Ölmeye mi geldiniz? Neden?

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
2.04.2022

Fenerbahçeli Lefter'in veya Galatasaraylı Metin Oktay'ın dünyasına, dönemine geri gitmek, o zamanki iklimi anlamak bile kapitalizmin bizi son 40-50 yılda nereye getirdiğini kavramak açısından yeterli olabilir. Diyorlar ki; "Canım abartmayın, her zamanın bir ruhu vardır!" Vardır da güzel kardeşim; zamanın ruhu bu kadar mı değişir? Hani şimdi futbol stadyumlarında bağırıyorlar ya: "Öl-me-ye, öl-me-ye, öl-me-ye geldik!" Ne demek bu?


Ölmeye mi geldiniz? Neden?

Spor bir sosyal faaliyet midir, yoksa ticaret veya üretim alanı mıdır? Peki ya futbol? İçkinin, küfrün, kavganın olmazsa olamayacağı vazgeçilemez bir eğlence ve hizmet sektörü müdür? Yoksa bir ölüm kalım arenası mıdır? Bu yazıda bütün bu zor sorulara tamamen cevap bulabileceğiniz iddiasında değilim. Ama, en azından dikkat çekmenin doğru olacağını düşündüğüm birkaç husus hakkında bir şeyler söylemek isterim.

Pek çoğumuz, zamanında aile büyüklerimiz tarafından spora yönlendirilmişizdir. Çün ki spor, ahlaklı ve erdemli olmakla, hakkaniyet ve centilmenlik sergilemekle paralel düşünülürdü. Sporla uğraşanlar kolay kolay kötü alışkanlıklar edinmez ve kötü arkadaşlar seçmezlerdi. Ayrıca zinde akıl ve zinde vücut hep at başı koşardı, değil mi ama? Sporla uğraşanlar dürüst ve kararlı insanlardı. Ekip ruhuna yatkın, lider özellikli, sosyal ve dışa dönük insanlar da gençliklerinde çoğu zaman spor yapmış kişilerden çıkardı. Sonra bu kişiler iş hayatında da başarılı olurlar, sağlıklı ve mutlu bir çevrede yaşar giderlerdi.

Uçamayan kuşlar

Çekirdek çitleyerek, hatta biraz daha şanslı isek meyve suyu da içerek izlediğimiz Yeşilçam filmlerinde az görmedik bu vurguyu. Fakir mahallelerin çamurlu ve yamru yumru sokaklarında burnu akan çocuklar plastik topun peşinde koşarken, toplarını kesen aksi bir mahalleli hep çıkagelirdi. Yine aynı filmlerde, çamursuz mahallelerde oturanların spor anlayışının özellikle golf, kış aylarında ise kayak olduğunu aklımıza kazımıştık. Zaten hep özenmedik mi, canımız çekmedi mi? Biraz fazla kazanmaya başlayan iş ve ticaret erbabı statü değiştirmek, statü atlamak için soluğu Uludağ'ın zirvesinde almadı mı? Oysa her şeye rağmen, bizim gönlümüz hep o çamurlu mahallelerin çocuklarının yanında idi, onlara aşık olur, hep onların yanında olmak isterdik. Hep bir kanadı kırıkların yanında, yanı başında. Uçamayan kuşların kanatları olmak isterdik, çün ki; iki gözü iki çeşme izlediğimiz filmlerdeki o yerlere aitti ruhumuz ...

Spor ve statü ilişkisi veya spor ve para (kazanç) ilişkisi günümüzde artık ne kadar normalleşmiş olsa da, aslında sporun gerçek ve yalın felsefesiyle, ruhuyla ve değerleriyle hiçbir şekilde bağdaşmadığını, uyuşmadığını anlamak için öyle çok eskilere gitmeye gerek yok. Fenerbahçeli Lefter'in veya Galatasaraylı Metin Oktay'ın dünyasına, dönemine geri gitmek, o zamanki iklimi anlamak bile kapitalizmin bizi son 40-50 yılda nereye getirdiğini kavramak açısından yeterli olabilir. Diyorlar ki; "Canım abartmayın, her zamanın bir ruhu vardır (Zeitgeist)!" Vardır da güzel kardeşim; zamanın ruhu bu kadar mı değişir, bu kadar mı bozulur, bu kadar mı kirlenir? Hani şimdi futbol stadyumlarında birileri bağırıyor ya: "Öl-me-ye, öl-me-ye, öl-me-ye geldik!" Ne demek bu? Tam olarak ne anlama geliyor? Bir futbol maçı için ölmeye, öldürmeye gerek var mı?

Suç beşiği

Sakın yanlış anlaşılmasın; bu bozulma, bu kirlenme ve kirletme sadece Türkiye, Kolombiya, Arjantin veya Brezilya gibi ülkeler için geçerli değildir. Dünya Kupası'nda penaltı kaçıran Kolombiyalı futbolcu, haftalar sonra sözüm ona takımın sıkı taraftarlarınca planlanarak öldürülmedi mi? Peki, 29 Mayıs 1985 tarihinde Brüksel'deki Heysel Stadyumu'nda yaşananları hatırlayan kimse var mı? Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda İtalyan Juventus Kulübü ile İngiliz Liverpool Kulübü final oynayacaktı. Beklenmeyen (veya aslında sarhoş, uyuşturucu müptelası İngiliz holiganlarından tam da beklenen) oldu; sapık İngiliz holiganlar İtalyanlara saldırdı ve üzücü olaylar sonucunda tam 39 kişi yaşamını yitirdi! Tam da adeta "suç beşiği" olarak bilinen dünya stadyumlarında "Öl-me-ye, öl-me-ye, öl-me-ye geldik!" sloganlarının farklı kültürlerde ve dillerde atıldığı gibi! Adı konsun veya konmasın, bozulmanın kaynağı; dini imanı para olan vahşi ve sömürücü kapitalizmdir. Sinemaya, kültüre, hatta bilime bile başkalarını bağımlı kılmak, onlara mal veya hizmet satmak, sömürmek, yok etmek, sahadan silmek, alt etmek olarak kullanan, konumlandıran bir "zamanın ruhu" ile karşı karşıyayız. Sporu mu, futbolu mu bundan arındırabilecek, koruyup kollayabileceğiz?

'Sahadan sildik, yok ettik!'

Bütün bir sezon için önceden kombine bilet alan babasıyla birlikte maça giden küçük bir çocuğun, izlediği maç boyunca maruz kaldığı küfürlü ortam onun gelişimi için gerçekten şart mı? Eve geldiğinde, annesine tuttuğu takımın maçı kazandığını anlatmak için; "Anne, karşı takımı darmadağın ettik, sahadan sildik, yok ettik!" demesi geleceğe dair ciddi bir çatışma doğurganlığına işaret etmiyor mu? O çocuklar mobil dünyada savaş oyunları oynarken, ötekileştirme ve yok etmenin hazzını kemiklerine kadar hissederken anneler, babalar neredeydi? Dünyada "güçlünün adaleti" sorgulanamazken, Irak, Suriye, Afganistan ve daha birçok coğrafya anlamsız bir hoyratlık ve vahşetle yok edilirken, İslam coğrafyasında taş üstüne taş bırakılmazken, "Dünya beşten büyüktür!" sözüne vicdanlar ve kulaklar kapalıyken, "Bir de futbolu mu dert edeceğiz?" diyenlerden mi olacağız?

Dünyanın önemli vergi, denetim ve danışmanlık devlerinden biri olan Deloitte her yıl yaptığı ve kamuoyuyla paylaştığı raporla futbolun nasıl sadece futbol olmadığını, açık ara bir endüstri olduğunu tesciller! 2021 yılında bu alanda 24'üncü raporunu yayımlayan Deloitte, bu raporlarda bir önceki sezonu ele alır, geliri ve diğer istatistikleri inceler, yeni trendlere göre yorumlar yapar. Ana listede Avrupa'nın cirosu ve değeri en yüksek ilk 20 kulübünü ele alır, Türkiye futboluna da bölüm ayırır. Deloitte Futbol Para Ligi'ni ele alırken, futbol kulüplerinin esas faaliyetlerine konu olan gelirlere odaklanılmaktadır. Gelirler üç ana başlık altında sınıflanır: 1) Maç Günü Gelirleri, 2) Naklen Yayın Gelirleri, 3) Diğer Ticari Gelirler. Bu noktadan sonra artık her şey iş dünyasına evrilir, jargon ve terminoloji değişir, soğuk mu soğuk bir profesyonelleşme başlar. Anlaşılacağı üzere 1 ve 2 numaralı gelir grupları kendi kendini bir güzel açıklamaktadır. Ancak 3 numaralı geliri daha da alt başlıklara indirgemekte fayda bulunmaktadır. Çün ki kulüplere kimi zaman önemli ölçüde gelir getirecek bu kalemler ve ayrıca vergi unsurları da dikkate alınmalıdır. Ne olursa olsun; "Show must go on!" sloganı geçerlidir. Şov dünyası ne pahasına olursa olsun durmamalıdır. Diğer Ticari Gelirler deyip geçmeyelim! Neler neler vardır içinde! Örnek vermek gerekirse; transfer (bonservis) gelirleri, futbolcu kiralama gelirleri, gayrimenkul ve varlık satışları gelirleri, kira gelirleri, üye aidat gelirleri, farklı alanlara yapılan yatırım gelirleri, yardım kampanyaları gelirleri, bağışlar, hibeler, diğer finansal gelirler, lisans hakları gelirleri, kazanılan davalardan elde edilen gelirler vb. Tam bir işletme, Anonim Şirket, fabrika gibi tıkır tıkır yürümesi gereken bir yapıdır kısacası.

Hedefler (KPI) vardır, müşteri segmentasyonu, fiyatlama, ürün satışı, mağazacılık, marka yönetimi gibi birçok önemli iş yapılır. Spor artık spor değildir; tam bir endüstridir, hatta bacasız fabrikadır! Tabii bir de borsaya açık olan büyük kulüpler vardır çün ki biliriz ki kapitalizm finansmana doymaz. Borsaya kote olan kulüplerin daha açık, şeffaf ve hesap verebilir olması da beklenir, ancak kimin ne kadar şeffaf ve açık olduğuna dair bir şeyler söylemek de zordur aslında, bizlerin boyunu da çok aşar. Ama yine de Anadolu'nun hemen her duruma olduğu gibi bu durumu anlatacak çok güzel bir sözü vardır; "Günahı boynuna!"

Endüstrileşmiş futbol

Tabii basit bir Google taramasından veya Netflix dizisinden hemen fark edeceğiniz sıra dışı konulardan biri endüstrileşmiş futbolun kayıt dışılığa bolca imkan verdiği ve belki de bundan dolayı yasal veya yasal olmayan bahise, kumara, iddiaya konu olduğudur. Yine bu dizilerdeki anlatıma göre çete, mafya, kaçakçılık dünyasının futbol endüstrisinde kol gezdiği bilinmelidir. Örneğin, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde güneyin mafyasının kuzeyin ekonomisine giriş kapılarından biridir futbol kulüpleri. Tabii ne yalan söyleyeyim; bu dizilerde öne çıkan bir başka ve ilginç unsur da bütün bu ilişkilerin göbeğinde Vatikan'ın olmasıdır! Ne hoş ve heyecanlı bir dünyada yaşıyoruz, farkında mısınız? Acaba film ve dizilerdeki kurgu nerede başlıyor, hayatımıza ne kadar dahil oluyor? Gerçek ile kurgu olan ne kadar örtüşüyor sizce? Ne dersiniz?

Koskoca Vatikan, dünyaya düzen(!) vermeye, yönetmeye çalışan Vatikan! Zamanında para karşılığı günahları silen, cennette tapulu arazi sunan Vatikan! Taciz, tecavüz, para aklama gibi hemen her suçla anılan Vatikan! Çeteyle, mafyayla, siyaset ve ticaret erbabıyla biraz iş tutmuş çok mu? Nasıl olur da dünya liderleri gider, önünde eğilir, elini öper! İnsanın aklı fikri almıyor, öyle değil mi? Güçtür, işte bütün bunları yaptıran! Güce tapmak, güç için kirlenmeyi, masumiyeti yitirmeyi göze almak ne kadar da anlamsızdır şu ölümlü dünya için! Sporu ve belki de sporda atbaşı koşan futbolu kendi mecrasına ve değerlerine geri döndürebilecek miyiz? Anlı şanlı, köklü kulüpler milyarlarca dolara oligarklara satılırken, bu oligarklar hızlı ve hak etmeden elde ettiği zenginliği milyarlarca dolara satın aldıkları bu kulüpler üzerinden aklarken dünyanın vicdanı neredeydi? Irak'ın yurtdışındaki rezervine Saddam'ın, Libya'nınkine Kaddafi'nin, Afganistan'ınkine Taliban'ın diyerek çöken Batı toplumları, acaba Anglosakson kökenli holiganlardan daha mı masum? Bugün ABD'nin WASP anlayışını ve kökenini çok iyi analiz etmek gerekiyor. Zaten 1901-1909 yılları arasında ABD'nin 26'ıncı başkanı olan Thedore Roosevelt söyleyeceğini söylemiş: "Şiddet bir erkeklik ayinidir!". Bize de "top yuvarlaktır" demekten başka ne düşer ki...

[email protected]