Olgusal dünyadan metaverse aleme: Dijital sosyoloji

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / KTO Karatay Üniversitesi
10.06.2022

İnsana ait olan fıtrat dijital bir sistemin eli ile yeniden inşa ediliyor. Söz gelimi merhamet, adalet, ahlak, hoşgörü ve inanç gibi konular bile teknik birer başlığa dönüşüyorlar. Oysa bunlar tamamen duygulara yönelik alanlardır ve tamamen bireysel içeriklere sahiptirler.


Olgusal dünyadan metaverse aleme: Dijital sosyoloji

Aristotales, somut olandan soyut olana varma serüvenimizi kavramlaştırma ve zaman kategorisi ile bağlantılı olarak açıklar. Zihnimiz, değişimi anlayacak doğal bir işleyişe sahiptir. Bu sayede aslında durmadan değişen ve hareket halinde olan varolanları ortak bir paydada buluşturup değişmez kavramlarla izah edebiliriz der. Onun ikibin yıl önce bize işaret ettiği bu "kavrama" yeteneğimiz bugün için de aynı şekilde sahiden işliyor mu? Yani olgular dünyasından metaverse alemine kanatlanmamıza yardımcı olacak bir yöntem ve güzergah var mı?

Kişisel olarak bundan çok emin değilim. Zira hem Aristoteles hem de diğer tüm antik filozoflar, değişim, kavrama ve varlık konularını hem zaman bağlamında ele almışlar ve bugünün değişim dinamiği ise tam da zamanı buharlaştırma istidadı içeren bir işleyişe sahiptir. Bu konuyu belki de en fazla ilgilendiren disiplin ise sosyolojidir. Çünkü günümüzdeki sosyal bilim teorisi, sosyolojiyi daha çok değişimin bilimi olarak tanımlar ki sahiden de öyledir. Dönemsel eğilimlerle çok rahatlıkla anılmasını da bu çerçevede görmek gerekir. Değişimi analiz eden bu disiplin, geleneksel sosyoloji, modern sosyoloji, çağdaş sosyoloji ve post modern sosyoloji gibi.

Bu isimlendirmeler kimi zaman toplumsal yapının özelliklerinden dolayı yapılmakta kimi zaman da topluma yönelik analiz tekniklerinden mülhemdirler. İşin doğrusunu disiplinin uluları ilerde kararlaştıracaklar ama bizim burada bahse konu etmek istediğimiz zamana uyarak yapılan ön adlandırmalardır. Çağı yakalamak adına, dijital çağda dijital bir sosyoloji ile yola devam edilebileceği varsayımı, yukarda andığımız zihnin işleyişinin soyut alt yapısı olan "zaman" mefhumunu bağlamından koparıp başkalaştırmaktadır.

Zaman, mekan ile birlikte süje, obje ve aktlar arasındaki bağlardan doğan ürün olan bilginin var olmasının ilk şartıdır.

Bugünün belirleyicisi

Herhangi bir olay veya olguya dair bir bilginin gerçekleşmesinin ilk şartı zaman ve mekandır. Bir atmosferde ve bir dizi "an"larda gerçekleşen hadiseler üzerinden bilgi gerçekleşir. Zaman bizzat etkin değildir bilgide ama olmazsa olmazdır. Günümüzde ise giderek zaman bizzat belirleyici bir parametre haline gelmiştir. Zira her şeyi paranteze alabilen zihnin yerine inşa edildi ve yaşadığımız tün anlar tek bir anın içine dahil edildi. Oysa felsefe tarihinden de biliyoruz ki zamanın bizzat kendisinin bir güç olarak kabul edilmesi bizi bir girdabın içinde çaresizce çırpınan bir varlık haline getirmektedir.

Birey üstü bir olgu

Toplumsal alanı "süper organik" (birey üstü) bir olgu olarak kabul edip bireyi de onun içinde rüzgarın önündeki yaprak gibi gören bir yaklaşımın da bundan farklı olmayacağı açıktır. Cahiliye Araplarında dehrin kendisi çok önemliydi. Hatta onlar şiirlerinde hep dehri suçlayan ifadelere yer verirlerdi. Esasında bazı imkansızlıkları ve mukadderatı dehr ile açıklamak sadece onlara ait bir yöntem değildir, bizim toplumumuzda da ve halen de pek çok şeyi atfettiğimiz felek de bu kabilden bir davranıştır. İlahi olandan bağımsız bir gizli ele işaret eder gibi bir durum var aslında ve hem Kur'an-ı Kerim de hem de Hz Peygamberin hadislerinde bu yönde buyruk ve ikazlar var. Hz. Peygamberin, dehri her şeyin sebebi saydıkları için şiirlerinde sık sık zamandan şikâyet edenlere "Dehre sövmeyiniz, çünkü dehr Allah'tır (veya Allah dehrdir)" dediği rivayet edilir. Keza Kur'ân-ı Kerîm'de de; "Dediler ki hayat ancak yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman (dehr) helâk eder" diye işaret edilenler, evrende olup biten her şeyi dehrin (zamanın) gücüne bağlayanlardır.

Varlık veren bir tabiat ama yok eden bir zaman anlayışı günümüzün en yıkıcı düşüncelerinden birisidir ve bu düşünce üzerinden bir kuşak okuması son derece yıkıcı etkilere neden olmaktadır.

Tutunma parametreleri

Bu yıkıcılığın en sarsıcı etkisi insan zihninin tutunabileceği bir bağlamının olmamasıdır veya yok olmasıdır. Anatomicilere göre insanın ayakta durmasını sağlayan esas parametre, gözün dış dünyada anlık olarak kendisi için kurmuş olduğu tutunma parametreleridir. Bunların kaybolması baş dönmesine ve insanın düşmesine neden olur. Bugün zihnimizin tutamakları veya dayanak noktaları sanallaşarak elden avuçtan kayıyorlar.

Günümüz dünyasının en çarpıcı büyük açmazı malum, atomize bireyselciliktir. Bir başka ifade ile yalnızlık. Bir yandan kişi kendisini hem her şeyin sahibi olarak görüyor hem de her şeyi kendisinin üstünde bir varlık olarak konumlandırıyor. Kendi türünün dışındaki tüm canlıları en üst kategoriye yerleştirmesinin neden olacağı açmazlar zamanla çok daha derin sorunları beraberinde getirecektir. Fıtri olan var olma durumuna, bütün alemlerin en çok ikram edileni olarak kendisini görmemek çok pahalıya mal olacaktır.

Bütün bu açmazlara giden yol işte bu bahse konu ettiğimiz zihnin bağlamının kaybolması ve kişinin kendisini nereye ait hissedebileceğini bilememesidir. Oysa en eski tarihten bu yana varlık ile ilgili yapılan tüm tartışmaların en kritik konusu hiyerarşidir ve bu düzen kaybolunca ya da yok sayılınca da üzerinde kafa yorabileceğimiz bir olgu olarak sosyoloji de ortadan kayboldu.

Yeni bir sosyoloji

O halde yeni bir sosyoloji inşa edilmesi gerekiyor ve zamanın ruhuna en uygun olanın da muhayyel bir yapıya tekabül etmesi kaçınılmaz bir hal alıyor. Dijital sosyoloji, olgusal olanlardan çok muhayyel olanla ilgilenmek durumunda kalacaktır gelecek zamanlarda.

Olgusal olandan devşirdiği bilgilerle bile toplumsal değişim ve dinamikleri analiz etmekte bir hayli zorlanan bir bilimin "dijital" olandan elde ettiği ile bir yol haritası belirlemesi daha da zor olacaktır. Denilebilir ki sosyoloji daha da zor bir yükün altına girmektedir. Ona bu zor görevinde yardım edecek olan en kritik alan ise felsefedir ve ne yazık ki dünyada bu alan da giderek sığlaşmaktadır.

Özgün ve farklı aktörlerden devşirdiği bilgilerle biçimsel bir benzerlik gösteren bir metodolojiye sahip olan bir disiplinin tektipleştirilmiş bireyleri bahse konu etmesi kolay olmayacaktır. Zira yeni sanal dünya, birbirine benzeyen ve aralarında neredeyse hiçbir fark olmayan bireylerden müteşekkil bir yapıdadır.

Dikkat edilirse dijital zamanın neslinin dinlediği müzikler, bütün dünyada aynı tınılara sahiptir. Sadece şarkı sözleri farklıdır. Diğer bütün bileşenler, kostüm, enstrüman, ritim, hareket ve yorum dahi aynıdır. İnsanın en özgün farklılığı olan musikinin bile tek tipleştiği bir dünyadan bahsediyoruz. İşte bunu irdeleyecek olan bir disiplinin bir hayli zor bir görevin altına girdiğini bir kez daha dikkate almak durumundayız.

Esasında globalleşme ile başlayan bu süreç, paradoksal bir şekilde özgün kültürel farklılıkların kalbini delerek geçiyor. Bir yandan insanlar küresel sistemin bir parçası haline gelmeye çok heveslidirler ama öte yandan da kendi özgün varlıklarını korumak istiyorlar. Bu açmazın en çok etkilediği yapılar ise son derece güçlü geçmiş bir kültürel mirasa sahip olanlardır.

Türkiye bu anlamda bu değişimden belki de en çok etkilenecek olan sosyolojilerden birisidir. Zira biz bir imparatorluk mirasını tevarüs ediyoruz. Dünyaya hem kültürel hem de duygusal olarak bakmaya devam ediyoruz. Değişimin kültür üzerindeki etkisinin duygusal boyutu son derece derin hissedilmektedir. Geçmişten soyutlandığı takdirde kendisini korunaksız ve aşağılanmış hisseden bir yapının bu süreci travmasız atlatmasına giden yol ise az önce değinildiği gibi felsefeden geçer. Eğer buna estetik alanı da dahil edebilirsek o zaman sahiden de konu zihnin işleyiş alanında kalmaya devam eder aksi halde kelimenin tam anlamıyla kendi kontrolümüzü kendi icadımız olan teknik enstrümanların eline vermiş oluruz.

Kontrol ve esaret arasında

Ürettiğimiz teknoloji ile dünyayı kontrol etmeye çalışırken onun bizzat esiri olmak insanın karşılaşabileceği en derin krizdir bana göre. İnsana ait olan fıtrat dijital bir sistemin eli ile yeniden inşa ediliyor. Söz gelimi merhamet, adalet, ahlak, hoşgörü ve inanç gibi konular bile teknik birer başlıklara dönüşüyorlar. Oysa bunlar tamamen duygulara yönelik alanladır ve tamamen bireysel içeriklere sahiptirler. Ez cümle aydınlanma ve modernleşme sosyal bilim alanında yeni bir paradigmanın doğmasına neden oldu. O paradigma henüz rüştünü ispat etmeden yeni bir olgusal durum ile karşılaşmaktadır. Bu yeni durum kelimenin tam anlamıyla sanal bir dünyadır ve olgusal olan dünyanın sorunlarını çözememiş bir disiplinin bu yeni duruma adapte olması isteniyor. Anlaşılabilir bir konu olmazsa bile yapılabilir olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunun için de hem felsefeyi hem de estetiği hep bilginin hiyerarşisinde asıl ait oldukları yer buyur etmekten geçiyor...

[email protected]