Olduğu kadar… Ehven-i şer, sorumluluk, ahlak

Ercan Yıldırım/ Yazar
23.12.2018

“Olduğu kadar” anlayışıyla, sadece statükonun, dünya sisteminin semirmesine yardımcı olabilirsiniz. Bir millet bağı kurup, bir düşünceyi, etiği geliştirmek istiyorsanız, “olduğu kadar”ına değil “olmadığı kadarı”na talip olmalısınız.


Olduğu kadar…  Ehven-i şer, sorumluluk, ahlak

Ehven-i şer ile iki kötüden iyisini seçmezsiniz, aslında tercihiniz tamamen kötüden yanadır. Kötüyü bile isteye, iradesiyle öne çıkaran toplum veya birey hayatını bir başkasının sömürgesi olarak, kanatları altında yaşamaya mahkum etmiş demektir! 

Avrupa sömürgelerle zenginleşip yeni bir dünyaya adım atarken Batı insanına, vatandaşına en yüksek seviyede refah, yepyeni haklar sağladı. Sadece birkaç yüzyıl evvel değil kapitalist dünya sistemi geçen asırda da farklı yollardan çevrenin kaynaklarını merkeze taşımayı sürdürdü. Batı medeniyeti, sömürdüğü ülkelere barbarlıktan uzak durmalarını, medeni olmalarını, demokrasiyi kurumsallaştırmalarını telkin etti. Avrupalı sömürme etiğine endeksli bir dünya yarattı, medeni Batı insanı başkalarını kendi ahlak değerlerine, iyi ve kötü standartlarına göre barbar diye yaftalamaya devam ediyor. 

Ahlak, etik, ahlaksızlık kavramları iyi ve kötünün ötesinde düşünme genetiğinize göre şekillenir. İyinin ve kötünün ölçütünü “imkanlar, mecburiyetler” belirler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra refah devleti politikalarının etkisiyle de görece özgürlük anlayışındaki Avrupa aklı, “ötekileştirmeme” üzerine yeni bir siyasal zemin inşa etmişti. 

ABD’nin, Uzakdoğu’nun gerisinde kalıp bir de yaşlı kıtalarını göçmenler, Müslümanlar istila etmeye başlayınca “linç kültürü”nü, İslamofobiyi onaylamaya başladı. Ahlak-sız Avrupa insanından bahsedemeyiz, değişen eko-politiğin yol verdiği iyi ve kötü standartlarından söz edebiliriz sadece. 

Etik şeylerin, nesnelerin, olayların nedenini, arka planını, hakikatini sorma, sorgulama, sahicilik arayışına bağlı olarak yaşama stilidir. Hayat tarzı tercihi ve onun felsefesi… Ahlak öğretilmiş, edinilmiş, iyi ve kötü denklemini sürdürme pratiği; iyi ve kötü merciinin kim ve ne olduğunu, meşruiyetini öğrenmek de bir etik! Peki öğrendikten sonra ne yapacaksın? 

Lokantada çalışan bir garson aşçıların ve patronun yabancı et kullandığını biliyorsa, yapması gerekenler bellidir, ya itiraz edecek, resmi mercilere şikayette bulunacak ve işsiz kalacak veya “ekmek parası” diye “bilmiyor gibi” yapacak! Bu bireysel tercih ahlaki olanı tikellerin üzerinden toplumsallaştırır fakat bir talebe yurduna yemek veren şirketin sağlıksız ve bozuk yiyeceklerini “görmeyen” üstelik zehirlenmelerin yanında can kayıplarına rağmen “sorumlu”nun kim olduğunu tespit edemeyen bir toplum ahlakiliğini, etik yaşamayı kaybetmiş demektir. 

  

Ahlak çeşitlemeleri

Büyük milletler sorumluluğu üstlenmeyi bilen insanlardan oluşur. 

Belki ulus devletlerin, modernitenin, kapitalist ilişki biçimlerinin getirdiği zaaflardan olacak insanlar kendi bireysel varoluşlarını kurtarmak adına ilkeleri, idealleri, etik bilincini rahatlıkla yok sayabiliyor. Hangi değerlere önem verdiğiniz, hangi insan tipini yücelttiğiniz, toplum olarak ne için yaşadığınızla ilgili bir ahlaki tutumdan bahsediyoruz. 

Herkesin her türlü cürmü işleyip hiç kimsenin sorumlu olmadığı bir toplumda zaten çürüme normalleşmiştir. 

Güçlü, zengin övgüsü yapmak, güçlüyü ve varsılı haklı görmek ile değer skalasına göre davranmak arasında fark var; sadece kapitalistler değil halk da güçlü olanı, varlıklıyı sevmez yalnızca, haklı da görür! Bu nazik, alçakgönüllü olana sıradan insanın iktidar kurma ve aşağılama tercihiyle ilgili. Ahlaki olan, cari etiğin, zihin dünyasının sonuçlarına göre belirlenir; toplum neyi istiyorsa, otorite olarak kimi görüyor, dünyaya ve varlığa hangi pencereden bakıyorsa erk ilişkilerini buna göre kurar. Fakirin fakire, garibanın garibana yaptığı eziyeti egemen yapmaz çoğunlukla. Öyle ki meşru-gayrı meşru arasındaki farkı bilmeyen değil gözetmeyen toplum için ahlak kriteri tutturamazsınız, iyi ve kötünün ölçütü anlık değişir. Milli Piyango’nun haram olmasının gerekçesini insani sömürü yönüyle, ekonomik refahı iyiyken bilet almayarak anlatan birinin resesyon devrinde piyangocu kuyruğuna girmesi etik yaşamadığını gösterir. 

Kendisine aktığı sürece kazancın kaynağını sorgulamayan insan portremiz var. 

Rüşveti, günah yahut insani iyiyi, toplum düzenini bitirdiği gibi öz kaygılarla reddetmekten çok o rüşveti başkasının almasından yakınan topluluk yaklaşmakta olan eziyetin göstergesidir. 

Adam Smith liberal teoriyi kurarken “insanların kendi çıkarları aslında toplumun çıkarıdır” ilkesini öne sürmüştü. Bu etik tutum Batı medeniyetinin ortalaması oldu. İdeal olan esasında toplumların, milletlerin tarihleri ve dini umdeleriyle ilgilidir. İyi ve kötü insanın içinde değil kendisine bildirilendedir. 

Bir belgeselde bizon sürüsüne kurtlar saldırır, kurtlar birisini yakalar tam yıkacakları zaman can havliyle bizon ayağa kalkar belki de kurtulacakken arkasından gelen aynı klandaki bir başka bizonun darbesiyle yıkılır ve kurtlara yem olur. 

Nedir iyi ve kötü olan, insanın doğasında var mıdır? Beka kaygısının ontolojik çöküşe götürdüğü milletlerde bir topluluğa sirayet edecek düşmanı engellemek için bir kişiyi feda etme mantığı size ahlaklı olduğunuz duygusunu verebilir; fakat düşmanın içinizden bir başkasını daha alması fikrini engellemez!  İyi olan “tanrılara kurban vermek” midir, yoksa ayağı takılana omuz vermek mi? Bu tercih ahlakı değil sizin millet niteliğinizi belirler! 

  

Kötüyü normalleştirmek

“Altta kalanın canı çıksın” aynen “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi bir Türk atasözü… İdare-i maslahatı, ehven-i şeri ortalaması hatta ideali haline getiren millet varlığı esasında sünepe zavallılığı yüceltir, bekanızı “bir süre” devam ettirme uğruna millet karakterini yerle bir etmek altından kalkılması muhal çöküşlere yol açar. 

Ehven-i şer ile iki kötüden iyisini seçmezsiniz, aslında tercihiniz tamamen kötüden yanadır. Kötüyü bile isteye, iradesiyle öne çıkaran toplum veya birey hayatını bir başkasının sömürgesi olarak, kanatları altında yaşamaya mahkum etmiş demektir! 

İdare-i maslahat ile olup biteni yüceltmek hiçbir şart altında iyiye müstehak bulunmadığını ikrar manasına gelir. İdare-i maslahat ve ehven-i şere rıza gösterebilecek bir millet inşası aynı zamanda o toplumdan, tarihten ve gelecekten nelerin kaçırıldığını anlatmaya yeterli. Ahlak kısa vadede ehveni iyi göstermekte mahir olsa da etik, İslam’ın belirlediği Müslüman kimliği hala ideal olanı, bildirileni iyi görmeye devam eder. 

Ehven-i şer ve idare-i maslahat Allah’ın indirdikleriyle küfrün dizaynı arasında tercihin kapitalist hayat stili olduğunu ikrar etmektir. 

Kant öyle der, “Vergini ver sonra bunun haksızlığını eleştir” tam da bu pasifizmin, konformizmin, sinizmin göstergesi. Hem ehven-i şeri seçip hem eleştirmek zaten bir zafiyetten bir başkasına sürüklenmektir, haliyle kontrol kaybından söz ediyoruz. Amaca giden yolların meşruluğunu sorgulamadan idare-i maslahat ile sizi büyük yapacak kanalları açma taktiği elbette bir tercih; tutmadığında millet genetiğinde açılan mutantlara katlanmak gerekecek. 

İyi ütopyası kadar toplumu avutan başka değer yargıları da var elbet. İyi arayışındaki menşe farkı bizi biz yapan ya da uzaklaştıran tercihlerle de ilgili. İyi insan genellikle “itaate yatkın” olandır, iyi eş ve iyi damat arayışı da benzer nitelikler gösterir. Boyun eğen, saygılı, efendi iyi kıstaslarımızı belirliyor, eve ekmek getirdiğinde iyi eşten bahsedebiliriz ama kazancının kaynağını sorgulama iyinin değil “şartların gereği”dir! 

“Oyunu kuralına göre oynuyor”sa, “işin gereğini” yapıyorsa, “şartları” gözetiyorsa o kişi övgüye mazhar olur! Kar fırtınasıyla kapanmış bir yolda onlarca araca gerçek fiyatının on katına kar zinciri satan kişi başkalarının zaafını-acziyetini paraya tahvil etmiş olmaz, ‘uyanık, akıllı, atmosferi koklayan, gemisini yürüten’ şeklinde tanımlanır. 

  

Oyunu kuralına göre oynamak

Egemenin kontrolünde bulunarak değirmeni döndürmeyi iyi gören toplum yapısına da sahibiz. Halbuki bize başkasının kurduğu oyunda yer alan, oyunu sürdüren, o oyunun kaidelerini yaşatan ve en iyisini yapan değil yeni oyun kuran, kendine, sahiciliğine, bilkuvve varlığına özgü varoluş geliştirenler gerekli! 

Zizek’in anlattığı bir mesele göre, Lenin “Başaramazsak ne olur?” diye sorunca Troçki “Peki başarırsak ne olur?” cevabını vermiş! Başarırsan kendi ahlakını iyi ve kötünü inşa edersin, başaramazsan kendi etik tercihlerin uğruna oyundan alınırsın! 

Bu idealizmi yaşatacak bir ahlak ve etik Türk toplumunda mevcudiyetini kaybetti. İdealistler bürokratlaşınca, oyunu kuralına göre oynayan, şartların gereğini yapan, efendi ama kullanışlı kifayetsiz muhterisler çıktı ortaya! Sorumluluğu en zayıf halkada gören masum merhametliler görev için biçilmiş kaftandır! 

İyi ve kötünün ne olduğunu, ahlakın nasıl tezahür ettiğini en iyi beka sorununda ve ekonomik kriz esnasında izleriz. Kriz ve beka ahlakı sıfırlar, zaten aşkta ve savaşta sınırlar, hukuk kendiliğinden yok olur. Öyle ki savaş, var olma ve yer kapma kavgası tüm ilkeleri, değerleri, medeniyet gösterilerini, nezaketi yok eder. “Hurra” diyen bir kalabalık oluşturur. 

Kendisi batmasın diye Trump’ın duvarlarına, uygulamalarına, düşmanlaştırmalarına ahlaki tutarlılık kesbeden Amerikalılara, başta Avrupa medeniyeti olmak üzere dünyanın tümünde rastlayabiliriz. Bu sürü psikolojisinin ötesinde sistemin gereği. 

Kötülüğü, bir grup, cemaat, devlet yahut kendi egosu için yerine getiren birey rahatlıkla “sistemi” öne sürebilir. Kendisi yapmasa bile sistem onu icbar ettirir. Elbette madem ahlakçılık yapıyoruz sorma hakkımız var “Niye o sistemin içindesin?”… Cevabı çok daha mahir yeni ahlaklarla gelir, “Ben olmasam bir başkası olacaktı zaten”. 

Bu beraberinde fiili ahlaki zaaflar için de geçerli, ön tarafa iyi ve güzeli arkaya çürükleri koyup veren pazarcının gerekçesi de aynıdır, “Herkes aynısını yapıyor”. Durum tabii insana değer verme etiğiyle ilgili… İnsan eşref-i mahlukattır sözü akabinde mutlaka bir değersizliği üreteceği için ön almaya da yatkınlığın ifadesi… Çünkü bürokrasi mekanizması, kapitalist piyasa için “eleman sıkıntısı” yok, birisi yapmasa da aynı işi yerine getirecek çok kişi sırada bekliyordur. Burada evrensel ilke yahut mutlak iyi-kötü olmadığı gibi umumun iyiliği de söz konusu edilmez. 

Kurulan mekanizma, bürokratizasyon yani her şeyin idealini değil olurunu, korumacılığını yapma güdüsü idare-i maslahatı da ehven-i şeri de büyütür, yaşatır. Böyle durumlarda değişimin kendisi olmaktan, ahlaki iyiyi bünyesinde göstermekten çok hep bir başkasından bekleme bizim topluma da oturmuş durumda. 

Kötülükten, zarardan, ehven-i şerin şerrinden rahatsızlık duyanların “Bana ne ben yapmadım ki” diyenlerin milli karakter olabilecek kadar yoğunlaşmasına karşın suçu olmadığı halde suçlu hissedenler gittikçe azalırken sorumluluğu ve kabahati büyüklüğüne rağmen ıslık çalarak yürüyenlerin sayısı artıyor. Kariyerizm bu tehdidi doğuran etkenlerin başında. 

Güç merkezleriyle ilişkiye girme adına milli menfaatleri arka plana atabileceğini gösterenlerin kullanışlılığını açık açık izhar ettiği konjonktürde elbette birileri muhayyel bir iyi için, kendi adını tarihe yazdırabilme tutkusu uğruna millet bağını uçurumun kenarına getirebilir. Bir toplumda deha, yetenek, sanatçı, estet gittikçe azalıyorsa bürokrasi güçleniyor, verili iyi ilerliyor demektir; anlamlandırma, hayatı yorumlama, varlığı keşfetme genel kabulleri, kalıpları, dogmaları yıkmakla olur çünkü. 

Beka ön alıcı provokasyon, sosyalistlerin savunduğu gibi önleyici şiddet ile sağlanmaz; sadece ahlaki doğruluktan değil usuldeki hatadan ileri gelen zafiyet var. Bu tabii zihnen insanların suç kavramına bakışıyla ilgili… Bireyselken taşlanan eylemler kolektifleştiğinde masumiyet kisvesine bürünür. Suçlu millet… Kızıldereli soykırımı yapan milletin demokrasi ihracı bir ahlaki zaaftan değil etik bütünlükten kaynaklanıyor; varlığını ezmekten, öldürmekten alan bu ahlak hayatı böyle estetize edip kendi bekalarını bu felsefeyle sağlıyor çünkü; bu popülizmi, faydacılığı, çıkarcılığı millet bütünlüğünün kimliğine oturtmayla sağlanmış çıkar yol yani. Elbette bunlar fayda kavramını kısa vadeli düşünür, bir kitap, kütüphane, konser bir keserden daha faydasızdır! 

İleriyi göremeyen ahlak, size “Birini döv” dediğinde nedenini sorgulatmaz, teşvik takdiri doğururken, eşitler arasında yargılama hakkının sadece bazılarında bulunmasının kısa vadeli çıkarla doğrudan ilişkisi var. 

Genellikle hasta olanlar düşünür, “Bu bana niye oldu?” diye… Hastanedeki kalabalığı görünce “herkes hasta” fikri rahatlatır, ekonomik kriz gibi… Krizlerin kitleselleşmesi meşruiyeti artırır, etik bütünlük içindeki millet krizin menşeini sorgularken iliştirilmiş ahlaka iyi ve kötüye göre hareket edenler, herkesin krize girmesiyle rahatlar. Bu yine milletlerdeki ahlaki umdelerin çıkarcı boyutundan neş’et eder, bir kurumdaki başarı için herkes kendini öne yazdırmaya çalışırken başarısızlıkta devlete, millete, dünya sistemine kadar uzanır sorumlu… 

Masumiyet kavramı da reel ahlak içinde rahatlıkla araçsallaşabilir, beceriksizlik kendini masum göstermenin adı haline gelebilir. 

Ahlak bu açıdan görecelidir, kısa vadeli çıkarı için “hukuksuz emri uygulayan” zafer durumunda ciddi yer işgal edecekken başarısızlıkta “amir”e atar suçu, “emir eriyiz” fikri temize çıkarmayı değil bir zihniyeti de belirler. 

Yüksek maaş alırken “bana niye bu kadar para veriyorlar” diye düşünmeyen, imkan elinden gittiğinde ahlaki ilkeleri sıralar! 

  

Olmadığı kadarına talibiz!

Uykusundan uyanan mahmur Türkiye’nin sorumluluğu üzerine alabilecek idealistlere ihtiyacı var. Aristo mutluluğu kendi kendine yeterli olmaya, etiği de yaşamın anlamını keşfetmeye bağlar. 

Allah kimseye/muhannete muhtaç etmesin ilkesinden gemisini kurtaran kaptan asalaklığına geçiş yapan millet varlığı bir dünya kuramaz! 

Yürürlükteki sistemin, dünya sisteminin aksamaması için elinden gelen çabayı göstermek iyi mi kötü mü; eğer kendiliğinize özgü bir etik inşa edemeyecek, kul hakkını öne alan bir düzen ikame edemeyecek, yepyeni bir varlık anlayışıyla İslami olanı yükseltip, küfrü geriletemeyecekseniz, işinizi iyi yapabilirsiniz! 

Yanlış gerekçelerle doğru işi yapmak yahut doğru nedenler bulup gayrı sahihi büyütmek günümüz ahlakı için normalleşti. Beka kaygısı artınca ilkin idealler, umutlar, İslami ilkeler atılır, halbuki İslami kimlik, Müslüman tavrı normal zamanlarda değil kritik dönemlerde belli olur. “Olduğu kadar” anlayışıyla, sadece statükonun, dünya sisteminin semirmesine yardımcı olabilirsiniz. Bir millet bağı kurup, bir düşünceyi, etiği geliştirmek istiyorsanız, “olduğu kadar”ına değil “olmadığı kadarı”na talip olmalısınız.