Ölümcül dilemma

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / KTO Konya Karatay Üniversitesi
4.06.2022

Hz. Adem ile Havva cennette kendilerine yasaklanan meyveyi yediklerinde kendilerinin/birbirlerinin farkına vardıklarında ilk hissettikleri duygular pişmanlık ve utanmadır. Pişmanlık vicdan/hukuk ile alakalı, utanma ise değer/etik ile ilişkilidir. Bu iki alan insanın varoluşsal önkoşullarıdır.


Ölümcül dilemma

Günümüz dünyasındaki düşünce sistemlerinin insanlığa aşıladığı en büyük hastalık çifte standarttır. Her ne kadar objektiflik üzerinden büyüyen bir retorik varsa da işin aslı böyle değildir. Hakkaniyet, tarafsızlık ve objektiflik sadece ideolojik olarak bahse konu edilmektedirler. Pratikte bunların uygulanması neredeyse yok denecek kadar azdır. Oysa insan, ideal olarak inşa ettiğini pratik olarak uygulayabilen biricik canlıdır.

İnsanlık, sahip olduğu yüce erdemleri adil bir şekilde idare edememenin maliyetini kendi varlığı ile ödeyecektir. Bir canlı türü olarak beşer denen bir mahluk belki de hep var olacak ama onu, eskilerin deyimi ile efradını cami ağyarını mani kılan bir "insan" olarak tanımlamak giderek imkansız hale gelecektir. Üstelik günümüzün cari olan paradigmasına göre de insanlık lineer bir çizgide hep ileriye, güzelliğe ve olgunluğa doğru evrilmektedir. Zaten bu bağlamda geçmiş çağlar hep karanlık ile ifade edilirler ve konu aslında bir okuma biçimi değil bir iman meselesidir ki zira Darwinizm de hep dinlerle irtibatlı bir konu olarak ele alınır.

Beşeriyetten insaniyete

Dinlerin ve diğer geleneksel düşünce sistemlerinin insanlığı "beşeriyetten insaniyete" doğru değiştirme ve dönüştürme çabalarını ve amaçlarını sabote eden bu durum sadece onlara (dinlere ve değerlere) karşı yürütülen bir operasyon olmayacaktır, aynı zamanda onun (insanın) varlığını da hedef alacaktır. Değersel ve ahlaki alandaki tekamülün fiziki alana indirgenmesi ve bu durumun aynı zamanda küresel bir değişim kanunu olarak empoze edilmesi her toplumda bir krizin oluşmasına neden olmaktadır. Keza bugün doğuda da bir insanlık krizi var batıda da. Kuzeyde de var güneyde de. Müslümanlarda da var Hristiyanlarda da. Yahudilerde de var Budistlerde de. Komünistlerde de var kapitalistlerde de.

Büyük kaosa doğru

İnsanlığın evrensel insani değerlerden uzaklaşıp beşeri/hayvani değerler inşa etme serüveni dünyayı büyük bir kaosa doğru sürüklemektedir. Her ne kadar ekonomik olarak, askeri olarak ve teknik anlamda insanlık zirvelerin zirvesinde dolaşıyorsa da dünyanın en güçlü devletinin bugünkü en büyük sorunu çocuk yaşta denilecek kişilerin okul, hastane, avm vb mekanlarda gerçekleştirdikleri silahlı saldırılardır. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde küçük çocuklar o gün vurulabileceklerini düşünerek okula gitmiyorlar.

Yol verme kavgası

Bugün dünyadaki okul baskınlarının neredeyse yüzde 70'i ABD'de gerçekleşmektedir. İnternetteki verilere bakılırsa, Amerika Birleşik Devletleri'nde son 50 yılda silahlı saldırılar sonucu ölenlerin sayısı, ABD tarihindeki bütün savaşlarda ölenlerin sayısından çok daha fazladır. Silahlı saldırılarda ölenlerin sayısı yaklaşık 1 milyon 500 bin, ABD'nin kurulduğu tarihten bugüne kadar yaşanan savaşlarda ölenlerin sayısı ise 1 milyon 200 bin. Amerika Birleşik Devletleri'nde sadece yol verme kavgasında yılda yaklaşık olarak 25 bin kişi öldürülmektedir. Söz gelimi 2021 yılında 138 silahlı saldırı gerçekleşti ki bunların 26 tanesi okullarda gerçekleşmiştir ve bu saldırılarda 730 kişi hayatını kaybetti.

Modern dünyanın kurucu değerlerinin en önemli aktörü aynı zamanda onun ürettiği sorunların da en ağır yaşandığı bir ülkedir Amerika. Hem teknolojinin dönüştürücü gücü hem mutlak özgürlüğün doğurduğu pervasızlık bir ölümcül dilemmaya dönüştü. Modern teknoloji, içinde taşıdığı kar hırsını, mutlak ve sınırsız özgürlük ise tanrılaşmayı mitik bir şekilde insanın ruhuna yerleştiriyor. Her iki dinamiğin etkisi hayatın olağan akışını bloke etmektedir. Bu blokaj, vicdan ve adalet konusunda büyük bir çifte standardın, iki yüzlü bir hukuk ve toplum sisteminin kurulmasına neden olmaktadır. Söz gelimi kendi içinde kusursuz bir adalet sistemi kuran Amerika, dışarıda tam anlamıyla bir caniye dönüşüyor.

1994 yılında Amerikan Futbol yıldızı ünlü oyuncu O.J. Simpson, beyzbol sopası ile karısını öldürdü. Bütün somut deliller onun aleyhinde olmasına rağmen, delil yetersizliğinden berat etti. Gerekçeli kararda ise hakim, delillerin hukuk dışı yollarla elde edilmiş olmasına atıfla konuyu ABD'nin geleceği ile irtibatlı bir mesele olarak değerlendirdiğini vurgulamıştı. Bunun yanında aynı ülkenin ordusu ve merkezi istihbarat teşkilatı Irak'taki Ebu Gureyb hapishanesinde tutuklu bulunan suçsuz ve masum insanlara akla gelmeyecek işkenceler etti. Canavarca hislerle tecavüz, sadomi, cinayet vb. işkenceler yapıldı. Kızılhaç ve Uluslararası Af Örgütüne göre sadece Ebu Gureyb'de değil; Irak'ın genelinde, Afganistan'da ve Guantanamo'da Birleşik Devletler Ordusu'nun, düşman askerlerine benzer işkenceler ve acımasız muameleler uyguladığı defalarca rapor edilmiştir. Her ne kadar yetkililer bunların izole uygulamalar olduğunu beyan etseler de Ebu Gureyb'ten sorumlu general J. Kaprinski, buradaki bütün insanlık dışı uygulamaların (başlarına çuval geçirilip soydurmak, elektrik akımına bağlamak gibi uygulamaların tamamı) doğrudan askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmî politika olduğunu ve sorgulamalara CIA ajanlarının da katıldığını belirtmiştir. Ebu Gureyb Hapishanesindeki insanlık dışı uygulamalara ilaveten ABD işgal sırasında bir buçuk milyon Irak'lıyı hunharca katletti.

Bütün bunlar neye işaret ediyor peki? Birincisi ABD silah kullanmayı bir çözüm yolu olarak görmektedir ve evrensel değerlerin burada herhangi bir geçerliliği kalmamıştır. Çünkü o çok kolay bir gerekçe ile insan canını kutsal dokunulmazlık tahtından indirebiliyor. Evrensel değerlerin ayakta kalmadığı bir toplumun içinde yetişen bireyin de ahlaki değerleri olmayacaktır. İnsanın evrensel değerlere olan bağlılığı kaybolunca suç ile arasındaki mesafe kısalır.

İnsanı kontrol eden yasalar değil değerlerdir, adalettir. Yasalar sadece suç işleyenlere yaptırım uygulama imkanı sağlarlar. Adalet gök kubbenin direğidir. Onu sağlanmadığı sürece de bu vahşet dinmeyecek. Kendi içinde adil ama dışarıda canavar olan bir yapının içinde büyüyen bir birey kendi kendisini bir öteki inşa edip onu hunharca katletmekten çekinmeyecektir.

Rivayete göre Nûşîrevân-i Adil bir gün yakın bir arkadaşıyla ava gider. Bir izin peşine düşerler ve zamanın farkına varamazlar. Birden havanın karardığını ve aynı zamanda da ormanın derinliklerinde kaybolduklarını görürler. Etrafa bakınırlar oraya buraya koşarlar hiçbir tanıdık iz ve alamet bulamazlar. Derken büyük bir fırtına kopar ve kar tipi fırtına kıyamet kopar gök gürler. Ölüm ile burun buruna gelirler. Derken uzakta bir ışık görürler. Oraya doğru giderler ve karşılarına bir ev çıkar. Kapıyı çalarlar, yaşlı bir kadın kapıyı açar. Karşısında sırılsıklam olmuş ve soğuktan donmak üzere olan bu iki kişi kendilerini tanrı misafiri olarak takdim ederler. Kızı ile yalnız yaşayan kadın, "tanrı misafirini" şerefle buyur eder. Onları büyük bir memnuniyetle davet eder. Hemen ısınmaları için sobayı yakar ve yiyecek bir şeyler hazırlamaya başlar. Bu arada kızına kovayı verir ve kızım git ahırdaki inekten biraz süt sağ getir misafirlerimize ikram edelim der. Birazdan kadının kızı boş kova ile döner ve anne ineğimiz hiç süt vermedi der.

Kadın gayri ihtiyari ve aynı zamanda büyük bir hüzünle "eyvahhh demek ki Nûşîrevân artık adaleti terk etmiştir".Bunu duyan Nûşîrevân, nereden biliyorsun onun adaleti terk ettiğini. Kadın da cevap verir, eğer Nûşîrevân adaleti terk etmeseydi gecenin bu vaktinde, bu kış günüde bu fırtınada bana tanrı misafiri olan bu iki fakiri ineğim aç bırakmazdı demiş.

'Öteki'nin yaşama hakkı

O.J. Simpson davasında hakim, hukuki olmayı ABD için ontolojik bir nedensellik olarak görüyor ama aynı ülkenin bir başka yetkilisi "öteki" için en kutsal yaşama hakkını gözünü kırpmadan hem de keyifle yok edebiliyor. Bu cinayetleri işleyenlerin kahir ekseriyeti katlettikleri insanları kendileri ile aynı kategorideki varlıklar olarak görmüyorlar.

Zararlı haşerelerle mücadele için ilaç geliştirme projesi sonucunda ürettiği atom bombasını, diğer "böcekleri" bertaraf etmek için kullanan bir zihni anlamak kolay olmayacaktır biliyorum. Ama bütün bu açmazlara çözüm arayacağımız asıl alan değerler dünyası, irade ve vicdandır.

Hz. Adem ile Havva cennette kendilerine yasaklanan meyveyi (elmayı) yediklerinde kendilerinin/birbirlerinin farkına vardıklarında ilk hissettikleri duygular pişmanlık ve utanmadır. Pişmanlık vicdan/hukuk ile alakalı, utanma ise değer/etik ile ilişkilidir. Bu iki alan insanın varoluşsal önkoşullarıdır. Beşeri şahsiyete dönüştüren bu iki parametrenin buharlaştığı bir dünyada kimin nerede ne zaman kimi öldüreceğini öngöremeyiz ve kendimizi asla güvende hissedemeyiz. Bu korku onlar için en büyük risk faktörüdür.

Kişisel bir anımla konuyu bitireyim; Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde okurken Din Sosyolojisi dersinde hocamız "güvenlik imandan bir cüzdür" diye bir cümle yazdı tahtaya. Ben de bizim oralarda bu cümle camilerde "temizlik imandan bir cüzdür" şeklindedir daha çok demiştim.

Bunun üzerine hocamız, Kureyş suresindeki; "Mekkeli müşrikler hiç olmazsa yaptıkları güvenli yolculukların yüzü suyu hürmetine Kabe'nin rabbine iman etsinler" ayetine atıfta bulunarak konuya açıklık getirmişti ve güvende olmak demek, bir cam fanusun içinde olmak demek değildir, muhatabının nasıl davranacağından emin olmamak demektir diye konuya benim için de çarpıcı bir şekilde açıklık getirmişti. Güvenlik, sadece yasal ve fiziki bir çerçeve değil aynı zamanda metafizik bir konudur. Dünyanın en büyük güvenlik tedbirlerini alma kudretine sahip olan ülkede kimse kimseden emin olmadan yaşayabilir mi, bundan emin değilim.

[email protected]