Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

Mustafa Ekici/ Yazar
23.03.2019

“Dinlerine uymadıkça, Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan; and olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost bulunur ne de bir yardımcı vardır.” Bakara-120


Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

Acı ile yaşamak hastalıklı bir durumdur,  “Acıyı unutmayın ama acı ile yaşamayın” diye tembihler Aliya İzzetbegoviç.  Geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda’da meydana gelen terörist saldırıda 50 mümin şehid oldu. Fas’tan Yemen’e, Kuala Lumpur’dan Ulan Batur’a, Bişkek’ten Bağdat’a bütün ümmetin yüreği kabardı öfkeden. Bütün mümin haneleri sert bir öfkeye bulanmış ağır bir acı yaladı, milyonlarca yumruk sıkıldı, sonra duruldu kalp-ler, “Allah” dedi, bir efsunlu ismi zikreyledi diller. Bir sekinet geldi, “Onlar bizim öğretmenimiz değil’ diyen Aliya’nın sesi yankılandı yeniden, evet şükür İslam bu kirlerden beridir. Şükür bizim öğretmeniz Muhammed (sav)’dir.

Peşlerine, uçuk dini ideallerle kışkırtılmış milyonlarca insanı takıp ikide bir Doğu’ya saldıranların, üç yüzyıl boyunca hemen hemen tamamen yağmaya gelen orduların arkasında ne kalmıştır bir bakın lütfen. Haçlı Seferleri denilen ve 250 yıl sürekli buralara akan Batı orduları, artlarından ne bıraktılar? Hayırhah bir hatıra mı, sağlam altyapılar, büyük eserler mi? Memnuniyetle dinlerini seçmiş kitleler mi? Ya da sömürü ve kolonizasyon için geldikleri Afrika ve Asya’daki onlarca ülkede artlarında yıkıntılardan, katliam ve barbarca sömürüden başka ne bırakmışlardır? Kendisi de bir Hıristi-yan olan ve inançlı bir ailede büyümüş Amin Maalouf ’un “Arapların gözü ile Haçlı Seferleri’ kitabını bir gözden geçirmek bile tek başına bu yağma-cıların insanın midesini bulandıran suçlarına dair mebzul miktarda vakıayı görmeye yetmektedir. Kendi kronikçilerinin ağdalı bir din dili ile anlattık-ları Maalouf’u teyitten fazlasıdır.

Selamet yurdu

İslam davetini insanlığa ulaştırmak için batıya, doğuya, kuzeye ve güneye büyük bir iştiyakla hareketlenen Müslümanlar hemen her zaman farklılığa, savaş hukukuna, sivil asker ayrımına, şehir ve medeniyete, doğa ve tarım alanlarına büyük bir dikkat ve özen göstermişleridir. Belki Emir Timur’un Moğol yağmacılığı ve zalimliği ile hareket eden ordusu, şiddet ve terör üzerine kurdukları siyasetleri ile Fatımi artığı İsmaili gruplar ve Safevi ordusu, uzun İslam tarihinde kayda değer istisna sayılabilir ki bunlar da esas zararı gayrimüslimlerden çok Müslümanlara vermişlerdir. Ama yine de gönül rahatlığı ile söylenebilir ki İslam daveti ulaştığı hemen her yerde kitleler tarafından samimi olarak kabul edilmiştir. Nitekim kuzeyden güneye, doğudan batıya İslam davetçilerini ulaştıkları her yerde İslam milleti yaşamaktadır. Belki tek istisna, çok büyük bir barbarlıkla soykırıma uğradıkları İspanya/Endülüs’tür ki, ehli vicdan herkes Müslümanların buralarda yaptıkları eserleri, kurdukları selamet yurdunun hâlâ da ayakta olan muhteşem izlerini takdir edecektir.

Müslüman dünyasında baştan beri Hıristiyan, Yahudi ve diğer inanç sahipleri büyük bir kabul ve saygı görmüşlerdir. Basit bir vergi karşılığında sadece güvenlik değil, özel hukuk alanında, eğitim ve ibadet hayatlarında Müslümanların sahip olduğu haklardan fazlasına, ama yükümlülüklerden azına sahip olmuşlardır. Bu nedenle, hemen hepsi Batılı hastalıklarla malul modern devletlerimizin uygulamaları bir kenara, İslam hukukunun cari olduğu nice devlet ve imparatorlukta, İslam tarihi boyunca hemen her şehirde, kasabada, hatta köyde hatırı sayılır bir gayrimüslim tebaa yaşaya gelmiştir. Son yüzyılda  meydana gelen bazı vakalar İslam’dan çok Batı’dan gelen kışkırtma ve milliyetçi cereyanlardan kaynaklanmıştır.

Ama tersinden bakın lütfen, en azından, en yakın örnek olarak Endülüs’ten başlamak üzere, içinde kayda değer Müslüman nüfus yaşayan bir Hıris-tiyan devleti veya şehri olmuş mudur? Haçlıların meşhur ve mide bulandıran katliam ve yağması ile çocuk ve kadınlar dâhil tek bir Yahudi ve Müs-lüman kalmamacasına işgal ettikleri mübarek Kudüs, Müslümanlar tarafından tekrar özgürleştirildiğinde kimsenin kılına dokunulmamış, kalmak isteyenlere neredeyse sonsuz bir güven ortamı bahşedilmiştir. Bu sadece askeri komutanların veya orduların merhameti ve adaleti ile izah edilemez, bu İslam’ın yeryüzüne getirdiği mefkûreden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden İstanbul’un fethinde Ortodokslar, “Papanın külahını görmektense Müslü-manların sarığını tercih ederim” demişlerdir.

Bugün de hemen bütün İslam şehirlerinde, çoğu Batı ile iltisaklı, ırkçılık ve diğer sapkın ideolojilerle malul (Batılılaşmış) rejimlere rağmen, kayda değer sayıda gayrimüslim yaşamaktadır. Ama son 50 yılı çıkarırsak, Batı tarihinde içinde kayda değer Müslüman cemaatin yaşadığı şehirlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Küçük yerleşim ise hiç yoktur. Son 50 yılda gelişen olaylar da maalesef Batı’nın ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücü ve yine Batı’nın sömürgeleştirdiği İslam beldelerinden Batı’ya yönelen göçlerdir. Bu insani ve çoğu zorunlu göçlere de Batı toplumu maalesef tahammül göstereme-mekte ve hemen her ay birkaç Batı şehrinde Müslümanları tedirgin eden saldırılar, tacizler yaşanmaktadır.

Yeni Zelanda’da meydana gelen terörist saldırı hepimizi yeniden düşünmeye, dünyaya insan hakları, çoğulculuk, demokrasi, eşitlik ve daha bir-çok yüksek siyasa hakkında nutuklar çeken Batı’nın bu rezilliği nasıl doğurduğunu anlamak için çabalamaya zorluyor. Batı’ya göre biz nasılsa barbarız, geriyiz, insansıyız, o yüzden DEAŞ de PKK da El Kaide de bizden doğar, ama bu örgütlü, beyaz, modern Hıristiyan insan nasıl bu kadar barbar olabiliyor? Esasında Batı’da da birçok çevrenin anlamakta zorlandığı bir husustur bu.

Evet, kabul edilmesi güç olsa da Batı son bir hamle ile demokrasi ve liberalizm ile içinden çıkmaya çalıştığı beyaz insan üstünlüğüne dayalı ve çehresi değişse de din tarafından desteklenen ırkçı siyasadan kurtulamıyor. Dünyayı bu perspektiften algılamaktan kurtulamıyor. Hemen her yüzyılda bir içindeki bir farklılığa, İtalya’da Yahudilere, İspanya’da Müslüman ve Yahudiler’e, Fransa ve Bosna’da Bogomillere ve Müslümanlara, sömürge için gittiği Amerika’da yerli halklara, Kızılderililere, Aborjinlere, Afrika’da Asya’da daha nice millete, dine, kültüre, farklılığa karşı mide bulandırıcı suçlar ve günahlar işlemiş Batı’nın bu tarihinin bilinç ve kültürde bir iz bırakmadığını söylemek saflık olur. Nitekim başta Evangelistler olmak üzere Batı’daki hemen bütün milliyetçi, nasyonalist çevreler bu tarihe, bu tarihin sembol olay ve kişilerine dair yoğun propagandalar yapmaktadırlar. Ba-tı’nın deve dişi ülkelerinin liderleri bu iğrenç, İslam ve yabancı düşmanı,  ırkçı ve Hıristiyan ideolojilerin neredeyse militanı gibi açıklama ve propa-ganda yapmaktan, bu rezil ırkçı organizasyonların temsilcileri ile her gün fotoğraflar vermekten bir an bile imtina etmiyorlar. Nitekim gerek Anders Behring Breivik’in Norveç’te gerçekleştirdiği katliamı, gerekse Yeni Zelanda’da Brenton Harrison Tarrant’ın gerçekleştirdiği beyaz-Hıristiyan-ırkçı saldırıları gerçekten kınayan, terör diyen bir tek Batılı lidere rastlanmamıştır. Ne de Hıristiyan dünyasının lideri Papa’dan bir ses çıkmıştır.

Sınırsız kin sağaltılabilir mi?

Başa dönelim, Hıristiyan Batı 200 yılı aşkın bir süreden beri dünyanın hegemonudur. Kültürel, siyasal, askeri, ekonomik olarak dünyanın başat güçleri Batılı Hıristiyan devletlerdir. İslam iki yüz yıllık gerilemeden sonra son 150 yıldır büyük oranda işgal ve sömürü altındadır. 1950’lere kadar fiilen gelen bu işgal ve sömürü, sonrasında ‘Batılılaşan’ rejim ve sapkın ideolojiler eli ile sürdürülmüştür, sürdürülmektedir. Hiç kimse kendini kandır-masın, Batı’nın İslam dünyasında bel bağladığı Batılılaşan kesimler, gayrimüslim azınlıklar ve gavurlaşmaya mütemayil kripto kılıç artıklarıdır. Müslümanlar Hıristiyanların ve Yahudilerin sınırsız kinlerini sağaltabilecek bir dermana sahip değillerdir. Suların ısındığı ilk dönemeçte o modern, o ışıl ışıl Batılı şehirlerde yaşayan modern beyefendi ve hanımefendilerin nasıl birer canavara dönüşeceğini hepimiz biliyoruz. Bu konu kimin ne kadar dindar olduğu ile ilgili bir mevzu değildir, bu konu varoluşumuzla, ontolojimiz ile ilgilidir, onlar seni asla kabul etmeyecekler, onlar gibi olsan da seni kabul etmeyecekler.

Batı’nın şehirlerine savrulan Müslümanları maalesef zamanında Yahudilere, Bogomillere, Müslümanlara uygulanan holokostlar, pogromlar, kat-liamlar bekliyor. Önce bu tür terör eylemleri ile kokutacaklar ve son darbeyi tıynetlerine uygun şekilde vuracaklar.

Sürdürülebilir, medeni ilişki

İslam dünyasının çelik çekirdeği olarak Türkiye’ye çok iş düşüyor, büyük sorumluluklar düşüyor. Yeni Zelanda teröristinin Türkiye ve Erdoğan vurguları boşa değil, dünyada İslam milletinin bir iktidar merkezi olacaksa işte burada, bayrağın düştüğü yerde yükselecektir. İslam milleti askeri, siyasi, ekonomik bir merkez inşa etmeden, hemen hepsi Batılı devletlerin kuklaları olan azınlık rejimler durdukça, ne bu savaşların, ne bu sömürünün, ne de bu rezil katliamların sonu gelecektir. Sınırlar bellidir, Hıristiyan Hristiyan’dır, Yahudi Yahudi’dir, Müslüman da Müslümandır, geri kalan her şey suyun üzerinde ki köpüktür. İslam ilk fırsatta yeniden ayağa kalkacak, bu işgal ve sömürü düzenini darmadağın edecek ve Hıristiyan ile İslam dün-yası, Doğu ile Batı işte o zaman gerçekçi, sürdürülebilir, medeni ilişkiler kurabileceklerdir.

Müslümanlar kin tutmaz, acıyı yüceltmez, acıya tapınmaz, şehirlerini mezarlıklara çevirmez. Ölenler şehit, kalanlar gazidir derler. Ölen ölmüştür, kalan sağlar bizim der yollarına devam ederler.

@mustafaekici23