temelde araçsal nitelikte olduğunu tekrarladı. Mimarlıkla sınırlı kalmayan Tanyeli, öncelikle, okul tasarımının zamanla ilişkisini çaprazlamakla işe koyuldu. Ele aldığı konuyu, bir yandan tarihçiliğe yaslanan bir hassasiyetle, kendi tarihsel bağlamındaki ilişki örüntüleri içerisinden okudu; fakat diğer yandan, bu konuları düşünce tarihi çerçevesinde birbirine ekledi. Kültürel kodların belirgin kılındığı tek tip okul anlayışının 1920-1930 ve 1960-70 arasında inşa edilen okullarda da sürdüğünü çeşitli örnekler eşliğinde anlattı. Böylece Osmanlı’dan günümüze üretilmiş okul tasarımı düşüncesiyle “yıkıcı yüzleşmeler” yaptı. 

Bilgi, belge ve yorumla desteklenen konferansıyla yepyeni düşünme yolları açan Uğur Tanyeli, mimari bakımdan iyi-kötü ayrımı yapmadan standart ve güç merkezli bir eğitim anlayışının yansıması olan tek tip okullara ilişkin tartışmanın öncelikle estetikle sınırlı olmadığının altını çizdi. Okul tasarımını sadece bir boyutuna odaklanarak okumak yerine, çok boyutlu okumak konusunda ısrar eden bir yaklaşım bu. Eğitim ortamlarını, öğrenme biçimlerini ve hayatın günden güne karmaşıklaşan boyutlarını tek bir bağlama indirgemek yerine, bu karmaşıklıkla tarihsel-düşünsel bir çerçevede yüzleşen, mevcut karmaşıklığı kendi imbiğinden geçirip düşünce dünyası örüntüsü içine damıtan bir yorum. Ancak, dijital mecraların egemenlik kurduğu bir dünyada eğitim tasarımını sadece inşaatla sınırlayan bir kavrayış yeterli olmayacaktır. Tanyeli, yenilemek ve dönüştürmek odaklı yaklaşımların açmazları bağlamında şunlara işaret etti: “Okul mimarisinin problemi estetik olmak değil. Okul mimarisinin problemi bugünün dünyasında yetiştireceğiz insanın nasıl bir insan olması gerektiğidir. Temel değişiklik yapmamız gereken şey hâlâ öğretimden bahsediyor oluşumuzdur. Öğretmenin, öğretme ediminin ortadan kalktığı öğrenmenin eksen olduğu, hepsinden önemlisi bilginin öğrenilebilir değil, üretilebilir bir şey olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bilginin belletilir bir şey olarak kabul edildiği bir ortamda estetik tartışması hiç anlamlı bir tartışma olmayacaktır.” Böylesi farklılıkları çoğaltmak ve ayrıntılandırmak mümkün. Verili olanı sorgulayan bu ifadeler okul tasarımının birçok alanla iç içe, onlara bitişik yahut yan yana bir mesele, dolayısıyla çok zayıf düşünce konstrüksiyonları ile kavranamayacağını ortaya koyar. 

Erişim dünyası çağında mimarlık üzerinden mesaj verme meselesine değinen Uğur Tanyeli, eğitimin içeriğini mimarlıkla ilişkilendirmenin çok kolay olmadığını, böylesi bir ilişkilendirmenin sonuçlarının estetik bakımdan gülünç olabileceğine bir dizi örnek üzerinden işaret etti. Neredeyse tüm yaşamı hâlihazırda yönetmekte olan araçsal insan yetiştirme anlayışını eleştiren açılış konferansı, Osmanlı modernleşmesini, okulu, geçirgen olmayan sınıflar başta olmak üzere eğitim deneyimlerini yeniden düşünmek bakımından önemliydi. 

[email protected]