Olası İdlib saldırısı ve riskler

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
25.08.2018

Rejimin İdlib’i kontrol altına alması sonucunda oluşacak riskler kolay yönetilemeyecek ve olumsuz etkileri büyük olacak niteliktedir. Bu nedenle Ankara’nın Moskova’yı, Astana mutabakatına sadık kalınmasına ve İdlib’teki mevcut statükonun devam etmesinin tüm taraflara katkı sağlayacağına mutlak surette ikna etmesi gerekmektedir.


Olası İdlib saldırısı ve riskler

Suriye rejiminin İdlib’e yönelik başlattığı kısmi hava saldırısı; öngörülen ve uzun zamandır beklenen bir operasyonun ilk habercisi niteliğindeydi. Rejimin başta Der’a olmak üzere Başkent Şam’ın etrafında muhaliflere ait bölgeleri tamamen kontrolü altına alması tüm gözlerin İdlib’e çevrilmesiyle sonuçlandı. Astana Görüşmeleri çerçevesinde Türkiye, İran ve Rusya’nın garantörlüğünde gerilimi azaltma bölgesi ilan edilen ve üç ülkenin inşa ettiği gözlem noktalarıyla güvenlik ve istikrarın görece sağlandığı İdlib, son dönemlerde Suriye’nin en tartışmalı alanına dönüştü. Şam yönetiminin ülkenin önemli bir kısmında sağladığı kontrol, İdlib’i rejim nezdinde nihai hedef haline getirmiştir. Mevcut konjonktürde şehri bu kadar stratejik yapan temel husus, muhaliflerin kontrolündeki tek büyük yerleşim yeri olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Beşşar el-Esed yönetiminin İdlib’te sağlayacağı muhtemel bir kontrol, 2011 Mart’ında başlayan devrim sürecinin büyük oranda bitmesi ve muhaliflerin kaybetmesi anlamına gelecektir.

Esed rejiminin son dönemlerde İdlib’e müdahale hususunda Rusya’yı ikna etmek için büyük çaba sarf ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Rejimin Rusya ve İran destekli başlatacağı saldırılara karşı muhaliflerin uzun süre direnmesi mümkün gözükmemektedir. Her ne kadar İdlib’teki muhalif yapılanmaların elindeki teçhizat ve edindikleri savaş tecrübesi bir süreliğine direnişe imkân tanısa dahi, Rusya’nın hava desteği ve İran destekli milislerin rejim birlikleriyle yürüteceği kapsamlı bir saldırı muhaliflere kazanma şansı bırakmayacaktır. Ayrıca İdlib’in düşmesi halinde bu durumun rejime sağlayacağı kazanımlar göz önünde bulundurulduğunda, saldırının sert ve kanlı olması büyük ihtimal dâhilindedir.

Saldırıya meşruiyet arayışı

Şam yönetiminin Halep’i geri almak için başlattığı saldırılarla kıyaslandığında rejimin İdlib’te çok daha sert bir saldırı stratejisi izleyeceği düşünülmektedir. Öncelikle Halep’in Suriye ekonomisi için kilit pozisyonu ve orada elde edilecek bir başarısızlığın rejim taraftarları açısından neden olacağı motivasyon kaybı, Halep’e müdahalenin pazarlığa açık şekilde gerçekleşmesine yol açmıştı. Halep’in kaybedilmesi aslında her iki taraf için de geriye doğru gidişe ve muhtemel çöküşe kapı aralayacaktı. Bu riski açık şekilde gören Esed rejimi, dış destekli askeri saldırılarla şehirde ciddi mevzi kazandı. Şehrin büyük kısmını ele geçiren Rusya destekli rejimle varılan anlaşma sonucunda, muhalifler Halep’ten tahliye edilerek büyük oranda İdlib’e gelerek örgütlü mücadeleyi farklı gruplar çatısı altında buradan devam ettirmeye çalıştı. Esed ise ülkenin Şam sonrası en önemli merkezini yeniden kontrolüne alarak iktidarını sağlamlaştırmayı başardı. Halep’in düşmesinin ardından Suriye devriminin artık devam etmesinin çok mümkün olmayacağı yönündeki kanaat aynı zamanda benzer bir durumun İdlib’in de başına geleceği ve rejimin tüm Suriye’yi kontrol altına almak için gerekli adımları atacağına işaret etmekteydi. Bugün gelinen noktada İdlib’e saldırıların başlayıp başlamaması durumu muhaliflerin ve rejim karşıtı mücadelenin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğini belirleyen yegâne boyut olacaktır.

Esed rejimine bağlı birliklerin İdlib’e yönelik başlatacağı harekât; bölgedeki siyasal, iktisadi ve güvenliğe dair dengelerin önemli ölçüde değişmesine yol açacaktır. Bir başka deyişle bu harekâtın yaşanması uluslararası siyaseti de etkileyecek ittifak ilişkilerinin kopması, zayıflaması ya da yeni tür ittifakların kurulmasına yol açacaktır. Genel itibariyle tüm otoriteler Rusya desteği olmaksızın Suriye ordusunun İdlib’te başarı elde etmesinin mümkün olmadığına dikkat çekmektedirler. Rusya’nın müdahil olmadığı bir saldırıda rejimin ciddi başarı gösteremeyeceğinin ve hatta muhaliflerin güçlü direnci karşısında ciddi kayıplar yaşayacağının bilinmesi, rejim için tüm dengeleri tersine döndürecektir. Bu noktada rejim taraftarlarının uzun zaman sonra alacağı mağlubiyet olumsuz bir hava meydana getireceği için muhalifler yeni direnç ve saldırı dalgası başlatma fırsatı yakalayacaktır. Rejim tarafından bu tür hesapların incelikle yapıldığı düşünüldüğünde Rusya olmaksızın bir hareket şüphesiz gerçekleşmeyecektir. Rusya’nın destek verdiği bir askeri operasyon ise hem Suriye’nin kaderini yeniden şekillendirecek hem de Türkiye’nin sahadaki varlığını köklü şekilde sarsacaktır.

İdlib’in düşmesi rejimin kendisine yeni bir meşruiyet alanı oluşturması bakımından oldukça önemli bir konuma tekabül etmektedir. Şam yönetiminin ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen gruplar karşısında kazandığı zafer şeklinde pazarlanacak bu durum, özellikle ülkenin yeniden yapılandırılma aşamasına geçmesini bekleyen Rusya için büyük bir gelişme olacaktır. Uzun yıllardır sahadaki doğrudan destek nedeniyle Moskova yönetiminin yorulduğu dikkate alındığında Suriye’de istikrarlı bir aşamaya geçiş şüphesiz Rusya’nın ilk günden itibaren amaçladığı hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayacaktır. Rusya’nın son dönemlerde Avrupa’daki mültecilerin Suriye’ye gönderilmesi hususunda bir çabanın içinde bulunması, Esed’e yeniden meşruiyet kazandırma ve ülkenin hızla yapılandırılma sürecine girmesinden başka amaç taşımamaktadır. Uluslararası kuruluşların ülkenin yeniden yapılandırma maliyetinin BM raporlarına göre 250 milyar, çeşitli kuruluşların tahminlerine göre ise 500 milyar dolarlık bir yekûna ulaşacağı hesaba katıldığında, Moskova için bu pazarı erteleyecek ve savaş maliyetlerini artıracak her türlü adım gereksiz görünmeye başlamıştır. Bu nedenle savaş giderlerinin Rus ekonomisi üzerindeki etkisi ve son dönemlerde uluslararası piyasalardaki gelişmeler üzerinden İdlib harekâtına Rusya’nın izin verme olasılığı yüksek gözükmektedir. Benzer şekilde İran ekonomisinin son haftalarda yüzleştiği kriz hali Suriye’deki savaşın bir an önce bitirilerek Esed’in otoritesini ülke sathına yayma temayülünü baskın hale getirmektedir. Ülkede rejim karşıtı gösterilerin başladığı günden beri rejimin yanında yer alan ama sahada doğrudan silahlı mücadeleye destek vermeyen Çin’in, İdlib operasyonundan ziyadesiyle memnun olacağı yönünde emareler gözükmektedir. Türkiye, Rusya ve İran’ın ekonomik yıpranmışlığının yanı sıra ABD ve AB ülkelerinin Suriye genelindeki siyasi yıpranmışlığı, ülkenin yeniden yapılandırılma sürecinde Çin’in güçlü aktör olma olasılığını artırmaktadır. Hem Esed’in yanında yer alması hem de iktisadi ve teknik açıdan Suriye’nin imarını üstlenebilecek güçte olması, Pekin yönetimi için de Suriye’de Esed otoritesinin tam tesisini en karlı seçenek kılmaktadır. Bu nedenle Pekin-Moskova hattında da İdlib operasyonunun gerçekleşmesi ve muhaliflerin kesin surette bastırılması hususunda bir diyalog sürecinin yaşanıyor olması pek muhtemeldir.

Muhtemel etkiler

Esed rejimine bağlı güçlerin Rusya desteğiyle başlatacağı bir harekâtın en büyük zararı kuşkusuz Türkiye’ye olacaktır. İdlib’in rejim kontrolü dışındaki son büyük merkez olması ve silahlı muhaliflerin burada yoğunlaşması böyle bir harekâtın oldukça şiddetli olmasına neden olacaktır. Rejimin hava ve karadan her türlü saldırıyı yapmaktan imtina etmeyeceği bu süreçte sivillerin hayatı en önemli mesele olacaktır. Üç milyondan fazla kişinin yaşadığı İdlib’te, kontrolü sağlamaktan başka bir şey düşünmeyecek rejim unsurları için mevcut meskûn sayısı yüksek sayıda can kaybıyla sonuçlanacaktır. Ayrıca şehirden özellikle Türkiye’ye doğru başlayacak yeni göç dalgası ise hem Suriyeliler için yeni bir trajedinin başlamasına hem de Türkiye için yönetmesi zor bir hadisenin gerçekleşmesine yol açacaktır. Böyle bir mülteci akını ise özellikle dış saldırılar neticesinde ciddi şekilde sendeleyen Türkiye ekonomisini derinden sarsacaktır. Bu nedenle böyle bir saldırının engellenmesine yönelik tüm yollar denenmelidir. İdlib’e yönelik operasyonun gerçekleşmesi halinde ise şehirden çıkacak mültecilerin nasıl yönlendirileceğine dair hesapların ciddi bir titizlikle ilgili makamlar tarafından şimdiden yapılması ve en kötü senaryolar üzerinden farklı uygulama planlarının oluşturulması önem taşımaktadır.

Gerginliği azaltma bölgesi ilan edilmesi neticesinde Türkiye’nin garantör statüsü nedeniyle bulundurduğu güvenlik güçlerinin, böyle bir harekâtta rejim unsurlarıyla karşı karşıya gelmesi daha büyük bir krizi tetikleyeceği için Türkiye’nin o bölgedeki gözetleme kulelerini terk edip etmeyeceği başlıca tartışma konusu olacaktır. Geri çekilmenin gerçekleşmesi ister istemez Türkiye’nin sadece oradaki varlığını değil aynı zamanda masadaki pazarlık gücünü de önemli ölçüde kaybetmesi demektir. Bu nedenle ulusal güvenlik algısının zedelenmemesi ve süreçten ciddi kayıpla çıkılmaması için güvenlik bürokrasisine büyük iş düşmektedir. Ayrıca şu an Türkiye’nin varlığı nedeniyle bu otoriteye görece boyun eğen muhaliflerin daha radikal eğilimlere yönelerek kontrolden çıkması da büyük ihtimalle yaşanacak bir durumdur. Burada asıl tehlike ise kendilerini yalnız bıraktığı düşüncesiyle azınlık dahi olsa radikal temayüldeki grupların Türkiye’yi hedef haline getirmeleri ve ülkede toplumsal kaosa sebebiyet verecek eylemler düzenlemeleridir.

Afrin’in güvenliği

İdlib’e yönelik operasyonun Türkiye’ye maliyetinin hissedileceği bir başka bölge de Fırat Kalkanı Harekâtı (FKH) ve Zeytin Dalı Harekâtı (ZDH) sonucunda terörden arındırılan yerlerdir. Burada Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenleriyle güvenliği ve istikrarı sağlayan Türkiye için asıl mesele İdlib’e operasyon başladığında ÖSO unsurlarını orada tutabilmek olacaktır. Rejime karşı savaşmak adına ÖSO unsurlarının bu bölgeleri terk edip İdlib’e gitmesi, buralarda bir güvenlik zafiyeti doğuracaktır. Bu durumda özellikle Afrin’deki güvenlik riskinin en aza indirilmesi için Türk ordusundan daha fazla birliğin bölgeye sevk edilmesi gerekliliği ortaya çıkacak ve bu da ister istemez Türkiye’nin iç siyasetini de doğrudan etkileyecek neticelerle sonuçlanabilecektir. ABD ile yaşanan gerilimin sahada Türkiye karşıtı her türlü terör örgütünü yeniden canlandırmaya yönelik bir hamleye dönüşmesi ise Türkiye’nin ulusal güvenliğine zarar verici bir hale dönecektir. Beyaz Saray ya da Pentagon’dan bu yönde bir talimatın çıkması konjonktürel bir kriz nedeniyle bölgede güvenliğinin tehlikeye atılması ve FKH’den bu yana Türkiye’nin bölge güvenliğine dair emeklerinin heba edilmesiyle neticelenecektir.

İdlib, Beşşar el-Esed’in ülkedeki hâkimiyetini kesinleştirmesinde önemli bir dönüm noktası olmanın yanı sıra muhaliflerin garantörü konumundaki Türkiye için de çok hassas bir konudur. Rejimin İdlib’i kontrol altına alması sonucunda oluşacak riskler kolay yönetilemeyecek ve olumsuz etkileri büyük olacak niteliktedir. Bu nedenle Ankara’nın Moskava’yı Astana mutabakatına sadık kalınması ve İdlib’teki mevcut statükonun devam etmesinin tüm taraflara katkı sağlayacağına mutlak surette ikna etmesi gerekmektedir. Ayrıca İdlib’teki muhaliflerle yakın temas halinde kalarak rejim tarafından gelecek tahrik amaçlı saldırılara karşı akl-ı selim ile hareket edilmesi gerektiği tavsiye edilmelidir.

[email protected]